Zeytinin Dalı Üzümün Çöpü: Türk Askeri Afrin’de Kimin İçin Savaşıyor?

Yorum | Bülent Keneş

Mevzu masum insanların hayatının sudan bile ucuzladığı savaş olduğunda bugün temellerinden sarsılan Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk gibi düşünüyorum tıpkı. Cumhuriyet öncesi tüm hayatı cephelerde, savaş meydanlarında geçmiş, savaşın ne berbat bir şey olduğunu savaşarak, öldürerek, en yakın silah arkadaşlarını savaş meydanlarında kaybederek öğrenmiş olan Atatürk’ün acı dolu tecrübelerinden süzülüp gelen ifadeleri elbette ki hırsızlıklarıyla, yolsuzluklarıyla, rüşvetçilikleriyle, zulümleriyle, saraylarda lüks, şatafat ve sefahat içerisindeki hayatlarıyla bilinen siyasal İslamcı dinbaz haramilerin kof hamasetlerinden farklı olacaktı.
1923 yılında Adana’da verdiği söylevde Atatürk, “Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Milleti savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ‘ölmeyeceğiz’ diye savaşa girebiliriz,” diyor ve yaygın olarak bilinen “Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir,” ifadelerini kullanıyordu.
ERDOĞAN’A EN GEÇ 2019’DAKİ ALTIN VURUŞU İÇİN MALZEME LAZIM
En geç 2019’da bir altın vuruş yapıp adı her ne olursa olsun bireysel dikta üzerinden la-yüsel saltanatını ilan etmek isteyen Erdoğan, peşine taktığı 80 milyonluk ülkeyi adeta şuursuz bir yığın gibi oradan oraya sürüklüyor. Erdoğan, özellikle 15 Temmuz 2016 çakma darbesinden sonra, en azılı düşmanlarından bile daha büyük bir kin ve hınçla kolunu kanadını budayıp içini boşalttığı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) siyasi gündeminin sıradan bir aparatı haline getirmeyi başardı. Düğün ve salon kavalyeleri derekesine düşürdüğü en tepe komutanlar üzerinde Mehmetçiğin hayatını ucuz mu ucuz bir siyasi sermayeye çevirdi.
Atatürk, sıfırdan kurarak başkomutanlığını yaptığı ordunun bir gün gelip de İslamofaşist dinbaz muhterislerin siyasal ihtiraslarının elinde basit bir oyuncağa döneceğini, oradan oraya savrulacağını tahmin edebilseydi şayet, herhalde 18 Nisan 1922’de yaptığı bir konuşmada, “TBMM Hükümeti’nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır,” sözünü etmeden önce bir kez daha düşünürdü.

Erdoğan, kitleleri efsunlamada başarıyla kullandığı kan ve şiddet sarmalına bir yenisini eklemek ihtiyacıyla 2011’den sonra Türk ordusunu ne yapıp edip bir şekilde Suriye’ye sokmaya çabaladı hep. Ordunun siyasal iktidarın kirli ellerinde basit bir araca dönüşerek onurlu bir ordu olma kimliğinden henüz çıkmadığı o dönemde Erdoğan askerleri siyasi ihtiraslarının basit ve ucuz enstrümanları haline getirmeyi başaramadı. Bunu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve devrin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da aralarında olduğu kudretli şer şebekesinin “Suriye tarafından üç-beş füze attırıp savaşa gerekçe oluştururuz,” planlarına rağmen yapamadı.
Ama ne yazık ki bugün önünde artık hiçbir engel kalmadı. Türlü kanlı kumpaslarına ortak ettiği TSK’nın en üst rütbeli komutanını yalakalığından ve omurgasızlığından başka bir özelliği olmayan Bekir Bozdağ seviyesine düşürünce gerisi tereyağından kıl çeker kolaylığında geliverdi. Genel Kurmay Başkanı koltuğunu işgal eden şahsın, saltanatına koşar adım ilerleyen Erdoğan Ailesi’nin hizmetinde kusur etmeyen “Hulusi Efendi” kıvamına getirildiği bir ortamda yüzbinleri batağa sürüklemek Erdoğan için çocuk oyuncağı oldu. Dün Esed’e karşı Ortadoğu bataklığına süremediği orduyu, bugün IŞİD’in yanısıra Esed rejimi ve bölgesel müttefiklerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde Suriye’ye sokmayı başardı.
