[Adem Yavuz Arslan]
15 Temmuz akşamı, ilk asker köprüye çıktığı anda -daha hiçbir şey belli değilken- Erdoğan darbeyle ilgili olarak Cemaat’i işaret etti.
Bizden istediği ise gösterdiği noktaya odaklanmamız, baktıkça hipnoz olmamız ve her şeyiyle tuhaf olan bir girişime dair soru sormamamızdı.
Gerek darbe girişiminin neden olduğu şok gerekse de elindeki devasa propaganda canavarı sayesinde bunda başarılı oldu. Kanlı darbe girişimi Cemaat’e mal edildi ve ‘tartışmasız gerçek’ olarak sunuldu.
Önceden hazırlandığı belli olan tasfiye listeleri uygulamaya kondu, başta askerler olmak üzere hakiminden savcısına, öğretmeninden ev kadınına on binlerce insan tarihin gördüğü en büyük hukuksuzluklara muhatap oldu.
OHAL rejimi ile demokrasi ve hukuk tamamen rafa kaldırıldı.
Hukuk dışı yöntemlerle yüz binlerce insan işini, on binlercesi özgürlüğünü kaybetti. Ağır işkenceler yüzünden hayatını veya sağlığını kaybedenler oldu.
Çalınan referandum ile rejim değişikliği tescillendi.
DARBEYİ GAZETECİLER Mİ YAPMIŞTI?
Darbe girişiminin hemen ardından en büyük darbe medyaya vuruldu. 148 medya organı kapatıldı, 200’den fazla gazeteci tutuklandı.
Sosyal medyaya dahi yasak getirildi. Yaşanan hukuksuzluklara dair sayfalarca detay yazmak mümkün.
Fakat gelmek istediğim yer farklı.
Erdoğan ve AKP iktidarı 17/25 Aralık 2013’ten bu yana sistematik bir şekilde (aslında 2007’den itibaren adım adım medyayı ele geçiriyormuş fakat biz buna uyanamamışız) özgür medyayı bitirdi. Önce İpek Medya’yı susturdu, sonra da Zaman’a çöktü.
Darbeden sonra ise geri kalanlar kapatıldı, özgür gazeteciler tutuklandı. Bir şekilde yurtdışına çıkmayı başarabilenler ise seslerini duyuramadı.
Gelinen noktada hakikati arayacak sorgulayacak kimse kalmadı.
PEKİ GERÇEĞİ NASIL BULACAĞIZ?
Erdoğan ve MİT’in koordinesinde oluşturulan bir ‘resmi 15 Temmuz söylemi’ var. İktidar sahipleri herkesi sorgusuz sualsiz bu söyleme biat etmeye çağırıyor.
Ortadaki çelişkileri, cevapsız soruları, iktidarın söylemindeki derin boşlukları sorgulatmıyor.
Hasbelkader sorgulamaya kalkan olursa kendisini ‘Cemaatçi’ diye hapiste buldu. (Bu arada tekrar not düşüyorum; iktidarın ürettiği ‘F..Ö’ tanımını reddediyorum. Terör örgütü tanımını yargı yapabilir, siyasi iktidar değil.)
Mesela Cumhuriyet’ten Ahmet Şık’ın tutuklanmasının nedeni Aralık 2016’da yaptığı bir haftalık 15 Temmuz yazısı dizisiydi. Ahmet Şık iktidarın söylemlerindeki boşluklara dikkat çekince ‘Cemaat propagandası yapmaktan’ kendini hapiste buldu.
Cumhuriyet’e yapılan operasyonlar, yılların gazetecisi Enis Berberoğlu’nun tutuklanması da aynı senaryonun devamı.
Sözcü’ye yapılan baskın da öyle.
Uzun zamandır Erdoğan’ın hedefinde olan gazete 16 Mayıs’ta, merhum Ömer Halisdemir’in nasıl öldürüldüğüne dair detaylara dair bir haber yayınlayınca hedef oldu.
