Bir Mağduriyet Hikayesi..

[MAHMUT ÇEBİ]

Geçen yazımda gözükara bir eğitim emekçisi olan Akif beyin merkezinde olduğu bir anıyı yayınlamıştım. Tatlı anı çok kişinin hoşuna gitti. Bu kasvetli günlerde bir meltem esintisi tadı bıraktı. Anı, bana telefonda “yav ben onu unutmuştum” diyen Akif beyin de hoşuna gitmiş. Hal hatır sorunca derdini deşmiş oldum, bana son durumunu anlatan bir mektup gönderdi.
O da ne zaman duracağı belli olmayan yalan, iftira ve zulüm rüzgarından etkilenmiş. Ailece daha önce görev yaptığı Afrika ülkesine hicret etmiş. Herşeyi elinden alınmasına rağmen suçunun ne olduğunu bilmiyor. Ona yönelik açık bir suç isnadı da yok. Ama buna rağmen işini kaybetmiş. İş için başvurduğu tüm kapılar yüzüne kapanmış. “Nefret o kadar belirgindi ki, kendimi soykırıma uğramış gibi hissettim” diyor. Ağır bir sosyo-psikolojik travma yaşamış.
Ormana bakınca ağacı göremezsiniz. Ben Akif bey üzerinden size bugün mağduriyet ormanından bir ağacı göstermeye çalışacağım. Mektup ona ait, ben sadece arz ediyorum:
“Bendeniz 55 yaşındayım. 1987 Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunuyum. Özel sektörde uzun yıllar öğretmenlik yaptım. 3 çocuklu mutlu bir ailem ile hayatıma devam ediyordum. Sigortalı çalıştığım işyerine önce kayyım atandı.
Çalıştığım işyeri Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı müfettişleri tarafından defalarca incelendi, teftiş edildi. Bu soruşturmalarda herhangi bir suç unsuru bulunmamasına rağmen iş yerim kapatıldı. İşsiz kaldım. Herhangi bir sosyal ve sendikal hakkımı talep edemediğim gibi Anayasası’nın sağladığı sosyal haklardan bile mahrum bırakıldım.
Üç çocuğumdan ikisi lise eğitimine devam etmekte, biri ise üniversite okumakta idi. Yaşadığım ev kira idi. Sosyal ve sağlık güvencem kalmamıştı. Daha sonra müracaat ettiğim iş yerlerinden dışlandım. Çalıştığım işyeri, okuduğum gazete ve dergiler, hesap açtığım bankadan dolayı, yaşadığım toplumda nefret ve soykırıma uğramış bir kişi olarak kendimi görmeye başladım. Sosyo-psikolojik travma yaşadım.
Çocuklarımı gönderdiğim özel okuldan dolayı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde sorguya çekildim. Birilerine suç isnat etmek adına itirafçı olmam hususunda psikolojik baskıya maruz kaldım. Suç unsuru olacak herhangi bir eylemim yoktu. Ama buna rağmen, Siyasi iktidarın toplumda oluşturduğu atmosferden dolayı yaşadığım mahallede çevrem tarafından dışlandım.
İstanbul’da ikamet ettiğim semtte çocuğumun eğitim aldığı liseye kayyım atandı. Kayyım heyeti, okul aile birliğine 2016-2017 eğitim yılı için eğitim güvencesi vermesi üzerine buna güvenip çocuklarımı okula kayıt ettirdim. Yıllık okul ücretleri hesabımdan çekilmeye başlandı. Fakat lise 667 nolu KHK ile kapatıldı. Okulu kapatanların bize ödediğimiz ücreti geri ödemeleri gerekiyordu. Ama onlar bunu yapmak yerine hâlâ hesabımdan para çekmeye, sözleşme ile garanti edilen eğitimi vermemenin yanı sıra paramı gasp etmeye devam ediyorlar. Bu yüzden çocuklarımın psikolojileri bozuldu, ailecek ekonomik mağduriyete maruz kaldık.
14 yıllık AKP iktidarı süresince vatandaşlık görevimi ihmal etmedim. Kuruluşu sonrası ortaya koyduğu olumlu politikalar sebebiyle birçok kez AKP’ye oy verdim. Fakat 17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonrasında toplumda kin ve nefret sarmalı oluşturulduğunu üzülerek görüyorum. Bu durum 15 Temmuz 2016 tarihli alçak ve hain darbe sonrası iyice artmış bulunuyor. OHAL uygulamaları ile toplumumuzda oluşan ayrışmalar ise vicdanımı kanatıyor. Ülkem adına üzülmek ve ağlamaktan başka elimden bir şey gelmiyor.
Ben bir babayım. Aileme sahip çıkmak, çocuklarıma bakmak, hayatlarını idame ettirmek zorundayım.
Mağdur olan bir çok kişi gibi bu vazifemi aziz vatanımda yapamaz hale geldim. Anayasal yaşam hakkımız, elimizden alındığı, can ve mal güvenliği sağlanmadığı ve sosyo-ekonomik tüm haksızlıklara karşı hakkımı savunma imkanı da verilmediği için yaşamımızı devam ettirmek amacıyla Türkiye dışında bir ülkeye göç etme mecburiyetinde kaldım. Şimdi beş nüfuslu aile olarak göç ettiğimiz ülkede yaşam mücadelesi vermekteyim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet olarak imzaladığı Birleşmiş Milletler ve Evrensel İnsan Hakları çerçevesinde mağduriyetimin giderilmesi hususunda hukuki destek talep etmekteyim. Medya olarak sesimizi Türkiye’deki vicdan sahiplerine ve uluslararası kuruluşlara duyurabilir misiniz?”
Yüzbinlerce ağacın yer aldığı mağduriyet ormanından yükselen bir feryadı sizlere ulaştırmaya çalıştım. Sadece Türkiye değil, tüm dünya çapındaki mağdurların gözyaşları bir mağduriyet denizine dönüşmüş bulunuyor. Dilerim bu damla o denizin ulaşmaya çalıştığı vicdan bardağını taşıracak damla olur..


Yurtdışı Hizmet’e dair bir anı