SAVCI, ‘SENARYO’ 15 TEMMUZ TUTANAĞINI DOĞRULADI

Gazeteci Ahmet Dönmez, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin önemli bir belgeyi haberleştirdi. 15 Temmuz darbe girişimi yargılamalarından biri olan ve Akıncı Dava dosyası olarak bilinen dosyada yer alan tutanakta, 16 Temmuz 2016 gecesi saat 01.00’de 3-4 saat sonra yaşanacaklar yazılmış. Tutanağı imzalayan isim ise  Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı olan Serdar Coşkun.

Bu resmi belgeye göre o gece daha olaylar yaşanmadan 01.00’de TBMM ve Cumhurbaşkanlığı kavşağının bombalanması yazılmış. Aynı belgede, olmadığı halde MİT’in kuşatılması ve Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Emniyet İstihbarat Dairesinin bombalanması gibi olaylar da yer almış.

Gazeteci Ahmet Dönmez ’15 Temmuz’u sarsacak belge’yi değerlendirdi

NEDİM ŞENER ÜZERİNDEN YALANLARKEN, BELGEYİ TEYİT ETTİ

Çarpıcı belge üzerine yandaş medya ve yazarları konuyu yalanlamaya çalıştı. Nedim Şener, Serdar Coşkun imzalı tutanakla ilgili ise Savcı Coşkun’un kendisine anlatıklarını köşesine taşıdı. Coşkun adına yalanlama yapmaya çalışan Şener, savcının ağzından belgeyi doğruladı. Şener’in kaleme aldığına göre, savcı Coşkun o tutanak ve belgeyle ilgili şu savunmayı yaptı:

“Tutanak 16 Temmuz saat 01.00’de yazılmaya başlandı, gece boyu yaşanan gelişmeler kendisine bildirildikçe tutanağa eklendi. O gecenin karmaşasında ne aktarıldıysa o haliyle yazıldı. Aktarılan her olayla ilgili gözaltılar savcının talimatı ve onayı ile yapıldı. Tutanağın çıktısı 16 Temmuz sabahı saat 07.00’de alınıp Savcı Coşkun tarafından imzalandı. O yüzden tutanağın altındaki saat soruşturmanın başladığı 01.00 olarak kaldı, olaylar devam ettiği için bitiş saati yazılmadı. Saat 07.00’de imzalandığını gösteren ayrıntı ise tutanakta o saatten sonra gerçekleşen olayların yer almamasıydı. Tutanak UYAP’ta hiç açılmadı, kağıt çıktı taranıp bir iki gün sonra UYAP’a kaydı yapıldı. Daha sonra Ankara’daki tüm darbe dava dosyalarında soruşturmanın başlangıç evraklarından biri olarak yer aldı.”

Gazeteci Dönmez ikinci gün ise bu açıklamaları çürüttü. İki gün üstü üste kaleme aldığı yazılarıyla 15 Temmuz darbe girişiminin kimlerin kurgusu olduğunun açık edildiğini yazdı. Ahmet Dönmez’in haber analiz ve yazılarının tamamı şöyle:

İŞTE 15 TEMMUZ’U SARSACAK BELGE: Savcı, olaylar daha olmadan tutanağa yazmış

15 Temmuz resmi tezini çökertecek önemli bir belge ulaştı elime. Bu belge, Akıncı dava dosyasında bulunan resmi bir tutanak. Altında, o sırada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı olan Serdar Coşkun’un imzası var. İlk soruşturmalara dayanak teşkil etmesi amacıyla hazırlanan ve ilgili yerlere gönderilen tutanağın tarihi 16 Temmuz 2016. Saati ise 01.00. Yani kalkışmanın fiilen başlamasından 3 saat sonrası. Ancak tutanakta, daha henüz gerçekleşmemiş olaylar sanki olmuş gibi yazıyor. Mesela TBMM’nin ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi kavşağının bombalanması gibi… Ayrıca o gece hiç yaşanmayan olaylar da sanki cereyan etmiş gibi tutanağa yazılmış. MİT yerleşkesinin askeri birliklerce kuşatılması, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın ve Emniyet İstihbarat Dairesi’nin bombalanması gibi… Yaşanmış olayların saatleri ise hep yanlış. Bu skandal belge, “Tutanak önceden hazırlanmış bir simülasyona göre mi düzenlendi?” sorusunu akıllara getiriyor. “Tutanağı gerçekten savcı mı hazırladı?” kuşkusuna yol açacak kadar skandallarla dolu.