KÜRTLERİN ESED VE IŞİD KARŞITI KAZANIMLARI ERDOĞAN’IN HEDEFİNDE
Türk ordusunun ‘Zeytin Dalı Operasyonu’ adını vererek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Kürlerin kontrolündeki Afrin’e havadan ve karadan gerçekleştirdiği harekatın görünen askeri hedefi, Türkiye’nin ulusal güvenliğini de tehdit ettiği ileri sürülen Kürtlerin IŞİD ve Şam karşıtı elde ettiği kazanımları… Bu askeri hedefin Erdoğan rejiminin 2011’den beri görünürde güttüğü siyasi hedeflerle ne kadar örtüştüğü elbette ki tartışılır. Kim bilir belki de ikiyüzlülük ve tutarsızlıkta rakip tanımayan Erdoğan’ın Afrin’de kamuoyuna sunduğu siyasal hedefleri ile gerçek hedefleri bile farklıdır?
Ne Erdoğan rejimi Türkiye’ye dün musallat oldu ne de PKK uzantısı PYD’nin 911 kilometre boyunca uzanan Suriye sınırının en az 600 km’sini kontrol etmesi bir gecede gerçekleşti. Hatırlayacağınız gibi Kürtlerin bu uzun sınır boyunca kurdukları hakimiyet Esed rejimine karşı değil, buraları ele geçirmiş ya da geçirmeye çalışan IŞİD’e karşı verdikleri kanlı mücadelelerin neticesinde oldu. Bu sınırın yıllarca IŞİD kontrolünde kalmasını sorun etmeyen, sorun etmek şöyle dursun IŞİD’le her türlü yasadışı ticareti yapan, Türkiye’yi IŞİD’in lojistik merkezi ve sevkiyat otobanı haline getiren Erdoğan rejimi, siyasi, ticari ve askeri menfaatlerini yakın ideolojik akrabalık içerisinde bulunduğu IŞİD’in menfaatleri ile büyük ölçüde özdeşleştirmişti.
Bu yüzden, giriştiği katliamlar ve imza attığı vahşetler tüm dünyayı dehşete düşüren IŞİD’in Irak ve Suriye’de etkinliğini yükselttiği o dönem boyunca Erdoğan rejiminin bu korkunç tehdide karşı bir kez olsun operasyon düzenlemeyi gündeme getirmemiş olması anlamlı olduğu kadar tuhaf ama kendi içerisinde de tutarlı. Şüphesiz ki, bu tuhaf durumun Erdoğan rejiminin, Suriye ve Irak’a, bölgeye ve dünyaya IŞİD’le aşağı yukarı aynı pencereden bakıyor olması dışında mantıklı bir açıklaması bulunmuyor.
ERDOĞAN, AYNI BÖLGEDE IŞİD HAKİMİYETİNİ NEDEN SORUN ETMEMİŞTİ?
Hakikaten de büyük tutarsızlıkları ile bilinen Erdoğan rejiminin bu konuda tutarlı bir siyaset izlediğini kabul etmeliyiz. Çünkü, IŞİD kontrolünde olduğu dönemde Suriye sınırından yüzlerce defa Türk topraklarına füze fırlatıldığı, onlarca insanın hayatını kaybettiği başta Reyhanlı ve Suriçi saldırıları olmak üzere pek çok terör saldırısı yapıldığı halde Erdoğan rejiminin IŞİD’i bir tehdit olarak görmezden gelmeye inat ve ısrarla devam ettiğini dünya âlem biliyor.
Eğri oturup doğru konuşalım, Suriye’deki rejime ve IŞİD’e muhalif silahlı Kürt grupların kontrolü ele geçirmeye başladıklarından bu yana aynı sınırdan Türk topraklarına yönelik herhangi bir terör saldırısında bulunmadıkları da bilinmeyen bir gerçek değil. Başbakan Binali Yıldırım’ın Pazar günü çevresine topladığı hükümet borazanı yayın yönetmenlerine Suriye sınırlarından Türkiye’ye yönelen 700’den fazla saldırının Kürt unsurlardan kaynaklandığına dair sözleri ise apaçık bir hokkabazlıktan ibaret.
Zeminin son derece kaygan olduğu, üstelik dünyanın büyük güçlerinin dikkatlerinin odaklandığı Suriye topraklarında girişilen ‘Zeytin Dalı Operasyonu’nun askeri sonuçlarının ne olacağını şimdiden kestirmek zor olsa da, siyasi motivasyonlarını ve muhtemel siyasi sonuçlarını kestirmek aynı derecede zor değil. Neticede, bölgede askeri olduğu gibi siyasi hakimiyet konusunda birbirleriyle mücadele eden topu topu dört ana unsur bulunuyor: Esed rejimi, IŞİD, ÖSO ve PYD…
Bilindiği üzere, Esed rejimini yıkmak için şeytanla bile ittifak kurmayı göze alan İslamofaşist Erdoğan rejimi, Suriye ve Irak topraklarının IŞİD kontrolüne girmesini bir tehdit olarak görmemiş ve hatta doğrudan ya da dolaylı olarak IŞİD hakimiyetini desteklemişti. Ancak, IŞİD’le alengirli ilişkilerine yönelik uluslararası toplumdan gelen homurtular karşısında zaman içerisinde Erdoğan rejimi için bölgenin ve sınır kontrolünün FSÖ’nün eline geçmesi birinci tercih haline gelmişti. Mevcut halde ise Erdoğan rejimi, Türkiye’nin 911 km’lik sınırı boyunca uzanan Suriye topraklarını bölgedeki Kürtler dışında kim kontrol ederse etsin noktasına gelmiş durumda.
