[Adem Yavuz Arslan, yazdı]
Türkiye, YouTube’a yüklenen bir ses kaydı ile sarsıldı.
‘Seçim Güdümü’ isimli bir hesaptan yüklenen ve ‘ortam dinlemesi’ olduğu anlaşılan kayıtta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in yaptığı toplantı vardı.
Bu denli ‘çok gizli’ bir toplantının böyle sızması ayrı bir skandaldı fakat içerik o kadar büyük skandaldı ki ‘sızma’ doğal olarak ikinci plana düştü.
Kayıtlarda Davutoğlu’nun, dönemin başbakanı Erdoğan’ın Suriye’ye operasyon istediğini anlattığı görülüyor.
MİT Müsteşarı Fidan ise ‘gerekirse Suriye’ye dört adam göndererek Türkiye’ye sekiz füze attırıp gerekçe üretebileceklerini’ söylüyor.
MİT Müsteşarı Fidan ‘Türkiye-Suriye sınırının kontrol edilmediğini, her yerde bombalar patlayacağını’ söylerken Yaşar Güler ‘Hakan Bey’in desteklenmesi yoluyla muhaliflere silah ve mühimmat gönderilmesi gerektiğini’ anlatıyor.
Aynı konuşmanın devamında Güler ‘Katarlıların peşin parayla mühimmat aradığını, ilgili bakanların talimat vermesi halinde MKE’ye silah ürettirebileceklerini’ söylüyor.
Fidan ise devamında ‘Suriye’ye 2 bine yakın TIR malzeme gönderildiğini‘ anlatıyor.
Suriye’ye girmek için ‘gerekçe’ aranırken Fidan ‘gerekirse Süleyman Şah’a da bir saldırı düzenleyebileceklerini’ veya ‘önden saldırtabileceklerini’ söylüyor. (Bu ses kaydı da faili meçhule gitti, hala kaydı kimin sızdırdığı tespit edilemedi. Kayıt bir ‘zihniyet analizi’ için muhteşem veriler içeriyor. Meraklıları internetten bulup tekrar okuyabilir…)
‘HALKI GALEYANA GETİRMEK İÇİN CAMİ BOMBALATTIK’
23 Eylül 2010 tarihinde Habertürk’e bir röportaj veren emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu hem Türkiye hem de Kıbrıs’ta büyük tartışma doğuracak şu cümleleri kullanmıştı;
“Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela.”
Habertürk (o yıllarda gazetecilik yapıyor olsa gerek) muhabiri “Cami mi yaktınız?” diye sorunca Yirmibeşoğlu “Mesela yani…” deyip konuyu değiştiriyor.
2016 yılı Ocak ayında ölen Yirmibeşoğlu’nun ‘özel harp’e dair tek itirafı bu değildi.
1991 yılında verdiği bir röportajda “6- 7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” ifadelerini kullanmıştı.
Adı ‘derin devlet’ ve ‘Gladyo’ ile anılan Yirmibeşoğlu Turgut Özal’a suikast girişimiyle de irtibatlı olabileceği gerekçesiyle, 1991 yılında da emekli edilmişti.
‘HÂKİMLERİ KORKUTMAK İÇİN BOMBA ATTIRIYORDUM’
Emekli Korgeneral Altay Tokat, Aktüel dergisinin 27 Temmuz 2006 tarihli sayısında Semin Gümüşel’in sorularını yanıtlarken Güneydoğu’da yaşananlara dair ilginç detaylar paylaşmıştı.
Emekli Korgeneral Tokat, Güneydoğu’da görev yaparken bölgeye yeni gelen hâkim ve memurlar ‘işlerini ciddiye alıp, hizaya girsinler’ diye etrafa bomba attırdığını itiraf etti.
Tokat “Mesaj vermek istemiştim” dedi.
‘HİZBULLAH VE PKK’DAN ÇIKAN SİLAHLAR JANDARMANIN’
15 Kasım 2000.
Polis, Hizbullah’ın çok güçlü olduğu Cizre’de, Yasef Mahallesi Nehir Sokak’ta iki katlı bir eve baskın düzenledi. Ev sıradan görünüyordu. Ev sahibi A.G. isimli bir manavdı. Polisler evi didik didik ettiler ancak herhangi bir suç unsuruna rastlayamadılar.
Yine de, İstanbul İstihbarat Şube ‘evin cephanelik’ olduğunda ısrarlıydı. Sonra zemin katta bulunan karpuz sergisinin altındaki beton kırıldı. İstihbarat doğruydu, ‘özel harp nizamnamesine göre depolanmış’ 99 adet uzun namlulu silah çıktı.