****

Önce belgede ne yazıyor, kelimesi kelimesine bakalım:

“Ankara’da 15/07/2016 günü saat 21.00 sıralarında bir kısım askeri birliklerde hareketlilik başladığı, aynı saatlerde İstanbul’daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri’nin jandarma kuvvetleri tarafından ulaşıma kapatıldığının haber kanallarında yayınlandığı, Ankara’daki Emniyet birimlerinden edinilen bilgiye göre askeri birliklerin bir grubunun emir komuta zinciri dışında darbe yapmaya kalkıştığını bildirdiği, bu haberle birlikte savaş uçaklarının saat 21.00 sıralarında Ankara semalarında uçuşlara başladığı, bu uçuşların halkı korkutmak için alçak uçuş şeklinde gerçekleştirildiği, helikopterlerin havalanıp bazı kamu binalarına saldırı gerçekleştirdiği, savaş uçakları ve helikopterde kamu binalarına ateş açılmaya başlandığı, Ankara Yenimahalle’deki Milli İstihbarat Teşkilatı binalarının askeri birliklerce kuşatıldığı, MİT ile kuşatan askeri birliklerin çatışmaya girdiği, aynı şekilde TSK’ya bağlı zırhlı birliklerin Ankara’daki kritik kamu kurumlarını silahlı olarak kuşattığı, kamu kurumlarındaki görevlilerin hedef alındığı, ateş açıldığı, ölümlerin meydana geldiği, Gölbaşı’nda Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bombalandığı, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın hava saldırısına uğradığı, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nü zırhlı birliklerin kuşatıp içeriye girdiği, uçakların alçak uçuş yapıp bombalamalar gerçekleştirdiği, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin kuşatıldığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve bazı kamu görevlilerinin, kuşatan askeri birliklerce rehin alınıp götürüldüğü, TRT’ye el koyan askeri birliklerin yayın akışını durdurduğu, basın açıklaması yaptıkları, TSK’nın yönetime el koyduğunu açıkladıkları, aynı şekilde bazı özel televizyon kanallarının kuşatılıp  askeri birliklerce ele geçirildiği, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı’nda çatışma çıktığı, bir kısım askeri personelin rehin tutulduğu, TBMM’nin bombalandığı, bu bombalamalar sırasında ölümler meydana geldiği, uçakların bombalamalara katıldığı, TSK’nın içindeki bir cuntanın darbe yaptığının öğrenilmesi üzerine halkın meydanlara çıktığı, darbeyi sivil inisiyatifin önlemeye çalıştığı, savaş uçaklarının halkın toplandığı yerlerde ses bombaları patlatıp kişileri yıldırmaya çalıştığı, Genelkurmay sitesinde basın açıklaması yapıldığı, darbenin gerekçesinin 3 sayfa basın açıklaması şeklinde kamuoyuna duyurulduğu, tüm Bakanlıklara ‘harekat yıldırım’ öncelik dereceli, gizli 152215C TEM 16 tarih saat gruplu, YSK:26702250-1920-97480-16/PER.PL.VE YNT.D.GEN. AMİRAL/1 dosya numaralı mesaj formunun ‘Yurtta Sulh Konseyi Başkanı’ imzası ile yayımlandığı, kaleme alanın Kurmay Albay Cemil Turhan, Tuğgeneral Mehmet Partigöç olduğu, her ile bir sıkıyönetim komutanı atandığı, ayrıca sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirmeler yapıldığı (Askeri Savcı ve Hakim), aynı şekilde diğer atamalar başlığı altında kuvvet komutanlıkları, Genelkurmay Başkanlığı ve diğer askeri makamlara atamalar yapıldığı, darbeyi gerçekleştirmeye çalışan kişilerin çeşitli askeri makamlara bu atamaları yaptıklarının kamuoyuna duyurulduğu, bombalama ve darbe teşebbüsü sırasında kaç kişinin öldüğünün kesin şekilde belli olmadığı, ancak birçok sivil, polis ve askerin bu olaylar sırasında öldüğünün anlaşıldığı, benzer şekilde İstanbul ve diğer illerde de uçak ve askeri helikopterlerin benzer fiillerde bulunduğu, Türkiye genelinde Fethullah Gülen’in askeri birimlerde yapılanan kadrolarının mevcut hükümeti yıkmak ve devlet yönetimini ele geçirmek üzere Anayasa’yı ihlal eden darbe teşebbüsünde bulundukları anlaşıldığından re’sen bu tutanak düzenlenip olayların soruşturulmasına başlanmasına.. 16/07/2016 Saat 01.00”

