28 Şubat’ın Başarısı ve Siyasal İslamcının Vicdan Münafıklığı

Yorum | Bülent Keneş

Aylardan yine Şubat ve yine 28 Şubat’ın arefesindeyiz. Yani dünün mazlumu, bugünün alçak zalimi dinbaz siyasal İslamcı’nın mürailiğinin ve vicdan münafıklığının zirveyi yokladığı günlerdeyiz.
Türkiye’nin AB üyeliği rotasında demokrasi, hukukun üstünlüğü, bireysel hak ve özgürlüklerinin gelişmeye devam ettiği yakın geçmişe kadar, 28 Şubat 1997’de başlayan süreçte hepimizin payını aldığı mağduriyetleri dile getirmenin bu tür dönemlerin tekrarlanmaması için belki bir anlamı vardı. O günlerde yıldönümlerini vesile kılıp hafıza tazelemenin mutlaka bir faydası vardı.
Ya peki bugün? 28 Şubat Süreci’nde mazlum olanların ya da mazlum görüntüsü vermesi sağlananların, siyasal İslamcı ahlaksızlar tarafından yaygın olarak propagandası yapılanın aksine, daha sonraları 28 Şubat’ın asıl hedefi olduğu açıktan itiraf edilen, işin gerçeği o gün de en büyük mağdurlarından biri olan, Hizmet Hareketi’ne karşı giriştikleri amansız, pervasız, ahlaksız, namussuz, alçakça zulümlerin yanında ağır da olsa o dönem yaşananlar çerez bile sayılmaz.
Başı örtülü, sakallı siyasal İslamcı dinbazların, bilinçsiz yobaz sürülerinin ve büyük-küçük menfaatlerinin peşinde şahsiyetsiz birer zebuna dönmüş kitlelerin omuzlarında yükselen İslamofaşist rejimin bugün yapmakta olduğu sistematik ve yaygın zulümler karşısında sadece kör, sağır ve dilsiz olmakla kalmayıp üstüne bir de ortak olan vicdan münafıklarının, bundan 21 yıl önce hepimizle birlikte yaşadıkları mağduriyetlerden hiç utanıp arlanmadan sayfalar, ekranlar dolusu bahsetmeleri tek kelimeyle mürailiktir, insafsızlıktır ve ahlaksızlıktır.
BUGÜN SEBEP OLDUKLARI ACILAR KARŞISINDA ÜÇ MAYMUNU OYNARKEN…
Bugün şirretliği kuşanarak dünün radikal İslamcı mazlumlarının elinde yaşanan çok çok daha büyük zulümleri alkışlarken, milyonlarca insana yaşatılan soykırım ölçeğindeki acılar karşısında üç maymunu oynarken 28 Şubat mağduriyetlerinden bahsetmek, ancak siyasal İslamcı dinbaz mürailerin yapabileceği bir şeydi ve iştihayla yapıyorlar.
İslamofaşist Erdoğan rejiminin adi ve çirkef bir kara propaganda, yalan ve iftira aracına dönüşen Anadolu Ajansı günlerdir 28 Şubat mağduru dediği isimlerle sayfa sayfa söyleşiler yapıp yayınlıyor. Bugün hepsi “önemli yerlere” gelmiş olan bu mağdurlar, ne tıklım tıklım hapishane koğuşlarında, demir parmaklıklar arasında beton zeminde emeklemek zorunda kalan 700’den fazla bebeği, ne bebekli, hamile, hasta ya da yaşlı olduklarına bakılmaksızın hapislere tıkılan 17 binden fazla masum kadını, ne de halen Mersin Emniyet Müdürlüğü Binası’nda devam etmekte olan 80 kadın ve genç kıza yapılmakta olan en ahlak dışı, en alçakça, en adi işkenceleri hiç sorun etmeksizin, kuruldukları makam odalarında 28 Şubat’ta yaşadıkları kendi mağduriyetlerini dile getiriyorlar. Bu ahlaksızlığı yaparken de o dönemin asıl hedefinde olan Hizmet Hareketi mensuplarına ezberlenmiş iftiralar üzerinden hakaret edip, an aşağılık iftiraları tekrarlamayı ihmal etmiyorlar.