Şırnak polisi günlerce ‘bir sivilin yapamayacağı şekilde depolanmış’ bu silahları temizledikten sonra kriminal laboratuara gönderdi. Gelen sonuç şok edici türdendi. Zira Hizbullah’tan yakalanan bu silahlar kayıtlara ‘PKK eylemleri’ diye geçen bazı ‘karanlık’ olaylarda kullanılmıştı.
Dahası bazı silahların envanter kaydı Ergenekon döneminden tanıdığımız Levent Ersöz’ün başında olduğu Şırnak Jandarma’sıydı. Benzer bir sonuç bir yıl sonra İdil’de yapılan bir operasyonda da çıkacaktı. PKK’lı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan kişilerde ‘jandarmaya ait’ silahlar bulunmuştu.
‘DKHP/C DEN YAKALANAN ZANLI ZİRVE CİNAYETİ’NDE AZMETTİRİCİ BÜYÜK ABİ’
5 Aralık 1995.
Malatya’da faal olan bir DHKP/C hücresi bir av bayiini soyarken suçüstü yakalandı. Yakalanan iki DHKP/C militanından birisi Bülent Varol Aral’dı. Sorguda ise ilginç bir gelişme yaşandı. MİT Malatya Bölge Müdürlüğü’nden emniyete gelen görevli ‘bizim adamımız’ diyerek Aral’ı sorgudan kurtardı.
Emniyet, olayı F4 raporu ile tutanak altına alırken uzun yıllar Aral’dan haber alınmadı. Ta ki 2007’de ki Malatya Zirve Cinayeti’ne kadar. Aral, Zirve Yayınevi’nde misyonerleri öldüren 3 zanlıyı azmettirme iddiasıyla tutuklandı. O yıllarda ‘radikal İslamcı’ bir portre arz ediyordu. (Bu olaya dair detayları ve söz konusu raporun orijinalini Ergenekon’un Zirvesi kitabımda yayınlamıştım. Aradan bu kadar zaman geçti hala o kitaptan tutuklama kararı çıkarmadılar. Hayret!)
‘DİNK’İ TEHDİT EDEN MİTÇİ ERGENEKON’DA DA AKTİF’
Hrant Dink’i İstanbul Valiliğinde tehdit eden MİT’çi Özel Yılmaz’dı.
Hakkında işlem yapılmadığı gibi terfi ederek İzmir’e tayin edilmişti. Aynı ismin Bedrettin Dalan’a gözaltına alınacağını söyleyip kaçmasına da yardım ettiği ortaya çıktı. (Bu cinayete dair en kapsamlı ve somut verileri içeren kitabın yazarı olarak bana tutuklama kararı veren mahkeme Özel Yılmaz’a takipsizlik verdi.)
‘TÜRKİYE TARİHİ ÖZEL HARP TARİHİ SAYILIR’
Türkiye tarihi biraz da ‘derin devlet’in tarihidir.
Her önemli olayda, dönüm noktasında ‘özellikle kendi halkına karşı psikolojik harp yapmakta uzman’ olan Psikolojik Harp Dairesi’nin izini görmek mümkün.
Hatta mafyatik hesaplaşmalardan tutun da ‘KCK’ya kadar birçok olayda istihbaratın izleri var.
Mesela Danıştay saldırısında çalışmayan kameraların ardından MİT’çi O.Ç.’nin çıkması, Aleaddin Çakıcı’dan çıkan pasaportun MİT’çi F.M.’ye ait olması, Akın Birdal Suikastını üstlenen Türk İntikam Tugayı ile MİT’çiler Kaşif Kozanoğlu ve Yavuz Ataç’ın irtibatlı olması, Suriye muhalefetinin sembol isimlerinden Albay Mustafa Harmuş’un kaçırılarak Esad’a teslim edilmesi (burada kurşuna dizilmesi) olayında MİT’çi Ö.S.’nin çıkması (Ö.S. bu suçtan 20 yıl hapis cezası alırken bölge başkanı M.A.A. ‘beklendiği gibi’ beraat etti) ve Sauna Çetesi’nden Yargıtay-MİT skandalına kadar her olayda ‘istihbaratın’ izi var.
KCK-MİT ilişkisine dair ise yazı dizisi yapmak lazım.
Elinde bomba ile yakalanan bir KCK’lının emniyet sorgusundan MİT tarafından nasıl çıkarıldığını bizzat sorguyu yapan emniyet müdüründen dinlemiştim.
Bu hatırlatmaları yapmamın nedeni şu:
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden neredeyse 9 ay geçti. Bu sürede darbeye dair temel sorular bile cevaplandırılamadığı gibi yeni sorular da eklendi.
Bu aşamada ‘darbeyi kimin organize ettiği, kimlerin katıldığı’ hala muamma. Yaklaşık 250 kişinin hayatını kaybettiği darbe girişimi için ‘Allah’ın bize bir lütfü’ diyen Erdoğan ve AKP’nin 15 Temmuz’a dair sorulara cevap arama niyeti yok.
