Gaz Odasından Önceki Son Durak…

[Adem Yavuz Arslan]

Bir süredir gelip geçerken gözüme takılıyordu.
Memorial Bridge’den Washington DC’ye girdiğinizde solunuzda kalan Holokost (Yahudi Soykırımı) Müzesi’nin duvarında yer alan afişte ‘Bazıları komşumuzdu’ başlıklı bir sergi ilanı vardı.
Bu müzeye daha önce gelip dar vakitte hızlıca gezmiştim ama ‘bazıları komşumuzdu’ başlığı merakımı celbetti. Son 4 yıldır Türkiye’de yaşananların da etkisiyle olsa gerek, tekrar gidip görmek, ‘tanıklıkları’ dinlemek istedim.
Holokost Müzesi zaten sarsıcı bir yer.
nazi spotDile kolay, 6 milyona yakın Yahudi, Nazi Almanya’sı döneminde sistemli bir şekilde öldürüldü.
İstatistiklere göre ölenlerin 1 milyonu çocuktu.
Sergide yer alan fotoğrafları, gazete manşetlerini ve video kayıtlarını gördüğünüzde ‘tanıdık geliyor’ diyorsunuz.
Tabi ki Türkiye’de yaşananlar, Erdoğan rejiminin Cemaat’e yönelik operasyonları -şimdilik- Yahudi Soykırımı ile kıyaslanamaz.
Ancak unutmamak gerekir ki Yahudilere yönelik soykırım da tam olarak böyle başlamıştı.
Önce örgütlü ve devamlı propaganda ile Yahudiler, Romanlar ve Polonyalılar şeytanlaştırıldı. Yasal düzenlemelerle -Meşhur Parlamento Yangını tezgâhı ile- Hitler istediği tüm yasaları kolayca çıkarıp, tüm muhalifleri süpürmüştü. Tıpkı Erdoğan’ın 15 Temmuz ‘kontrollü darbe’ kumpası sonrası çıkardığı KHK’larla yaptığı gibi hakları ellerinden alındı.
Ardından toplumun her alanından tasfiye edildiler.
Kitlesel olarak tutuklandılar. Son aşamada gettolara toplanıp oradan da ‘kesin çözüm’ olarak ölüm kamplarına yollandılar.
Müzenin koridorlarında dolaşırken soykırıma giden yolu adım adım görebiliyorsunuz.
Hitler’in iktidara gelişi, propaganda yöntemleri, devasa mitingleri, gençleri mobilize edişi ve Goebbels’in ‘dâhiyane’ kampanyaları ibretlik.
‘DEVLET DÜŞMANI’
Hitler’in Alman toplumunu hipnotize etme aracı radyo olmuş.
Propaganda bakanı Goebbels’in ‘fikirleri’ radyo üzerinden yayılmış. (Erdoğan rejiminin tüm muhalif kanallara el koyup, açık tüm televizyon kanallarından 7/24 propaganda yapması gibi…)
Şeytanlaştırma ve akabinde toplumun her alanından soyutlanma sistematik olarak yapılmış. Restoranların, işyerlerinin, spor alanlarının bile kapısına ‘Yahudiler giremez’ yazıları asılmış. (Türkiye’de benzerlerini gördük.)
YAHUDİLERİN MALI ARTIK MİLLETİN MALIDIR
Yahudilere ait para eden ne varsa el konmuş.
El koyma ve kamulaştırma ilanlarında ise ‘Yahudilerin malları artık milletin malı’ başlığı kullanılmış. Cemaat’e ait tüm kurumlara el koyup önünde ‘Elhamdülillah’ diyerek selfie çeken ve bunları yayınlayanlar da aynı söylemi kullanıyorlar.
Onlara göre Cemaat’e ait okullar, yurtlar, üniversiteler, medya kuruluşları, banka ve diğer kurumlar artık ‘milletin malı’.
Propaganda bültenleri ise bugünün Havuz medyası ile neredeyse aynı. İlginç benzerliklerden birisi ise şu: Hitler rejimi el broşürleri dağıtarak vatandaşa ‘ihbarcı olun’ çağrısı yapmış.
Erdoğan’ın miting meydanlarından, televizyon ekranlarından ‘konu komşu kim varsa bildirin’ çağrıları ile bunlar arasındaki benzerlik de ilginç.
Kitlesel tutuklamalar da ‘tanıdık’. Hitler Almanya’sında insanlar biner biner tutuklanıyordu. Son üç yıldır Türkiye’de de kitlesel tutuklamalar var. Ben bu yazıyı yazarken Havuz medyası ve hükümet sözcüleri ‘yeni tutuklama dalgası’nın haberini veriyordu.
EL KONULAN MALLAR HARAÇ MEZAT SATILMIŞ
Hitler Almanya’sında tutuklanan, sürgüne gönderilenlerin malları ise haraç mezaç satılmış. O zamanlar TMSF türü bir yapı olmadığı için olsa gerek şehir meydanlarına kurulan platformlarda Yahudilerin malları satılmış.
Kitaplar, dergiler, hatta dini kitaplar şehir meydanlarında ateşe verilmiş. Yakılan kitapların sayısı korkunç.
Erdoğan rejiminin de 1000 den fazla okul, 17 üniversite ve çok sayıda dergi, yayınevi, gazete-TV kapattığı, birçok yerde kitapları imha ettikleri, kapatılan gazetelerin arşivlerine ulaşımı engelledikleri düşünülürse diktatörlerin ortak yönleri görülebiliyor.
KADINLAR HER DÖNEM MAZLUM
Her dönemde zalimler en çok kadınlara zulmediyorlar. Esir kamplarında ölümü bekleyen kadınlar ve çocuklara ait fotoğraflar sarsıcı.
Henüz Türkiye’de ne laik kesimin ne de diğer ‘dini cemaatlerin!’ dikkatini çekmedi ama Erdoğan rejiminin kadınlara -Cemaat kadınlarına demek daha doğru- yaptığı zulmün hesabı yok.
Tek başına nezarette doğum yapandan, gördüğü işkence yüzünden aklını kaybedene, tecavüze uğrayandan intihar edene kadar onlarca trajik örnek var.
17 bin civarında kadının tutuklandığı, bunlarla birlikte 500 civarında bebek ve küçük çocuğun cezaevlerinde olduğu bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Maalesef ne Türkiye’deki kadın hakları savunucuları ne de dünya bu zulmü görmedi.
Görmemekte ısrar ediyorlar.
Müzede başka benzerlikler de var. Fakat şu günlerde ‘yeni’ olan başka bir sergi var.
‘Bazıları komşumuzdu’ başlığı ile açılan sergide Yahudi Soykırımı’nın ‘sosyolojik boyutu’ anlatılıyor.
Soykırımdan kurtulanlar ‘beraber büyüdükleri, aynı okula gittikleri, aynı iş yerinde çalıştıkları, kız alıp verdikleri, kapı komşusu oldukları insanların kendilerine yaptıkları zulmü, zulme karşı çıkmayışlarını’ anlatıyorlar.
Şahitlere göre halk desteği olmasa Hitler bu soykırımı yapamayacaktı.
Soykırımdan kurtulup Amerika’ya kaçabilenlerden Hilda Henneh Siche “İnsanlar (Yahudi düşmanlığı için) çok hevesli değildi ama kimse karşı bir şey de yapmadı” diye anlatmış mesela o döneme dair izlenimlerini.
‘KİMİ KORKUDAN KİMİ KARİYER BEKLENTİSİNDEN’
Notlara, anlatımlara göre soykırıma destek olan veya sessiz kalanların bir kısmı korkusundan bir kısmı kariyer beklentisinden bir kısmı kişisel husumetten parçası olmuş sürecin.
Bunları okurken Türkiye’de yaşananlarla paralellik kurmamak imkânsız.
Her şey bir yana, neredeyse 40 yıldır bir birini tanıyan, aile olan, aynı işyerlerinde çalışan insanlar Erdoğan rejiminin ektiği nefret atmosferi sebebiyle birbirini ihbar ediyorlar.
Oğlunu ‘terörist’ diye ihbar eden, eşini şikâyet eden, kardeşini ‘Cemaatçi’ diye ihbar edenleri gördük.
Hatta Erdoğan’ı yolda durdurup ‘bizim sitede Cemaatçiler var. Evlerine-işyerlerine el koyun’ diye akıl veren ‘dindar kadınlar’ arzı endam etti televizyon ekranlarından.
Veya ‘tutukladıkları adamların eşlerine, kızlarına ganimet gözüyle bakanları’ da gördük…
Sürecin başından bu yana el konulan şirket sayısı bini geçmiş.
Bunların içerisinde Koza İpek Holding ve Boydaklar gibi binlerce kişiye işveren devasa şirketler de var. Yıllar boyu bu insanlardan iyilikten başka bir şey görmeyen ‘yeni Türkiye’nin seçkinleri’ şimdi bu şirketleri yağmalıyorlar.
Daha önce dediğim gibi, Türkiye’de Cemaate yönelik yapılanlar tabi ki bir Holokost değil.
Kıyaslamak bile doğru olmayabilir.
Ancak şurası unutulmamalı, gaz odasında biten süreç Yahudileri dışlamakla başlamıştı.
Sonrası neler olduğu malum.
Eğer Erdoğan, Gülen Cemaati mensuplarını kamplara toplayıp gaz odalarında yakmıyorsa buna imkân bulamadığı içindir.
Müzeden çıkarken duvardaki ‘never again-bir daha asla’ yazısı gözüme takıldı.
İçimden ‘keşke öyle olsaydı’ dedim ama zalim diktatörler oldukça mazlum topluluklar da olacak hatta soykırıma uğrayacaklar.
Abarttığımı düşünebilirsiniz.
Ama hatırlatayım, az sonra gaz odasında ölüme gidecek olan Yahudiler de ‘bir elin kendilerini kurtaracağına’ inanıyordu.