SAATLER TAMAMEN YANLIŞ

Sıra sıra gidelim.

“İstanbul’daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri’nin jandarma kuvvetleri tarafından ulaşıma kapatıldığı” haberi 21.00 civarında değil, Akıncı iddianamesine göre tam 22.28’de televizyonlara düştü. Tutanakta yaklaşık 1 buçuk saatlik bir sapma var.

Aynı şekilde F-16’ların saat 21.00 sıralarında Ankara semalarında uçuşa başladığı yazıyor. Oysa Akıncı iddianamesine göre o gece Ankara üzerinde ilk uçağın kalkış saati 22.08. Dönemin Muharip Hava Kuvveti Komutanı Mehmet Şanver’in ceride defterlerini sıkı sıkı inceleyerek yazdığı kitabı “15 Temmuz – Kartal Yuvasının İstilası” isimli kitaba göre de ilk kalkış 22.01’de. Savcı Serdar Coşkun, burada da 1 saatten fazla bir sapmaya imza atmış.

16 Temmuz sabahı Boğaz Köprüsü

Saat 21.00’de henüz hiç bir yerde hareketlilik yok. Beylerbeyi’ndeki küçük çaplı olaylar saat 21.30’da başlıyor. Köprünün bir ayağının kapatılması ise 22.00 civarı.

Tutanakta, “Ankara Yenimahalle’deki Milli İstihbarat Teşkilatı binalarının askeri birliklerce kuşatıldığı” ve “MİT ile kuşatan askeri birliklerin çatışmaya girdiği” de yazılı. Ancak o gece hiç bir zaman MİT binası askeri birliklerce kuşatılmadı. Dolayısıyla bahsedildiği gibi bir çatışma da olmadı. Havadan 2 adet Cobra ve 1 Skorsky tipi helikopterle MİT yerleşkesine ateş açıldı. MİT’in TBMM’ye gönderdiği 36 sayfalık rapora göre, bu ateşe hafif silahlarla karşılık verildi. Ama belgede bahsedildiği şekilde bir çatışma değildi bu.

Ayrıca tutanakta yazdığı gibi Özel Kuvvetler Komutanlığı hiç bombalanmadı. Polis Özel Harekat bombalandı. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na da bomba atılmadı. Ankara Emniyet’e hava saldırısı oldu, evet ama bunu zaten tutanakta belirtiyor. Yani Ankara Emniyet yerine yanlışlıkla İstihbarat Daire yazmış olma ihtimali yok. Bu arada Ankara Emniyet de zırhlı birliklerce kuşatılmadı. Bu şekilde karadan içeriye giren askeri birlikler olmadı. 2 kişinin şehit olduğu, 39 kişinin de yaralandığı bombanın atılma saati ise 00.56. Yani tutanağın tutulmasından 4 dakika önce. Bu sırada savcının bunu duyup anında tutanağa geçirme ihtimali yok gibi bir şey.