Zira her şey gerçekten de ‘Allah’ın lüftü’ oldu ve Erdoğan başta Cemaat olmak üzere ‘canını sıkan’ herkesi, her şeyi silip süpürüyor.
DARBENİN AKTÖRLERİ MEÇHUL AMA MAĞDURLAR BELLİ
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıkladığı son rakamlara göre 113 bin 260 kişi Cemaate yönelik operasyonlarda gözaltına alındı. Yaklaşık 50 bin kişi tutuklu. Tutuklulardan 11 bine yakını polis, 8 bine yakını asker ve 168’i general. 3 bine yakın hakim ve savcının yanında 27 bine yakın sivil cezaevinde.
Darbeyi Cemaat’e mal etmek hem Erdoğan, hem de Cemaat nefreti yüzünden gözleri-basiretleri bağlanmış kesimler için en konforlusu.
Şu aşamada bu dengeyi bozacak bir güç de gözükmüyor.
ABD ve Alman istihbarat teşkilatlarına, İngiltere Dışişleri Bakanlığı raporuna ve NATO’dan sızan görüşlere göre 15 Temmuz’un arkasında Gülen’in olduğuna dair bir kanıt yok.
İngilizlere göre ‘bireysel katılımlar’ var.
KİM BU ‘BİREYSEL KATILANLAR?’ YA DA ‘DEVLET’ CEMAAT’E NE KADAR SIZDI?
Tabiri caizse ‘zurnanın zırt dediği yer’ de bu ‘bireysel katılımlar’.
Çünkü Gülen Cemaati’nin darbeye kalkışmasının akılla mantıkla izah edilebilir bir tarafı yok. Dünyanın 170 ülkesinde olan bir hareketin -başarılı olsa bile – bir darbeye bulaşması sonunu getirir.
Cemaatin bunu hesaplayamayacak kadar basireti bağlanmış olamaz.
Kaldı ki, bütün hayatı kovuşturmalar, baskılar ve takiplerle geçen Gülen’in en zor dönemlerinde bile ‘sivil iktidarı’ desteklediği bilinen bir durum.
Dahası 17/25 Aralık yolsuzluk skandalı ile başlayan süreçte Erdoğan, arkasına devletin tüm gücünü de alarak, Cemaate savaş açtı.
Bunca zulme rağmen Cemaat’den sertlik yanlısı bir tutum gelmedi.
Erdoğan’ın binlerce kişiyi ordudan tasfiye etmek için hazırlık yaptığını sağır sultan bile duymuşken asker 15 Temmuz’da ‘garip bir şekilde’ harekete geçti.
Daha baştan itibaren ‘başarısız olmaya göre planlanmış’ bir hamle yapıldı ve Erdoğan’da bu pası çok iyi değerlendirdi.
BU GENERALLER, SUBAYLAR VE POLİSLER CEMAATÇİ İSE DARBEYE NEDEN DİRENDİLER?
Şimdi soru şu: Erdoğan’ın ‘Cemaatçi’ diye tasfiye ettiği rakamlar doğru ise…
Her iki generalden birisi (bu arada Gülen’in ve Cemaat’in tarihini bilenler, varsa bile ‘Cemaatçi generallerin’ şu zamana kadar en fazla tuğgeneral seviyesine çıkabileceğini bilirler) subayların ve polisin büyük bir kısmı ‘Cemaatçiyse’ bu isimler darbeye neden katılmadı?
Üstelik bizzat MİT’e giderek darbeyi ihbar eden Binbaşı H.A. ‘Cemaatçi’ diye tutuklu. ‘Cemaatçi’ diye tutuklanan binlerce subay ve polis darbeye katılmamış hatta birçoğu direnmiş.
Peki, Akıncı Üssü’nde olan ve ‘Cemaati bu işe bulaştırmak için’ özel çaba sarf eden ‘siviller’ kimlerdi?
Gerçekte kim adına hareket ediyorlardı?
Okuduğum iddianameler, ifadeler ve haberlerden anladığım şu: Erdoğan, orduda yükselen tepki dalgasını fark etmiş ki bu da normal. Darbe ihtimalini bilen yandaş yazar ve yayın yönetmenleri bile vardı.
MİT ve TSK içindeki bazı gruplarla kontrollü bir darbe planladılar.
Bunun için ‘karşıya 3 adam gönderip bu tarafa 5 roket atılması’ gerekiyordu ki Akıncı Üssü’ndeki sivillere dair en mantıklı açıklama da bu.
Belki bugün, yarın olmaz ama ileride bir gün “15 Temmuz muhteşem bir özel harp operasyonuydu” itirafını bir röportajdan okuruz.
(TR724)