Mesela, AA’nın pazar günü söylediklerini servis ettiği bir 28 Şubat mağduruna kulak verelim. Bu mağdurumuz 28 Şubat döneminde Beykoz Rüzgarlıbahçe İlköğretim Okulu’nda öğretmenlik yaparken atılan Semra Birdal Ergün. Bugün Üsküdar Mithatpaşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde müdürlük yapıyor. İlköğretim okulu öğretmeninin kariyerine teknik lise müdürü olarak devam etmesinin sırrını uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım.
İşte bu değerli insan, bugün 50 binden fazla öğretmenin çoğunun sadece işlerinden değil, mesleklerinden da atıldıklarını, bir daha öğretmenlik yapmak şöyle dursun, sigortalı bir işte bile çalışamaz hale getirildiklerini, daha önce çalıştıkları 2,000’e yakın özel eğitim kurumunun bir gecede kapatılmakla kalmayıp buralarda çalışan öğretmenlerin teröristlikle suçlanıp aileleriyle birlikte sistematik olarak açlığa mahkum edildikleri, bu yetmezmiş gibi nefes alamaz hale getirildikleri ülkelerinden ayrılarak rızklarının ve çocuklarının geleceğinin peşinde yurtdışına çıkma ihtimallerinin dahi, pasaportları iptal edilmek suretiyle, ellerinden alındığını bilmiyor olamaz.
MAĞDURLARDAN BOŞALAN MAKAMLARDA MAĞDURİYETTEN BAHSETMEK…
Ama Ergün ve benzerleri, tüm bu zulümler bugün sanki hemen yanıbaşlarında olmuyormuş gibi, belki de bu mağdurlardan birinden boşalan masaların ve makamların birinde oturarak, hiç utanmadan, hiç arlanmadan, kendilerinden iğrenmeden 28 Şubat’ta yaşadıkları mağduriyetten, mazlumiyetten, zulüm ve adaletsizlikten bahsedebiliyorlar. Fırsatını bulduklarında ise milyonlarca insana yakıştırdıkları “F…” iftirasını o mürai ağızlarına alarak gevelemekten geri durmuyorlar.
Nasrettin Hoca hani bir fıkrasında bir gün damda düştüğünde hekim falan istemez de “Bana damdan düşen birini bulup getirin, damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar,” diyordu ya, işte o konuda çok yanılmış. Tabiri caizse 28 Şubat’ta damdan düşenlerin on binlerce insanı damdan aşağı nasıl bir hazla ittirdiklerini görse emin olun ne o nükteyi yapardı, ne de söylediğinden o kadar emin olurdu.
AA’nın ay başından bu yana yaptığı onlarca söyleşiden birinin muhatabı da 28 Şubat döneminde TSK ile ilişiği kesilen Yüzbaşı Sadık Güray Balatekin olmuş. O süreçte, bugün çocuklarıyla birlikte işsiz, güçsüz, parasız bırakılarak açlığa mahkum edilmekle kalmayıp sigortasız, sağlık güvencesiz bırakılan binlerce insanın başına geldiği gibi, Balatekin’de sadece ordudan atılmakla kalmamış, subaylıktan atılınca tedavisi yarım bırakılan eşini de kaybetmiş.
Peki bugün ne mi yapıyor bu muhterem? Ne yapacak, kendisine çektirilen acılardan çok daha fazlasını başkalarına yaşatan adi bir rejime payandalık yapıyor. 28 Şubat mağduriyetini anlatırken “Nizamiyelerde eşini arabanın bagajına koyarak geçenler oldu. Arka koltuğa yatırdığı eşinin üzerini battaniyeyle örterek lojmanına girenler oluyordu,” diyor. Diyor demesine ama şimdi muhtemelen o insanlara uygulanan en ahlaksız soykırımların en adi bir parçası olmaktan da geri durmuyor muhtemelen.
Hele hele parçası olduğu İslamofaşist düzeninin zulümlerinden dolayı, çaresizlikten ülkesini valiz içerisinde terketmeye çalışan çocuklardan ve kadınlardan hiç haberi yokmuş gibi konuşuyor. Böylece vicdan münafıklığı dediğimiz şeyin ete kemiğe bürünmüş bir örneği haline geliyor.