MECLİS BOMBALANMADAN 1.5 SAAT ÖNCE ‘BOMBALANDI’ DİYE YAZMIŞ

Gelelim TBMM’ye… Tutanağın yazıldığı sırada TBMM’ye bomba atılmasına yaklaşık 1 buçuk saat vardı. Ama savcı, tutanağa bunu da sanki bombalanmış gibi yazdı. Akıncı iddianamesi ile Mehmet Şanver’in açıkladığı ceride kayıtları bu noktada örtüşüyor. Her ikisine göre de Meclis’e atılan ilk bombanın saati, 02.35. İkinci bombalamanın saati ise 03.24. Savcı Serdar Coşkun’un öngörüsü, akıllara durgunluk verecek cinsten. Yalnız öngörüde eksik olan bir şey var. O da Meclis’te kimsenin ölmemesi. Tutanakta, TBMM’ye yapılan saldırı sonucu ölüler olduğu yazılı.

Resmi belgede, bazı özel televizyon kanallarının askeri birliklerce kuşatılmasından da söz ediliyor. Nedense isim verilmiyor. O gece sadece CNN Türk, Hürriyet ve Kanal D’nin bulunduğu Doğan Medya Center darbeci askerlerce basıldı. Peki saat kaçta? Bu olayla ilgili hazırlanan iddianameye göre saat 03.10’da. Yani bu olay da Savcı’nın tutanağı yazmasından 2 saat sonra başlıyor. Hem de onun belirttiği ile hiç ilgisi olmayan bir şekilde. Çünkü zırhlı birliklerce değil, helikopterle gelen bir avuç darbeci asker tarafından baskın yapılıyor. Bunu küçük görmüyor ve basitleştirmiyorum. Sonuçta darbe gecesi silahlı askerler geldiği için, büyük bir tehdit söz konusu.  Burada dikkat çekmeye çalıştığım şey, savcının tutanağının hiç bir şekilde gerçeklerle örtüşmemesi. İddianameye göre baskına, 3’ü yüzbaşı, 11’i er olmak üzere toplam 14 kişi geldi. Sonra saat 04.00 sularında, Binbaşı Mehmet Türk komutasındaki 17 öğrenci astsubay takviye amaçlı geliyor. Bu baskınla ilgili davada yargılanan sanık sayısı zaten 19.

Son olarak Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile ilgili bölüme bakalım. Tutanakta yazıldığı gibi Cumhurbaşkanlığı Külliyesi kuşatılmadı. Saray’ı “teslim almak üzere” giden asker sayısı kaç biliyor musunuz? Sadece 13. Bunların üçü rütbeli, geri kalan 10 tanesi er.

Külliye’ye bomba da atılmadı. Nedense yan taraftaki köprülü kavşak ve otopark bombalandı. Bunun saati ise Akıncı iddianamesine göre 06.19. Yani Coşkun’un tutanağından yaklaşık 5 buçuk saat sonra.

Tek sayfalık tutanaktaki bir diğer yanlış , o gece uçakların ses bombası attığı bilgisi. O geceses bombası kullanılmadı. Alçak uçuş ve hızdan dolayı oluşan sonik patlama, ses bombası sanıldı.

Bir diğer hata, darbecilerin Genelkurmay başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarına atama yapıp bunu kamuoyuna duyurduğu bilgisi. Böyle bir şey de olmadı.

Ayrıca o saat itibariyle savcının hemen Fethullah Gülen’i ‘fail’ ilan etmesi de soru işareti taşıyor. Siyasiler bu yönde açıklama yapabilir ama bir savcının hiç bir delile ulaşmadan böyle bir tutanak tutması, hukuki olmaktan ziyade ’siyasi’ bir metin hazırlandığını gösteriyor.

BELGE NE MANAYA GELİYOR?

UYAP’a girmiş bu belgenin ardından hızlı bir şekilde soruşturma başlatılıp ilk gözaltılar yapıldı.

Tek sayfalık bir tutanakta, bu kadar çok hata olması normal değil. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Neredeyse her bir cümle, her bir bilgi yanlış. Savcının ve 15 Temmuz sözcülerinin bunu açıklaması gerekiyor.

Bu kadar önemli bir olayda, bu kadar önemli bir belgenin baştan sona yanlışlarla dolu olması izaha muhtaç.

