Tutuklu Bir Entelektüel Portresi: Ali Ünal

İLHAN ATILGAN 

Türkiye’de ‘yerli aydın’ tartışması on yıllardır sürer gider. Doğu-Batı sentezi, özgünlük, topluma yabancılaşma gibi kavramlar etrafında dönen bu tartışmaya ne zaman rastlasam, aklıma hep değerinin bilinmediğini düşündüğüm bir entelektüel gelir: Ali Ünal.

Okuyucuyu Freud’dan İbn Arabî’ye, Descartes’tan Bediüzzaman’a kadar geniş bir zihin coğrafyasında dolaştıran Ali Ünal’ın bir gazetede köşe yazması Türk basını için kazançtı. Ali Ünal şimdilerde hapishanede gün dolduruyor.

Birçok okuru Ali Ünal’ı Zaman’daki köşe yazılarından, bazıları da ilmî çalışmalarından (özellikle Türkçe ve İngilizce hazırladığı Kur’an meallerinden) tanıyor. Ben Ali Ünal’ı yıllar önce, bir televizyon programında tanımıştım. Yol açıcı bir eser olarak önemsediğim fakat ileride yazarının daha kuşatıcı bir biçimde yeniden ele alacağını umduğum “Bir Portre Denemesi” adlı kitabını anlatıyordu. O gece ekranda Ali Ünal’ın entelektüel birikiminden çok duruşu etkilemişti beni. Bir 19 Mayıs günü hayatının değiştiğini anlatıyordu. 70’li yıllarda İslamcı camiada çok tartışılan o ünlü “Türkiye dar-ül harp mi, yoksa dar-ül İslam mı?” sorusuna Ali Ünal da cevap aramış. Bugünden bakınca havanda su dövmek farkı olmayan o tartışmaya aradığı çözümü İzmir’de, bir cami kürsüsünde bulmuş: “Türkiye dar-ül hizmettir!” Ali Ünal bunları tüyler ürperten bir içtenlikle anlatıyordu.
O güne dek fark edememiş olduğuma hayıflanarak Ali Ünal’ın her yazdığını izlemeye çalışmam böyle başladı. Cesurca özeleştirilerden kaçınmadığı, ezber bozan köşe yazıları her titiz okurun dikkatini çekmiştir. Dilerim, bir kısmı kitaplaşan o yazılar bir gün tek ciltte toplanır. Böyle bir toplam sadece Ali Ünal’ın entelektüel portresi olmayacak, tarihe tanıklık anlamında da gelecektir.
Ali Ünal, Zaman’ın köşe yazarları arasında (pazartesi Ali Ünal günüydü, nasıl unuturum!) iktidara en mesafeli yaklaşan isimlerdendi. Şimdilerde Zaman yazarlarını hükümetle işbirliği yapmakla suçlayan Ruşen Çakır bile o dönemde NTV’de yaptığı sabah programında bir gün Ali Ünal’ın yazısını alıntılamış, okuduğu “en sağlam eleştiri” olduğunu söylemişti. (Türkiye’de İslami kesimi “en iyi bilen gazeteci” Ruşen Çakır’ın temel İslami kavramlar konusundaki cehaletini de o programda öğrenmiştim.)
Gelgelelim, Ali Ünal hiçbir zaman, medya eleştirmenlerinin sığ yorumlarına ya da güncelin darlığına hapsedilecek yazılar yazmadı. Daha çok modern dünyada Din’in yanlış anlaşılmasının sebepleri üzerinde duruyordu. Günümüzde Risale-i Nur’u en iyi okuyanlardan biri olan Ali Ünal, Kur’an’a vukufuyla, modern hayat/din sorunsalına hep vahiy temelli yaklaştı. Bilimsellik zırhıyla İslam’a ve onun mesajına cahilce yaklaşanlara, iktidardan nemalanan teologlara, “ellerindekiyle sevinip gidenler”e karşı sözünü sakınmadı. Bunu yaparken de Freud’dan İbn Arabî’ye, Descartes’tan Bediüzzaman’a kadar geniş bir zihin coğrafyasının içinde dolaştırdı. Ali Ünal dinler tarihini titizlikle inceleyen (Hıristiyanlık ve Yahudilik üzerine yazdıklarında bunu görebilirsiniz), Kur’an’ı ve olayların iç yüzünü iyi okuyan bir Müslüman aydın modeli ortaya koydu.
Onun entelektüel çizgisini nitelemek için modern sosyal bilimlerin terimlerini değil de yalnızca “Nebevî” sıfatını tercih ederim. Örneğin, “hoşgörü ve diyalog” kavramları üzerine yazdıkları, konu hakkındaki tartışmaları bitirecek niteliktedir; meseleye az çok kafa yormuş herkes tarafından okunmasının şart olduğunu söylersem abartmış olmam.
Ali Ünal geniş okur kitlelerince daha çok mistik, “gaybdan haber veren” yazar imgesiyle tanınıyordu. Oysa dindar camianın en rasyonel yazarlarından biridir: mistik kültleri sarstığı, modern mistik akımlar hakkında Türkçede nadir rastlanan nitelikli metinlerden birine imza atmıştı; ardından süren tartışmaları meraklısı hatırlayacaktır.
Ali Ünal, kendi düşünsel ve manevî serüveninde ancak ilmin itibarını gözeten seçkin aydınların cesaret edeceği kopuşlar yaşadı. Entelektüel açlığının sonucu ve manevî yolculuğuna bir lütuf olarak doğru kılavuzların arkasından gitti. O, bilgisi kitaplarla sınırlı aydınlardan değil, inandığı gibi yaşayan âlim çizgisinin varislerindendir. Yaşamıyla da bunu göstermiştir: Ali Ünal kitaplarının telifi ücretini almaz, hak etmediği düşüncesiyle çalıştığı kurumun yemekhanesinde yemek yemezdi.
Ali Ünal’ın bir gazetede köşe yazması Türk basını için kazançtı. Aslında o uzun yıllardır gazeteciliğin içindeydi. 90’lı yıllarda Aksiyon dergisindeki kısa süre yöneticilik görevinden doğru bir kararla ayrılmış, yazı çalışmalarına yönelmişti. Gerçekten velut bir yazardı: Önüne daktiloyu ya da bilgisayarı koyar, çevresiyle ilişkisi kesip kısa sürede yazacağı metni bitirirdi. Türkiye’nin en verimli ve özgün entelektüellerinden biri, şimdilerde hapishanede gün dolduruyor.
Türkiye’de ‘yerli aydın’ tartışması ne zaman biter bilmiyorum. Bildiğim şu: Ali Ünal gibi ufuklu ve vicdanlı beş on entelektüel daha olsa, Türkiye farklı bir ülke olurdu.


Tutuklu bir entelektüelin portresi: Ali Ünal