O gün ordudan atılan belki sayıları toplamda birkaç yüzü bulacak subaylar için Balatekin şunları söylüyor: “Kan kustuk ama kızılcık şerbeti içtik. Kendimize de zarar vermedik. Milletin bütün mukaddesatını muhafaza edecek her şeyi yaptık. Atılan arkadaşların belki trafik cezalarını bile bulamazlar, böyle insanlardır. Bizim bu sabrımız, ‘çatışma olmasın’ diyeydi. Belki de istedikleri oydu. Bu kadar insanı ayağa kaldırmak, reaksiyona sokmak, toplumu kaosa sürüklemek… Ama elhamdülillah atılanlar buna tevessül etmedi. Bu arkadaşlardan inanın yüz tanesi bir araya gelse ortalığı ayağa kaldırırdı. Hiçbiri en ufak bir vukuatın içinde bulunmadı.”
DÜN YÜZLERCE OLANI ANLATANLAR BUGÜN ONBİNLERCE OLANI GÖRMÜYOR!..
Doğru söylüyor söylemesine de o gün birkaç yüz subay için söylediklerinin, bugün muhtemelen emrine amade olmayı onuru bildiği, aşağılık bir despotun her gün onlarcasını görevden attığı, gözaltına aldırttığı, hapse attırdığı onbinlerce subay, askeri öğrenci ve polis için de geçerli olduğunu nedense göremiyor. Hakikaten göremiyor mu? Göremiyor olduklarını düşünsem kör ve sağır derdim, oysa bunlar için kendilerine en çok yakışan ifadeyi kullanmayı yeğliyorum: Vicdan münafıklığı.
28 Şubat Süreci’nde, başörtüsüyle okula alınmadığı için peruk takarak eğitimine devam etmek zorunda kalan iki çocuk annesi Hatice Bayram da, AA’ya 28 Şubat sürecinde yaşadığı mağduriyetlerden bahsedenlerden. Üniversite hayalini gecikmeli olarak gerçekleştiren Bayram, artık sıkıntılarını duyurabilme şanslarının olduğunu belirtirken, bugün bazıları bebekli ya da hamile, kendisi gibi masum 17 bin kadını suçsuz yere hapse tıkan, genç kızlara tecavüz tehditlerinde bulundurtan Despot Erdoğan’a övgüler düzüyor.
“Umudumu hiç kaybetmedim. Bir gün bizim de sesimizi duyurabilme umudunu hiç yitirmedim ve o an geldi. Şu anda herkese seslenebiliyoruz. İçimizdeki o örtülmüş ve bastırılmış duyguları şu anda herkese duyurabilme imkanımız var. Duyuyorlar bizi,” diyor Bayram. Emişn misin? Duydukları artık senin gibi muktedir olmuşların sesi. Peki sen ve senin gibiler çığlıkları, feryatları arşa çıkan onbinlerce mazlumun sesini bugün duyabiliyor musun? Yoksa ülkelerini kendileri için yaşanmaz hale getirdiğiniz insanların çocuklarıyla birlikte Ege’nin, Meriç’in soğuk sularında yitip gitmesinde oynadığın zımni-açık rolle mi övünüyorsun?
Bir de tabii bizzat failleri oldukları için bugün yaşanmakta olanları meşrulaştırmak için yalana ve iftiraya sarılan avukat Hüsnü Tuna gibi siyasal İslamcı ahlaksızlar var. O da konuşmuş İslamofaşist rejimin borazanına. Utanmaz herif, temcit pilavı gibi dillerine pelesenk ettikleri o iftirayı tekrarlamış. O dönemin önemli aktörlerinden birinin Hizmet Hareketi olduğu iftirasını atmakla kalmamış bu ahlaksız herif, bir de üstüne MGK’de ele alınan İslamcı örgütlerin bilgilerinin, dokümanlarının Hizmet Hareketi mensupları tarafından temin edildiğini, onlar tarafından MGK’ya sunulduğu yalanını da söylemiş. Bugünkü alçakça zulümlerin dinamosu niteliğindeki bu türden siyasal İslamcı mürailerin kendilerinin sebep oldukları mazlumiyetlere, işin tabiatı gereği, ses olmalarını bekleyemeyiz herhalde.
İKNA ODALARINDAN ÇİVİLİ SİLİNDİRLERE, DİKENLİ MENGENELERE…
28 Şubat döneminde yaşananlara ilişkin “İkna Odaları” adlı bir kitap yazan Gülşen Demirkol Özer ise, bu süreci tarihe kayıt düşmek için kitaplaştırdığını söyledikten sonra, siyasal İslamcı mürailik ritüelinin, vicdan münafıklığının olmazsa olmaz şartı olan Hizmet mensuplarına vermiş veriştirmiş. İkna Odaları’nı kitaplaştıracak kadar mağduriyet hissini derinden yaşayan bu muhterem, bugün yaşadıkları yanında “ikna odaları”nın çok lüks kalacağı çivili silindirler altında, dikenli mengeneler arasında ezilerek bir soykırıma maruz bırakılanların başına gelenlerden belli ki apaçık haz alanlardan.