TÜRK ASKERİ ESED REJİMİ’NİN BÖLGEDEKİ HAKİMİYETİ İÇİN SAVAŞIYOR
Teoride böyle olan durum, realitede ise oldukça farklı. Erdoğan rejiminin bilinçli ya da şuursuzca attığı adımlar ortak sınır boyunca uzanan bölgenin orta ve uzun vadede yeniden Esed rejiminin kontrolüne geçmesi için uğraşmak dışında bir anlam taşımıyor. Çünkü bölgenin, Türkiye’nin amaçlıyormuş gibi gösterdiği ve bu bağlamda binlerce silahlı militanını sahaya sürdüğü ÖSO’nun kontrolüne bırakılmasının önünde Esed rejimi, PKK/PYD, Rusya/İran/Irak ve ABD liderliğindeki küresel koalisyon gibi ciddi engeller bulunuyor.
Kürtlerin bölgeyi ve dolayısıyla Türkiye ile ortak sınırları kontrol etmesinden ise başta Erdoğan rejimi olmak üzere Rusya/İran/Irak ve Esed rejiminin hoşnut olmadığı aşikâr. Sadece Kürtleri, Rusya’yı, Şam’ı ve ABD’yi değil, bütün dünyayı karşısına almak pahasına Türkiye’nin bu bölgeye yerleşmesi mümkün olmadığına göre, geriye büyük aktörlerin de sahaya indiği bu bölgenin ya yıllarca sürecek bir kanlı bataklığa dönüşmesini beklemek ya da daha önce ifade ettiğimiz gibi sahada çekişen dört ana unsur arasından biri üzerinde uzlaşılmasını beklemek kalıyor.
Sahadaki bütün aktörler dikkatle ele alındığında ise, üzerinde uzlaşılabilecek baskın unsurun ÖSO, IŞİD ya da Kürtler olmayacağı aşikâr. Geriye sadece Esed rejiminin yeniden bölgeden hakimiyetini tesis etmesi kalıyor ki, hem Fırat Kalkanı Harekatı’nın hem de ‘Zeytin Dalı Operasyonu’nun, bu açıktan ifade edilmediği ve asla ifade edilmeyecek olmasına rağmen, fiilen ve resmen hizmet ettiği seçeneği bu oluşturuyor. Erdoğan rejimi istediği kadar kamuoyundan gizlemeye, gözlerden kaçırmaya çabalarsa çabalasın, sahadaki askeri hareketlilik hangi sebeplerle ve amaçlarla gerekçelendirilmeye çalışılırsa çalışılsın, Cumartesi’nden itibaren girişilen operasyonda yitirilecek her Mehmetçik, tıpkı Türkiye lehine kalıcı hiçbir sonuç üretmeyen Fırat Kalkanı Harekatı’nda şehit olan en az 72 askerimiz gibi, Esed rejiminin Suriye’de yeniden hakimiyet kurması için feda edilmiş olacak.
Hatırlanacağı gibi Erdoğan rejiminin 20 Aralık 2016 tarihinde Moskova’da Rusya ve İran ile altına imza koyduğu anlaşma metninin ilk maddesi açıktan “İran, Rusya ve Türkiye; çok sayıda etnik yapı barındıran, çok dinli, mezhepsel olmayan, demokratik ve laik bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan saygılarını yinelerler,” diyordu.
TARİH TEKERRÜR EDİYOR, ERDOĞAN REJİMİ RUS TERCİHİ İÇİN ÇALIŞIYOR
24 Aralık 2016’da yayınlanan bir yazıda “Erdoğan rejiminin imzaladığı anlaşmadaki bu maddenin bize söylediği, IŞİD’e ve türlü yobaz sürüsüne yem edilen Mehmetçiğin, Suriye’de Esed rejimi için savaştığından başka bir şey değil. İster el-Bab’da, ister başka bir yerde olsun Suriye topraklarında şehit düşen her askerimiz, IŞİD ve benzeri vahşi yobaz sürülerinden kurtarabildikleri her toprak parçasını anlaşma gereği Esed’e teslim etmek zorunda. Yani Erdoğan’ın batağa sürdüğü Mehmetçik, Suriye’de Esed’in toprakları için toprağa düşüyor,” demiştim. Şimdi tarih yine ve yeniden tekerrür ediyor.