Ayrıca yaşanmamış hadiseler ve ölümler de “Acaba, başka şeyler de planlandı da hayata geçirilemedi mi?” sorusunu sorduruyor.

Haydi diyelim ki o gecenin heyecanı ile saatleri karıştırdı. Özel Harekat yerine Özel Kuvvetler yazdı. Ankara Emniyet’i de Emniyet İstihbarat Daire başkanlığı ile karıştırdı. Peki ya hiç olmayan olaylar? Peki ya o saatte henüz vuku bulmamış hadiseler?

Haydi yine diyelim ki tutanağın saatini sehven yanlış yazdı. Ki böyle bir şeyin olma ihtimali çok çok düşük. Çünkü adı üstünde tutanak bu. Tutanakta en önemli şey, o belgenin kayıt altına alındığı tarih, saat ve imzadır. Tutanak, yaşanan bir hadisenin bütün maddi bilgileri ve doğruları ile kayıt altına alınması amacıyla yazılır zaten.

Tek başına bu belgenin her şeyi çözeceğini iddia etmiyorum. Sadece bu belge üzerine bir gerçeklik kurgulanamaz. Bunu da kabul ediyorum. Fakat çok şey anlattığı kesin. Bu belge, 15 Temmuz’un öncesi ve sonrasında yaşananlara baktığımızda bir yere tekabül ediyor. Bir şeyleri tamamlıyor. O gece Cumhurbaşkanı’nın, MİT Müsteşarı’nın ve diğer bir çok üst düzey devlet yöneticisinin tavırlarına, çelişkili açıklamalarına, yargıdan kaçmalarına, ifade vermemelerine, o tutanağın imzalanmasından itibaren yaşanan olaylara, tasfiyelere ve siyaseten Türkiye’nin hangi noktaya geldiğine bakarak şunu net olarak söyleyebiliriz: O gece yaşanacak olayların büyük bölümü devlet tarafından biliniyordu. O yüzden de kontrollü darbe idi.

Peki nasıl biliniyordu? İki ihtimal var:

1- Planı yapan Saray, MİT, Hulusi Akar ve Ergenekon uzantıları idi. Bu planlamaları yapıp cemaat içerisindeki elemanları eliyle hayata geçirdiler. Birileri gerçekten darbe yaptığını zannederken aslında bir kurgunun figüranlarıydı. Akıl almaz bir kumpasa düşürüldüler.

2- Planı yapanlar cemaat içinden Adil Öksüz gibi birileri idi ama içeriden ‘yukarıya’, yani Saray’a bilgi iletiliyordu. ‘Yukarısı’ an be an planı haber alıyor ve hatta ona göre yönlendiriyordu. Gerekli bütün tedbirleri alarak, “Bırakın gelsinler” dediler ve planın hayata geçirilmesine göz yumdular.

Her iki ihtimalde de affedilmez bir şekilde karşımıza fail olarak ‘devlet’ çıkıyor. Cumhurbaşkanı ile, istihbarat teşkilatı ile, Genelkurmay Başkanı ile bazı kuvvet komutanları ile bir ‘devlet’ organizasyonu var. Ama bu, demokratik, laik, sosyal bir HUKUK DEVLETİ olan Türkiye Cumhuriyeti devleti değil. Zaten hiç bir zaman öyle bir devlet olmadı. O ilkeler daima kağıt üzerinde kaldı. Hukuksuzluğu, kumpas kurmayı, katletmeyi, zulmetmeyi, dönemsel olarak hedef seçtiği bir vatandaş grubunun başına çorap örmeyi, kriminalize etmeyi, düşmanlaştırmayı çok iyi bilen o ‘devlet’, burada da sahne aldı.

Savcı Coşkun’un Nedim Şener üzerinden belgeyi teyit edip, olayın çarpıtıldığına dair açıklamaları üzerine  Ahmet Dönmez’in 05 Şubat 2019 tarihinde kaleme aldığı ikinci yazısı şöyle:

HODRİ MEYDAN! BİRİ BU BELGEYİ İZAH ETSİN

Dün yayınladığım Savcı Serdar Coşkun imzalı tutanak, doğal olarak çok ses getirdi. Üzerinde günlerce tartışmaya değer çok önemli bir belge. 15 Temmuz’la ilgili bilinen doğruları, resmi kurguyu kökünden sarsabilecek bir evrak.