AKP Konya Milletvekili Leyla Şahin Usta da AA’nın konuştuğu, bugün kendi yaptıkları zulümleri görmeyen o vicdan münafıklarından bir diğeri. Benim için hiç önemli değil ama bu siyasal İslamcı mürailer bayraklaştırdıkları için söylüyorum, çoğu başörtülü 17 bin kadını çocuklarıyla birlikte hapse atan bir alçaklık rejiminin adi bir neferi olan bu kadın, “28 Şubat’ta tarihin en acı günleri yaşandı,” demekten utanmıyor. “Kırıldık, incindik ancak kimseyi kırıp incitmedik,” demeyi de ihmal etmiyor. Ya bugün kırılmak ne ki, fiilen soykırım uygulayıp kıyıma uğrattığınız yüzbinlerce masum insana karşı da aynı incelikte misin ey bre vicdan münafığı.
Bugün yaşanan zulümlerin ardında yatan yalan, iftira ve hasetten beslenen şu hınç ve nefrete bakar mısınız? “FETÖ mensupları en az yasakçılar kadar zarar verdi. Bizlerin atıldığı her konumdan onlar faydalandı ve ilerlediler. Maalesef 15 Temmuz darbe girişiminin planları 28 Şubat’tan beri yasakçılarla iş birliği içinde uygulanarak gelmiştir. FETÖ mensuplarının hesapları çok ağır ve zor olacak. Hak, hukuk tanımayan bu insanların bu ülkeye verdiği zarar çok büyüktür.”  İşledikleri zulümler karşısında o mürai vicdanlarını rahatlatmak için şu arsız zalimlerin yaptığı ahlaksızlığa bakın hele…
28 Şubat döneminde okuduğu İstanbul Üniversitesi (İÜ) Çapa Tıp Fakültesi’nden başını açmadığı gerekçesiyle atılan Dr. Arzu Tatlı, başı açık fotoğraf vermediği için ikna odasına çağrıldığını, başörtüsünün kendi tercihi olduğunu ve açmayacağını söylemesi üzerine hocaları tarafından çeşitli baskılara maruz kaldığını anlatmış. “Hepsi ‘Seni asla okutmayacağız. Hatta Türkiye’de yaşatmayacağız. Bu senin sonun olacak. Yanlış yoldasın,’ gibi sözlerle ciddi bir şekilde tehdit ettiler. Çok korktum. İkna odasını hatırladığım zaman hala çok kötü oluyorum,” demiş. Diğer ahlaksız siyasal İslamcılar gibi 28 Şubat zulümlerini de Hizmet Hareketi’ne yıkan bu muhterem de bugün onbinlerce masum insanın her gün yüzlerine çemkirilen “Sizi Türkiye’de yaşatmayacağız” alçaklık korosunda yerini yerli yerince almış.
KAVAKÇI KARDEŞLERİN ALÇAKLIKLARININ TURNUSOL KAĞIDI ILICAK
Bu faslı geçenlerde Deutsche Welle (DW) söyleşisinde rezil olan AKP’nin bugün artık memlekette esamesi okunmayan insan haklarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve 28 Şubat’ta parlamentodan atılan Merve Kavakçı’nın kardeşi Ravza Kavakcı Kan ile bitireceğim. Karakterini DW’de yeterince ele vermiş olan bu mürai şarlatan, 28 Şubat için “İnsanların hayallerinin, ruhlarının üzerinden tanklar geçti. Seçilmiş bir hükümet istifaya zorlandı. Milletin iradesi hiçe sayıldı. Tabii o dönemin Türkiye’sinde maalesef askeri vesayetin ve elitist anlayışın hakim olduğu dönemde birçok vatandaşın hayatı alt üst edildi. Haksız yere hapse girenler, ekonomik olarak hayatları alt üst olanlar oldu,” diyor.