Oysa ki Sözcü’nün yaptığı Astsubay Kamil Aksoy’un mahkeme ifadesine yer vermekti. Fakat iktidar bu kadarına bile tahammül göstermedi.
DARBE BLOGUNA JET KAPAMA
Daha önce ifade ettiğim gibi, Erdoğan rejimi ‘resmi 15 Temmuz söylemi’nin sorgulanmasını istemiyor. Bir şekilde sorgulama cesareti gösteren ise kendini ya hapiste ya sürgünde buluyor.
Yurt dışında sürgünde olan gazeteciler ise ağır sansür ile karşı karşıya.
Mesela üzerinden bir yıla yakın zaman geçmesine rağmen ortada duran cevapsız sorulara ve mahkeme ifadeleriyle daha da belirginleşen şüphelere dair bir blog sayfası açmıştım.
15temmuzgercekleri.wordpress.com isimli mütevazi web sayfasında her gazetecinin yapması gerekeni yapıp darbe girişimine dair sorgulamalar yapıyordum.
Fakat sayfayı açmamdan bir hafta sonra başbakanlığın şikâyeti üzerine Ankara 6. Sulh Ceza Hakimliği kararıyla Türkiye’den erişime kapatıldı.
Daha önce yaklaşık 400 bin takipçiye sahip Twitter hesabıma da Türkiye’den erişimi durdurmuşlardı. Benzer durum tüm özgür gazeteciler için geçerli. Gazeteleri televizyonları kapatılan gazetecilerin web siteleri ve sosyal medya hesapları da kapatıldı.
Yaşanan zulümlere -cılız da olsa- itiraz edebilen Ahmet Taşgetiren’in bile yazısına sansür uygulandı.
Kısacası Erdoğan rejimi alternatif hiçbir sese, görüşe, fikre kapı açmıyor. Özellikle de konu 15 Temmuz darbe girişimi olunca.
DARBEYİ ARAŞTIRMAMA KOMİSYONU
Benzer durum TBMM darbeyi araştırma komisyonunda yaşandı. 15 Temmuz’da yaşanan kanlı olayları aydınlatmak amacıyla kurulduğu söylenen komisyon adeta ‘darbeyi araştırmama’ misyonu eda etti.
26 Temmuz 2016’da kurulması kararlaştırılan komisyon, AKP’nin üyeleri geç bildirmesi nedeniyle kurulduktan tam 71 gün sonra çalışmaya başlayabildi.
Komisyon daha ilk andan AKP’nin engellemeleriyle karşılaştı. Başkanlık divanına muhalif partilerden kimse alınmadı, önergeleri kabul edilmedi ya da gereği yapılmadı. Muhalefet partisi mensubu milletvekillerinin ısrarla komisyona davet etmek istedikleri Genelkurmay Başkanı, MİT müsteşarı gibi isimler çağrılmadı. Darbeyi araştırmaktan ziyade olayı Cemaat’e yıkmak için ne kadar Cemaat muhalifi isim varsa komisyona çağrıldı.
Fakat AKP’nin yoğun manipülasyonları, engelleme çalışmalarına rağmen komisyonda yaşanan ‘kaza’lar 15 Temmuz’a dair resmi söylemi tehdit edince Erdoğan devreye girdi.
9 Aralık 2016’da ‘komisyon artık çalışmalarını sonlandırmalıdır’ diyen Erdoğan’ın talebini emir telakki eden komisyonun AKP’li üyeleri 4 Ocak 2017’de çalışmaları bitirdi. Hileli referanduma kadar sessiz kalan komisyon 27 Mayıs’ta taslak raporunu açıkladı.
İlginçtir, komisyonun muhalefet partilerine mensup vekilleri, 657 sayfalık raporu basından öğrendiler.
Bir başka tuhaflık da bu aşamada yaşandı çünkü muhalefet partilerine şerh yazmaları için sadece 10 gün süre verildi.