Neden mi?

İzah edeceğim.

Bir kere belge gerçek.

Akıncı dava dosyasında var. Tutanağı dosyaya koyan, sanıklar ya da avukatları değil. Ben de değilim. Mahkemenin kendisi.

Dosya orada duruyor. Onlarca, yüzlerce avukatın elinde. İsteyen dosyaya bakabilir.

****

Gelelim evrakın kendisine.

Şunu hatırdan uzak tutmayalım: Bu bir tutanak.

Tutanak, adı üstünde, spesifik bir zaman diliminde yaşanan bir olayı bütün somut ve maddi bilgileri ile birlikte kayıt altına almaktır. İleride kaybolması, unutulması, niteliğini yitirmesi, şartların değişmesi, bazı şeylerin gözardı edilmesi ihtimaline binaen hemen oracıkta tarih ve saat yazarak durumu zabıt altına almaktır. Orada hazır bulunan herkes de altını imzalar.

Bunu bir tarafa koyalım.

Peki neden o saatte alelacele böyle bir tutanak tanzim ediliyor?

Bunun cevabını, hemen o saat itibariyle yaşanmaya başlayan hadiselere bakıp verebiliriz.

Önce tutanak hazırlanıyor, sonra buna dayanarak gözaltı emirleri çıkarılıyor. Binlerce hakim ve savcının o gece daha saat 01.00’de görevlerinden alınması ve sabah saat 04.00 sularında evlerinden toplanmaya başlanması, bir acelenin varlığını gösteriyor.Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, “15 Temmuz’u 16’sına bağlayan gece saat 01.00’de 2 bin 740 yargı mensubunun görevine son verdik” demişti. Demek ki, “Neden o saatte böyle bir belge hazırlansın ki?” argümanı anlamlı değil.

*****

Tutanağın altındaki saatin sehven 01.00 yazılmış olabileceği itirazı da anlamlı değil.

Neden mi?

Şöyle bir teklifte bulunmak istiyorum: Bir oyun oynayalım ve yazının altındaki tarih ve saati kapatalım. Hatta yok farzedelim. İsteyen gelsin, belgenin altına dilediği tarihi ve saati yazsın. Yine belgenin önemi ortadan kalkmaz. Skandal yine skandal.

Nasıl mı?

Çünkü oraya hangi tarihi, hangi saati yazarsanız yazın sonuç çok değişmiyor. Hatta zaman ilerledikçe savcının hata yapma payının azalması gerekir. Hadiselerin biraz daha yerine oturması, neyin ne olduğunun anlaşılması ve aydınlanması dolayısıyla tutanakta daha az yanlış yapması icap eder. Fakat bu öyle bir evrak ki neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

İtiraz eden yandaşlara soruyorum, mesela bu tutanağı saat kaçta tutmuş olabilir savcı? Kaçta yazarsa sorun çözülüyor?

Daha somut gidelim. Altına 16 Temmuz 2016, saat 01.00 değil de 02.00 yazalım mesela. Yine Meclis bombalanmamış, Külliye bombalanmamış, CNN Türk hala basılmamış. Ama tutanakta hepsinin gerçekleştiği yazıyor.

03.00 diyelim. Külliye halen bombalanmamış, CNN Türk halen basılmamış.

Mesela yandaş gazeteci Zihni Çakır diyor ki, tutanak saat 04.00’te Dikmen’deki Hakimevi’nde tutuldu. Bu saat itibariyle Külliye kavşağı halen bombalanmamış. İkisine de 2 saatten fazla var. Peki savcı bunları saat 04.00’te nasıl tutanağa yazabiliyor?

Farz-ı muhal saat 06.00’da yazıldı diyelim. Külliye halen bombalanmamış.