Bu dönemde kendi elleriyle irat ettikleri diğer tüm alçaklıklar, zulümler her neyse de, bugün tapındığı siyasal İslamcı güruhun tırstığı bir ortamda ablasına kol kanat geren Nazlı Ilıcak’ın sırf muhalif yazılarından dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldığı bir dönemin iktidar partisinin insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısı olarak diyor bunu, bu utanmaz… İnanın, insanın küfredesi geliyor böylesine bir mürai müptezelliğe…
Bugün milyonlarca masumun üzerinde tepinip, yüzlercesinin kanlarına ellerini bulaştırmışken bile hiç utanmadan hala 28 Şubat mağduriyetlerinden bahsedebilen bu vicdan münafıklarının, bu ahlaksızlar gibi mağduriyet edebiyatı yapıp anlatmadığımız ve anlatmayacağımız 28 Şubat’a dair mağduriyetlerimizi yok sayıp, o kepazeliğin de vebalini sırtımıza yüklemeye kalkmasına ve attıkları iftiralara en iyi cevabı aslında o sürecin dinamolarından biri olan dönemin Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök vermişti. Ama bu dinbaz alçaklar, Özkök’ün parçası olduğu 28 Şubat alçaklıklarını sanki matah bir şeymiş gibi anlatırken söylediklerine de kulak tıkamayı tercih ettiler tabii.
MÜRAİ DİNBAZLARIN İFTİRALARINI ÖZKÖK YÜZLERİNE VURMUŞTU AMA…
18 Ekim 2016 tarihli “Acaba bunlardan kaçı kurunun yanındaki yaş” başlıklı yazısında Özkök, o tarih itibariyle Hizmet Hareketi’ne yönelik yapılan kıyımların listesini veriyor ve şu tarihi itirafta bulunuyordu: “28 Şubat kararları işte bunu yapmak için alınmıştı. Ama yapamadı.”
Yazısının ilgili bölümü şöyleydi: “Bu tabloyu hocam Emre Kongar’ın dünkü Cumhuriyet’teki köşesinden aldım. Vicdansız bir darbe girişiminin bir ülkeye insani maliyetini çok çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. İnsanın içini burkan bu tablodan tarihe kalacak tek soru şu olacak: Acaba bunların kaçı kurunun yanında yanan yaştı…
93.000 kamu görevlisi açığa alındı. (2 Anayasa Mahkemesi yargıcı, 3,392 yargıç ve savcı, 167 Danıştay ve Sayıştay mensubu, 9,331 polis, 50,000’in üstünde öğretmen.)
59,841 kamu görevlisi ihraç edildi.
40,000 kişi gözaltına alındı.
32,000 kişi tutuklandı.
100 küsur gazeteci ve yazar tutuklandı.
85 gazetecinin sürekli basın kartı, 660 gazetecinin sarı basın kartı iptal edildi.
15 üniversite kapatıldı.
934 özel okul kapatıldı. (53’ü sonradan açıldı.)
35 hastane kapatıldı.
19 sendika kapatıldı.
109 özel yurt kapatıldı.
104 vakıf kapatıldı.
1,225 dernek kapatıldı.
Askeri okullar kapatıldı.
18 televizyon kanalı kapatıldı.
45 gazete kapatıldı.
23 radyo kapatıldı.
15 dergi kapatıldı.
3 haber ajansı kapatıldı.
29 yayınevi kapatıldı.
28 belediyeye kayyum atandı.
1 bankaya el konuldu.
200’den fazla şirket ve holdinge el konuldu.
50 milyar lira el değiştirdi.
30,000’den fazla şirket çalışanının akıbeti belirsiz.
SONUÇ: 28 Şubat kararları işte bunu yapmak için alınmıştı. Ama yapamadı…”
Özkök’ün burada sıraladığı rakamlar yazdığı gibi de kalmadı, zaman içinde katlandı. 28 Şubat’ı bile Hizmet Hareketi’ne yıkma iftira ve ahlaksızlığına sapan siyasal İslamcı müptezeller, iyi bakın bakalım 28 Şubat’ta yaşanan mağduriyetlere dair sayıları bugün çok daha kabaran yukarıdaki listenin sadakası niteliğinde bir mağduriyet listesi oluşturma imkanı var mı? Mağduriyetleriniz böyle bir yekünü yoktu ama bugün zulümleriniz var. Yani diyeceğim o ki bugün işlediğiniz cinayetler, zulümler, haramilikler ve alçaklıklar karşısında vicdanlarınızı 28 Şubat’taki göreceli mağduriyetlerinizle rahatlatamazsınız.