Çünkü, uzunca bir zamandır Suriye hava sahasını Türk savaş uçaklarına kapamış olan Rusya’nın 69 veya 72 savaş uçağının operasyona katılmasına müsaade etmesi ve Afrin’deki sembolik askeri varlığını operasyon öncesi başka bir bölgeye kaydırması, Moskova’nın da bölge hakimiyeti için tercihinin Kürtler olmadığını gösteriyor. Kendileriyle birinci derecede herhangi bir sorunu bulunmayan Kürtlere bile yeşil ışık yakmayan Rusya’nın bölge hakimiyetini düşman bildiği ÖSO’ya bırakmayı hedefleyen bir denklemin parçası olmasını düşünmek ise herhalde büyük bir aptallık olacaktır.
Rusya’nın tercihi, Türkiye’nin nihai olarak bölgeye yerleşmesi de olamayacağına göre, geriye sadece Esed rejiminin bölgesel hakimiyetini yeniden tesis etmek kalıyor. Erdoğan rejiminin silahlı Kürt gruplara karşı sahada ÖSO’yu kullanıyor olması kimseyi yanıltmasın. Bu operasyonun orta ve uzun vadeli siyasi sonuçları Esed rejiminin bölgeye dönmesinden başka bir şeye hizmet etmiyor. Bir başka ifadeyle Erdoğan rejimi Türk askerlerinin hayatını, yıkmak için radikal İslamcı terör örgütlerini bile kullanıp koskoca bir ülkeyi yakmayı göze aldığı Esed rejiminin sınırlarımıza yeniden yerleşmesi için riske ediyor.
RUSYA, İKNA EDEMEDİĞİ KÜRTLERİ TÜRK SOPASIYLA YOLA GETİRİYOR
ABD’nin ne yapacağına gelince; İran ve Rusya’nın doğrudan sahaya indiği bir coğrafyada ABD’nin bugüne kadar yaptıklarından daha öte bir şey yapmaya kalkacağını savunmak için elimizde herhangi bir sebep bulunmuyor. ABD’nin derdinin bölgede yeni bir Kürt varlığı kurmaktan ziyade IŞİD’in yeniden hortlamasına müsaade etmemek olduğunu tahmin etmek için ise dahi olmak gerekmiyor. IŞİD’i engelleyecek en güçlü seçenek olarak yeniden Esed rejiminin öne çıktığı bir durumda bile ABD’nin bu rejimi kendisi, Batılı müttefikleri ve İsrail için tehdit oluşturmayacak bir düzlemde tutmasına hizmet edecek Kürt unsurlara verdiği destek büyük ihtimalle devam eder. Ama bu desteğin bölgede bir Kürt devletçiğine zemin hazırlayacak şekilde devam edip etmeyeceğini ABD’nin tercihlerinden ziyade, müttefikleri için sahada çatışmayı göze alabilen Rusya’nın bu duruma nasıl yaklaşacağı belirleyecektir. Rusya’nın mevcut pozisyonunun bile ABD’ye bu konuda fazlaca bir alan bırakmadığı düşünüldüğünde hareket alanının ne kadar kısıtlı olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Suriye Demokratik Meclisi’nden Nobahar Mustafa ve Kuzey Suriye Demokratik Yönetimi’nden Sinem Muhammed, Diken’e yaptıkları bir açıklamada, Rusya’nın Afrin’de izlediği siyasetin ana amacının ne olduğunu açıkça gösteriyor. Mustafa ve Muhammed Rusya’nın YPG’yi Afrin’i Esed rejimine teslime ikna etmeye çalıştığını, Kürtlerin ise bu teklifi reddettiğini söylüyor. Her ikisi de “Anlaşılan Kürtlerden istediklerini koparana kadar Türkiye’ye yol verecekler,” demeyi ihmal etmiyor.
Yani işin özeti ve acı gerçek şu ki, Erdoğan rejimi Türk ordusunu Moskova’nın Esed rejiminin bölgede yeniden hakimiyet kurmasını sağlama planı çerçevesinde Rusya ve Esed rejiminin amaçlarına hizmet edecek piyadeler olarak sahaya sürmüş bulunuyor. Olup bitenden benim anlayabildiğim bu. Zeytinin dalı, üzümün çöpü demeyip kendilerine verileni yalamadan yutmaya hazır on milyonlar için bu yazdıklarım hiçbir anlam ifade etmeyecek olsa da tarihe mütevazi bir not olarak düşmüş olalım.
(TR724)