Kim tarafından yazıldığı bile bilinmeyen, komisyonda tartışılmayan rapora Erdoğan’ın resmi söylemine uygun bir sonuç yazıldı. Havuz’da çıkan haberleri derleyen komisyon ‘yeni tek bir bulgu’ya yer vermeden raporunu bitirdi.
MAHKEMELERE DOĞRUDAN BASKI
15 Temmuz’a dair sorulara cevap bulmak için son fırsat mahkemelerdi. Çünkü bugüne kadar ortaya çıkan iddianameler ve basına servis edilen bölük pörçük ifadeler de hep ‘resmi 15 Temmuz söylemi’ne paraleldi.
Kaldı ki bizzat Anadolu Ajansı’nın servis ettiği fotoğraflardan görüldüğü şekliyle sanıklara ağır işkenceler yapılmıştı.
Nitekim mahkeme safhasında birçok sanık ilk ifadelerinin ağır işkence altında alındığını belirterek önceki ifadelerini kabul etmedi.
Mahkemeler başlayınca darbeye dair soru işaretleri arttı. Çünkü sanıkların verdikleri ifadeler, dile getirdikleri detaylar iktidarın söylemini boşa çıkarıyordu. Her gelişme sonrası CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği ‘kontrollü darbe’ tezi güçlendi.
Erdoğan bu durumdan rahatsız olup devreye girdi.
Önce AKP teşkilatlarından kaldırılan otobüslerle mahkemelere taraftar taşındı. Mahkeme önlerinde toplanan kalabalıklara idam ipi attırılarak sanıklara psikolojik baskı yapıldı.
Mahkeme salonlarına AKP’li vekiller görevlendirildi. Aydın Ünal gibi isimler ‘buradan tabutları çıkacak’ beyanatları verdiler.
Bütün bunlar da yeterli olmayınca Erdoğan bizzat devreye girdi ve ‘danışmanlarım aracılığı ile bütün mahkemeleri takip ettiriyorum’ dedi. Hatta mahkemelerin vermesi gereken kararı bile açıkladı.
Bu ifadeler doğrudan mahkeme heyetlerine baskı amaçlıydı.
Başka örneklerle uzatmak mümkün. Erdoğan ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak gördüğü 15 Temmuz’a dair resmi söylemin sorgulanmasına, şüphelerin dile getirilmesine izin vermiyor.
Herkesin kendi senaryosuna kayıtsız biat etmesini istiyor.
GAZETECİLERİN TARİHİ MİSYONU
Gelinen noktada şurası artık net:
Erdoğan ve AKP’nin korktuğu bir şeyler var. Bu çok açık. Kendine güvenen, hikâyesinden emin olan bir iktidar, üstelik elinde tüm devlet imkanları varken olayı araştırmak yerine üzerini örtmeye çalışmaz. Kaldı ki suçladıkları Cemaat ve mensupları aylardır “15 Temmuz aydınlatılsın, mahkemeler canlı yayınlansın” kampanyası yapıyor.
CHP’nin raporunda da ifade edildiği gibi 15 Temmuz’u bilen de vardı bekleyen de. Çelişkili ifadeler, tutarsız açıklamalar gösteriyor ki Erdoğan ve Fidan koordinesinde kontrollü bir darbe yapılmış.
Tuhaf bir şekilde harekete geçen küçük bir grubun hangi motivasyonla hareket ettiği henüz netleşmedi fakat şunu biliyoruz; O gece sokağa çıkarılan ve kimin silahından çıktığı belli olmayan kurşunlarla şehit olan 249 kişi bugün hayatta olabilirdi.
Bu tarihi ve zor sınavda biz gazetecilere düşen tüm tehditlere, sansüre ve imkansızlıklara rağmen gerçeğin peşinden koşmak.
Ucu kime ve nereye çıkarsa çıksın 15 Temmuz’un faillerini aramak.
(TR724)