Birileri Bir Ayna Tutsa Keşke… ‘Beyefendi Bi Bakıver’ Dese…

MELİS BURGAZ

Bu rejim, insanlara büyük haksızlıklar yapıyor. İnsanlar hapsediliyor, açlığa mahkum ediliyor, kaderleri ile oynanıyor, ölüyor, öldürülüyor. Bu dönem hepimizin kişisel tarihine bir “direnme” dönemi olarak iz bırakacak. Direnme dönemi…

Ağır zamanlardan geçiyoruz. Hesabını bir tek kendimize değil çocuklarımıza da verecek olduğumuz günler birbirini takip ediyor.
Bir saçmalığı anlayamadan, ayıplayamadan, diğeri bir taş gibi düşüyor kafamıza… “Yok artık” diyemez olduk. Çünkü “Var artık!” Anlaşılan o ki, gittikçe daha absürt söylemler ve uygulamalar ile karşılaşacağız.
Bu dönem, ilerde anlatmak istemeyeceğimiz ama aklımıza geldikçe içimizi yakacağını şimdiden bildiğimiz bir dönem.
Toplumun hala AKP seçmeni olarak gördüğümüz kesimi, yaşanılan siyasal ve kültürel değişime gayet güzel ayak uyduruyor gibi. Aile ilişkileri, insani ilişkileri, kadın erkek ilişkileri, cinsiyet algıları, günlük hayat, hukuktan tıbba kadar her alan, korkunç bir tempo ve ucuzlukla dönüşüyor.
Değişim zaman alır. Ama Türkiye’de yaşadığımız “gerileme” zamansızca, ışık hızıyla ilerliyor. Bunun bir nedeni de aslında 1920’lerden bu yana “geliştiğimizi” sanmış, gerçekte modernleşmeyi gündelik hayattan ve ülke yönetimine kadar içselleştirip hayatımıza bir parçası yapamamış olmamız.
Şahitlik ettiğimiz dönüşüm, çok kolay ve sancısız gerçekleşiyor gibi…
2017 yılında, müfredattan ‘evrim’ teorisini çıkarıp ‘cihatı’ koyabilmek bilinçli bir toplumla yapılacak iş değil. Bu anlamda son derece “malını tanıyan” bir hükümet ile karşı karşıyayız. Yaşadığımız hemen hemen her rezalet “tabanın” onayının yanı sıra memnuniyetine de mazhar oluyor.
Kendileri gibi düşünmeyenlere, kendilerinden olmayanlara ‘terörist’, ‘vatan haini’ demekten başka bir siyaset, bir manevra görebilen beri gelsin!
Ülke içinde ve dışında herkesle kavga ederek, herkesi tehdit ederek, dış siyaseti mafyatik bir ağız dalaşı haline getirmekle bir yere varılamayacağı çok açık.
Ülkeye hizmeti, betonculuk ve köprücülüğe endekslemiş durumdalar, hoş onlara da ne pisliklerin karıştığı biliniyor.
Sermayesi din olan, dini, inancı istismar etmek, Umre’de kendini Disneyland’da sanıp olmadık pozlar vermek, şehit cenazelerinde mest olmak, Kuran’dan yerli yersiz alıntıları tweet amaçlı kullanmak sanan insanlar ile işimiz…
Eğitim çöküyor, deve sidiğini antibiyotik diye pazarlayan, bu şarlatanlar saatler süren münazaracıklarını saatlerce seyreden insanlar ülkesine dönüşüyoruz.
Parlamento’nun iç tüzüğü alelacele değiştiriliyor. Amaç belli, milletvekillerinin de sesinin kısılmak, parlamentoyu bir “Saray Sekreteryasına” dönüştürüp, emirlerin daha hızlı ve tartışmasız yerine getirilmesine sağlamak.
Bu rejim, insanlara büyük haksızlıklar yapıyor.
İnsanlar hapsediliyor, açlığa mahkum ediliyor, kaderleri ile oynanıyor, ölüyor, öldürülüyor.
Ekonomi can çekişiyor, kutuplaşma olamayacağı kadar hayatımızda, dış politika tamamen iflas etmiş, aranızın iyi olduğu tek bir devlet kalmamış, haritada yerine zor bulabileceğimiz ülkelerinin kabile reisleri ile fotoğraf çekilip “Zokozilandiya da Türkiye’nin yanında!” demekten başka siyasetleri kalmadı!
Almanya artık tahammül etmeyeceğini açıkça belli etti. Nazi artığı hakaretini sineye çekenler, insan hakları mücadelesinin önemli isimlerinin, bir tezgahla Büyükada’da yaka paça gözaltına alınmasını, akabinde içlerinde bir Alman vatandaşının da olduğu altı kişinin hapse atılmasına artık sessiz kalamıyorlar.
Erdoğan ise tüm bunlar olup biterken aklını başını almak yerine, Almanya’ya ancak savaş sırasında yapılacak bir “takas” öneriyor, çünkü hala canını kurtarmak pahasına Almanya’ya sığınan “kanlılarının”, Türkiye’de yaşamak istemeyen insanların iade edilmeyeceği gerçeğini hazmedemiyor. Ardından hızını alamayıp, hukuk sistemlerinin çürüklüğünden, zenginliklerinin temelsizliğinden bahsediyor. Yakınlarından biri çıksa Sayın Erdoğan’a bir ayna uzatsa keşke. “Beyefendi bir bakıver” dese…
90 yıllık cumhuriyetin tarihi suçlarına, günahlarına, katliamlarına ve talanlarına, kendi döneminde hatırı sayılır bir “katkı” yapan bu yalana şerbetli rejimin “söyle namın yürüsün” siyaseti artık çekilir gibi değil.
Erdoğan’ın uluslararası arenada sarf ettiği sözleri, ancak 70lerde yeni yetme oğlanları okuyucu kitlesi kabul eden “Babayiğitliğin kitabı nasıl yazılır” elkitabı-kılavuzlarda bulabileceğimiz tarzda replikler…
Tüm bunlar olup biterken, umutsuzluğa kapılamamak, gelecek için endişelenmemek pek mümkün değil…
Romancı ve Şair May Sarton, 1963 yılında yayınlanan Journal of a Solitude adlı eserinde umutsuzluğa düşen insana hayatta kalmanın “anahtarını” göstermeye çalışırken, ağaçları taklit etmelerini önerir.
“… Doğada insan dışında umutsuzluğa düşen bir şey var mı? Ayağını tuzağa kaptıran bir hayvan umutsuz gözükmez. Hayatta kalmakla aşırı meşguldür. Tamamıyla sükunetli, istekli bir bekleyişle kuşatılmıştır. Bu bir anahtar mıdır? Hayatta kalmakla meşgul ol. Ağaçları taklit et. İyileşmek için kaybetmeyi öğren, ve hiçbir şeyin uzun süre aynı kalmayacağını anımsa, acının, ruhsal acının bile. Pencereden seyret. Geçmesine müsaade et. Aldırma...” der.
Hiçbir şeyin uzun süre aynı kalmayacağını anımsa.
Aldırma.
Hayatta kalmakla meşgul ol…
Bu dönem hepimizin kişisel tarihine bir “direnme” dönemi olarak iz bırakacak.
Kimimiz şiirle, kimimiz eylemle, kimimiz susarak, kimimiz ise duayla dik durmaya çalışacak, bu döneme meydan okuyacak…


Kaynak: http://www.kronos.news/tr/hayat-agaclar-ve-meydan-okumak/