Şahin Alpay’dan Ikinci Silivri Mektubu..

Zaman Gazetesi Yazarı Şahin Alpay, Silivri Cezaevi’nden ikinci bir mektup gönderdi. 455 gündür haksız yere tutuklu bulunan Şahin Alpay, P24 ile paylaştığı mektubunda, 12 Eylül darbesi sonrası Sağmalcılar’da hapis yatanlarla bugün Silivri Cezaevi’nde yatanlara dair kıyaslama yaparak değerlendirmelerde bulunuyor.
Ümit Aslanbay’ın Ali Sirmen ile yaptığı söyleşi kitabını okuduğunu ve iki dönemin cezaevi şartlarını karşılaştırdığını anlatan Alpay, şunları kaleme almış: “Aynı kuşağa mensup olduğumuz Ali Bey anılarında “Ben 12 Eylül’ün, 12 Mart’ın hapishanelerini de mahkemelerini de gördüm. Her ikisi de bugünün sivil mahkemeleri ve hapishanelerinden daha az kötüydü,” diyor. (s. 127) Bu gözlemi, 30-35 yılda nereden nereye geldiğimize dair iyi bir fikir veriyor. Bir de değişmeyene dair gözlemi var: “Üniversiteye başladığımda memleket nasıl kurtulacak diye dertleniyorduk. Hâlâ aynı şeyi konuşuyoruz.” (s. 168) Aynen.”
Alpay, “2017’de Silivri’de yatanların 30-35 yıl önce Sağmalcılar’da yatanlara nazaran üstünlüğü olduğu muhakkak: dilediğimiz zaman yıkanabiliyoruz.” diye ekliyor.
Mektubun tam metni şöyle:
Silivri Mektubu: Sağmalcılar’dan Silivri’ye
ŞAHİN ALPAY
2017’de Silivri’de yatanların 30-35 yıl önce Sağmalcılar’da yatanlara nazaran üstünlüğü olduğu muhakkak: dilediğimiz zaman yıkanabiliyoruz
Geçen Mayıs ayında Ümit Aslanbay’ın Ali Sirmen ile yaptığı ve Bir eski Cumhuriyet için başlığıyla yayımlanan söyleşinin ilanını görünce meraklandım; çocuklarımdan hemen bu kitaptan bir nüsha getirmelerini rica ettim.
Daha kitabı okumaya fırsat bulamadan, Sirmen’in şu satırları da içeren yazısı çıktı: Cumhuriyet yazarları yanında “Aynı görüşleri paylaşmadığım Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Ahmet ve Mehmet Altan için de aynı üzüntüyü ve utancı duyuyorum. Haksız yere yattıklarına inandığım onlar da özgür olmadan kimse gerçek anlamda özgür olmayacak.” (Cumhuriyet, 11 Haziran 2017)
Bu satırların beni  ne kadar duygulandırdığını tahmin edersiniz. Hemen çocuklarımdan Sirmen’i arayıp kalbî şükranlarımı iletmelerini istedim. Bilmem, mesajım eline ulaştı mı?
18-19 Eylül’de, 14 ay sonra, ilk duruşmaya çıkana kadar mektup yazma hakkımız yoktu.  Silivri’den yazdığım ilk mektup P24’te 3 Ekim 2017’de çıktı.  Bu ikinci mektubum, Sirmen’in büyük bir ilgiyle okuduğum anıları üzerine.
1992’de yaşanan Cumhuriyet bölünmesi ve başka konular hakkındaki değerlendirmelerim Sayın Sirmen’den hayli farklı. Kısmet olur, ben de anılarımı yayınlama fırsatını bulursam, bu farklar görülebilir.
Ümit Aslanbay çok isabetli bir şey yapmış, Sirmen’in Cumhuriyet’te Ağustos 2008’de, “Sağmalcılar cezaevinin öyküsü” başlığıyla yayımlanan hapishane anılarını kitabın sonuna eklemiş. Sirmen’in 30-35 yıl öncesine ait hapishane gözlemleriyle benim güncel hapishane gözlemlerimi karşılaştırmak heyecan verici oldu.
Aynı kuşağa mensup olduğumuz Ali Bey anılarında “Ben 12 Eylül’ün, 12 Mart’ın hapishanelerini de mahkemelerini de gördüm. Her ikisi de bugünün sivil mahkemeleri ve hapishanelerinden daha az kötüydü,” diyor. (s. 127) Bu gözlemi, 30-35 yılda nereden nereye geldiğimize dair iyi bir fikir veriyor. Bir de değişmeyene dair gözlemi var: “Üniversiteye başladığımda memleket nasıl kurtulacak diye dertleniyorduk. Hâlâ aynı şeyi konuşuyoruz.” (s. 168) Aynen.
Değişmeyenler bağlamında çok çarpıcı olan, Sirmen’in Sağmalcılar ve benim Silivri gözlemlerimizin hemen tamamen örtüşmesi:
“Türkiye gibi bir ülkede hapse düşmenin utanılacak bir yanı yoktur, ya da övünülecek…” (s. 234)
“Bizi sindirmek için yapılan bu olay karşısında ağlayıp sızlamak değil, hafife almak gerekir.” (s. 235)
“İnsan tecritten/gözaltından çıkıp koğuşa gittiği zaman, tahliye olmuş gibi hissediyor…”(s. 238)
“Hapishaneye hayat okulu derler, doğruymuş…”(s. 253)
“Doğrusu çok pis bir iş olarak gördüğüm bulaşıkta kendi içinde arındığını hissediyorsun…”(s. 254)
“Dünyanın her noktasına aynı uzaklıkta olan mekân, hapishanedir.” (s. 257)
“Kafayı çalıştırsak hiç burada olur muyduk?” (s. 273)
“Televizyonumuz vardı. Ağaçları, çiçekleri, sokakları, caddeleri, kadınları, kedileri, denizleri, dağları beyazcamda da olsa görüyorduk.” (s.280)
“Tek başına volta atarken alır başını gidersin, kimi zaman deniz kıyısına inersin…” (s.291)
Arama: “Koğuş kapıları birden hızla açılır… Gardiyanlar, askerler sert bir tonla emrederler…” (s.304)
O sıra 50’li yaşlarında olan Hüseyin Baş, Sirmen’e “10-15 yıl sonra iki katını yatmaya razıyım…” demiş. (s. 262) Şu sıra 70’li yaşlarımda olan ben bilemiyorum.
Bir tutuklu da Sirmen’e, “Öyle deme Ali ağabey, yaşam hapishanede de güzeldir, demiş.” (s.253)
Ona hiç hak vermiyorum. Ali Sirmen ortalama 90 kişilik koğuşlarda kalmış; ben 3 kişilik koğuşlarda kalıyorum. Hangisi daha iyi? Emin değilim.
2016-2017’de Silivri’de yatanların 30-35 yıl önce Sağmalcılar’da yatanlara nazaran bir üstünlüğü olduğu muhakkak: koğuşta dilediğimiz zaman yıkanabiliyoruz.
Bu mektupla hem Ali Bey’e selam ve saygılarımı gönderiyorum, hem de dost ve okurlarıma hapishane hayatıma dair ilave bilgiler vermiş oluyorum.
Sevgilerimle,
Şahin Alpay (Tutuklu)
Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Bölüm 9, A4 BLOK-ODA 1/ 23 Ekim 2017