PAPA’YI DUYDUNUZ MU EY İSLAM ÂLİMLERİ!

papaGeçtiğimiz günlerde Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis bir ilke imza atarak TED konferansında konuşmacı oldu.
Papa Francis’in konuşması birçok yönüyle ABD medyasında geniş yer buldu. Özellikle de ‘iktidar-demokrasi’ bağlamındaki sözleri çok tartışıldı.
Meraklısı internetten konferansı izleyebilir.
Bence mutlaka izleyin. Şu bölüme ise özellikle dikkat edin:
“Şunu açık ve net söyleyeyim: Ne kadar güçlenirseniz, insanların yaşamları üzerinde etkiniz ne kadar artarsa, o derece alçakgönüllü olmak zorundasınız. Eğer bunu beceremezseniz, iktidarınız sizi çürütür siz de halkı. Arjantin’de bir halk deyimi var: ‘İktidar aç karna alkol almak gibidir’. Eğer alçakgönüllü ve duyarlı bir insan değilseniz, başınız döner, sarhoş olursunuz, dengenizi kaybedersiniz ve nihayetinde hem kendinize hem de topluma zarar verirsiniz.”
Papa’nın söyledikleri bunlar.
Bir de bizim âlim bildiklerimizin söylediklerine bakın.
(TR724)