07.00 olsun. Artık sabah. Saldırıların hepsi vuku bulmuş, evet. Her ne kadar Külliye kavşağı bombalaması henüz çok sıcak olsa da diğer hadiselerin üzerinden bir kaç saat geçmiş. Darbe bastırılmış, neyin ne olduğu büyük oranda açığa çıkmış. Savcı o saatte artık daha sağlıklı bilgiler alabilecek durumda. Mesela MİT’i karadan zırhlı birlikler kuşatmış mı kuşatmamış mı, bilebilir. Meclis’teki bombalamada ölen var mı yok mu, bilebilir. Doğan Medya binası zırhlı birliklerce mi kuşatılmış, bilebilir. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın o gece hiç bombalanmadığını o saat itibariyle bilebilir. Keza Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın hiç bombalanmadığını da bilebilir. Ankara Emniyeti’nin yerden zırhlı birliklerce kuşatılmadığını, havadan saldırıya uğradığını bilebilir. Darbecilerin akşam saatlerinde Genelkurmay Başkanlığı’na ve kuvvet komutanlıklarına atama yapıp yapmadıklarını, bunu kamuoyuna deklare edip etmediklerini bilebilir. Ama bunların hepsi tutanakta olmuş gibi yazılı.

Yani, o evrakta yazılı olup da aslında ne o gece ne de sonra hiç gerçekleşmeyen olaylar var. Bunları ne yapacağız? Bunları neyle izah edeceğiz? Zamanın ilerlemesi, tutanak tarih ve saatinin sarkması, savcının daha da aleyhine bir tablo doğurur. Çünkü zaman ilerledikçe olayları ve hasarın boyutunu daha net görebileceği için afaki şeyler yazma ihtimali zayıflar. Bu nedenle, 16 Temmuz sabah 07.00’den daha ileri sarkacak her ihtimal, doğru orantılı olarak savcıyı daha da zor durumda bırakır.

Dolayısıyla tarih ve saat üzerinden belgeye yöneltilebilecek itirazlar, havada kalmaya mahkumdur.

****

Tutanağı daha geç bir saatte hazırladı ama ilk tasfiyelere gerekçe olsun diye altına saat 01.00 yazdı diyelim. Ki bu da büyük bir skandal olur.

Neden?

Bir kere yukarıda değindiğim gibi, zabıt tutmanın mantığına aykırı bir durum. Bir tutanak, var olanı tespit altına alma amacıyla tutulur. Orada tarih, saat ve yer en önemli maddi bilgilerdir. Bunların yanlış olduğu bir tutanağın hükmü yoktur.

Bir savcı bir olayı tutanak altına alıp da altına yanlış saat, yanlış tarih yazamaz. Yanlış bir bilgi de yazamaz. Mesela olay yerinde tabanca yokken var yazamaz, uyuşturucu yokken var yazamaz, yaralı veya ölü yokken var yazamaz. Gelecekte olması muhtemel olayları veya kendi öngörülerini ya da yorumlarını, analizini de yazamaz. Çünkü bu bir tutanak. Sahte resmi evrak düzenlemeye girer.

Diyelim ki saat 01.00’de tutanağı tutmaya başladı ve yazması saatler sürdü. Yani evrakı açtı ve ucunu açık bıraktı. Sabah saatlerine kadar yazmayı sürdürdü. Ki Zihni Çakır öyle diyor. “01.00’de başladı, 04.00’te bitti” diyor.

Bu ihtimal de iki açıdan çürük.

1- Önce saat yazılıp tutanak tutulmaz. Her şey yazıldıktan sonra imza ile birlikte tarih ve saat atılır. Bu kadar uzun süren tutanaktan sonra, imza altına alındığı bitiş saati de mutlaka yazılır. Yazılması gerekir.

2- Tutanağı açıp olaylar cerayan ettikçe yazdığı ihtimali, savcıyı daha zor durumda bırakır. Çünkü buradan, yaşananları son derece bilinçli olarak takip ettiği anlamı çıkar. Oysa yazılanlara bakıyorsunuz, ancak savcının zil zurna sarhoş olması gerek böyle bir metin çıkarması için. İçinde hiç yaşanmamış olaylar var. Her cümle, her bilgi yanlış. Böyle bir savcı tutanağı olamaz. Tekrar ediyorum; O-LA-MAZ! Böyle bir ihtimal yok.

Ancak işin içinde başka bir işin olması gerekir. Dün de dediğim gibi, daha önceden hazırlanan bir simülasyona göre hazırlanmış bir evrak gibi duruyor. Hazırlayan savcı mı ondan da emin değilim. Olayların bitişini beklemeden alelacele işleme sokulmuş bir tutanağa benziyor. Nasıl olsa bir kaç saat sonra fiilen Türkiye’de yeni bir rejime geçilecek, binlerce insan gözaltına alınmaya başlanacak, işkencelerden geçirilecek, OHAL ilan edilecek, hukuk rafa kaldırılacak, insanlar konuşmaya bile korkar hale gelecek ve 1 yıl bile geçmeden de resmen tek adamlık rejimine geçilecektir. Kim hesap sorabilecektir ki?!

*****

Başka ne söylenebilir?

Bir tek, belgenin gerçek olmadığı, Savcı Coşkun’un hiç böyle bir tutanak tanzim etmediği iddia edebilir. Onu da bizzat mahkemenin resmi dava dosyası çürütüyor. Bu belge, dosyada duruyor. Mahkeme tarafından kullanılıyor.

Şu durumda halen Yargıtay üyesi olan Serdar Coşkun’un, kendisine ait olmayan bir belgeyi dosyaya koydukları için mahkemeye dava açması gerekir. Sorumlulardan hesap sorması gerekir.

Şu ana kadar Sayın Coşkun’dan bir açıklama veya yalanlama da gelmedi.

Buradan yandaş arkadaşlara bir çağrı yapıyorum. Medya olduğu gibi ellerinde. Haber ajansları, bin tane gazeteleri, televizyonları var. İşte meydan orada.  Haydi ben yurtdışındayım ve kaynaklara erişimim, muhataplara sorma imkanım sınırlı. Savcı da orada duruyor, dosya da… Zihni Çakır da diğer yandaş gazeteciler de gitsinler savcıya sorsunlar. Çürütsünler haberi.

SAVCI 2 GÜN ÖNCEDEN DARBEYİ NASIL İHBAR ETTİ?

Bu arada bu belge, şu anda Yargıtay üyesi olan Savcı Serdar Coşkun’un sicilinde bir ilk değil. Daha önce de benzer bir skandala imza atmıştı. Cemaat çatı iddianamesinde, henüz daha darbe girişimine 2 gün varken, darbe yapılmış gibi yazmıştı. Dönemin Anayasal Suçları Soruşturma Bürosu Savcısı olan Coşkun, cemaat ana davası iddianamesini 13 Temmuz 2016 tarihinde mahkemeye sunmuştu. Bu iddianamede şöyle yazıyordu: “Cemaat imamları, gizli emellerini gerçekleştirmek yani devleti tamamen ele geçirerek, istedikleri siyasal sistemi kurabilmek için faaliyete geçerek darbe senaryosunu ortaya koymuşlardır”

Yani aslında ortada ne bir faaliyete geçme vardı ne de darbe vardı. Fakat iddianamede savcı, sanki darbe girişimi olmuş bitmiş gibi hüküm içeren bir cümleye yer vermişti. Medya 15 Temmuz’dan sonra bunu, “Savcıdan darbe uyarısı… Hem de 2 gün önce”başlıkları ve “Savcı Serdar Coşkun darbeyi 2 gün önceden uyardı” övgüsü ile sunmuştu. Oysa ortada skandal bir durum vardı.

Coşkun, cemaat ana iddianamesini hazırlamasına ve belli başlı bütün cemaat soruşturmalarını yürüten büronun başında olmasına rağmen, bir süre sonra görevden alınmıştı. Bir ara görevden el çektirilerek geçici görevle Saray’a alındığından söz edildi. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’na uzman olarak atandığı iddia ediliyordu.

Serdar Coşkun, Ekim 2017’de Anayasal Suçlar’dan alınarak askeri suçları soruşturma bürosuna verildi. Temmuz 2018’de de Yargıtay üyesi oldu.