28 Şubat Süreci’nde olduğu gibi bugün de mazlumlara ses olmaya çalışan Ömer Faruk Geregerlioğlu da dün Artı Gerçek’te yayınlanan “28 Şubat’ın 21. yılında roller değişti” başlıklı yazısında benim gibi bu mürailiklere isyan ediyordu. Gergerlioğlu, o gün ve bugün yaşanan zulümleri sıralıyor ve kendi mahallesinden olan siyasal İslamcı vicdan münafıklarına haklı olarak veryansın ediyordu:
“Günün iktidar sahiplerine ve destekçilerine soruyorum şimdi. Yukarıdaki halden farklı bir gün mü yaşadığınızı sanıyorsunuz siz? Bugün de hukuk rafa kaldırılmış değil mi? İntihar eden onlarca mazlum yok mu sanıyorsunuz siz? Gülünç gerekçelerle hayatı karartılmış insanlar bugün yok mu sanıyorsunuz siz? Cezaevleri yine ağzına kadar doldurulmamış mı sanıyorsunuz siz? Derdini bile anlatmaya korkan yüzbinler yok mu sanıyorsunuz siz? Sessizce gözyaşı akıtan kadınların gözyaşları baksan sel olmaz mı sanıyorsunuz siz? Acımanın ortadan kaldırıldığını duymadınız mı siz? Mazlumun ahının arşı titrettiğini bugünlerde hiç hissetmiyor musunuz siz? Peki nasıl olur da kalkıp 28 Şubat’ta yapılanların aynısının ve kat kat fazlasının yapıldığını görmezsiniz, bilmezsiniz siz eski 28 Şubat mağdurları? Nasıl olur da rollerin değiştiğini görmezsiniz siz? 21 yılda bu denli hayal kırıklığını nasıl oluşturdunuz siz?
28 Şubat’ın 21. yıldönümünde büyük hayal kırıklığı içindeyim. Dün beraber ağladığımız arkadaşlarımız bugün zalim. Dün beraber dayak yediğimiz arkadaşlarımız bugün mazlumlara dayak atıyor. Çok duyarsızlar, çok hissizler, çok zalimler…”
28 ŞUBAT’IN EN BÜYÜK BAŞARISI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’DIR..
28 Şubat’ın mağdurları, aralarından çıkan muktedir haramilerin peşinde, 28 Şubatçılarla, Ergenekoncularla el ele, omuz omuza 28 Şubat’ın hayal bile edemeyeceği zulümlere imza atıyorlar bugün. Bu açıdan bakıldığında şayet 28 Şubat’ın bir başarısından bahsedilecekse o başarının Recep Tayyip Erdoğan gibi mayasında haramilik olan İslamofaşist bir despotu cilalayıp piyasaya sürmek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Erdoğan da doğrusu velinimetlerine olan borcunu fazlasıyla ödüyor. 28 Şubat’ın görünen resmi aktörlerinin beceremediği ve asla beceremeyeceği zulümleri peşine taktığı ahmak sürülerinin coşkun tezahüratları sayesinde Erdoğan ve çevresine topladığı dinbaz şer şebekesi bilhakkın yerine getiriyor.
28 Şubat’ta arzuladıkları sonucu vermeyen bu zulüm çarkı, Erdoğan sayesinde bugün 28 Şubatlarda planlandığı şekilde tıkır tıkır işliyor. Bu zulüm çarkının işlerinden, aşlarından, özgürlüklerinden, haklarından mahrum bıraktığı milyonlarca masum insanı medeni ölülere dönüştürüyor. Bir taraftan 28 Şubat mağduriyetlerinden bahsederken diğer yandan 28 Şubat zihniyetine onların hayal edemeyeceği bir maharette taşeronluk etmeyi içine sindirebilmek ancak siyasal İslamcı dinbaz mürailerin yapabileceği bir şeydi.
Bu yaptıklarından da zerre miktar utanmıyorlar, arlanmıyorlar. Tam tersine gurur duyuyorlar… Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koltuğunu dolduran siyasal İslamcı dinbaz Mehmet Özhaseki, Hizmet Hareketi’nin maruz kaldığı alçakça zulümlere dair birkaç gün önce ne diyor?  “Onu temizlemek kolay değildi. Bizden başka da onu temizleyecek başka bir Allah’ın kulu, bir ortam, bir kurum, bir parti de yoktu. Çok şükür o da temizlendi.”
Bugün 28 Şubat’ın güya görünürde hedefe koyduğu bir yobazlıktan çok daha yobaz bir zihniyet, bir taraftan 28 Şubat’ın gerçek hedefi olan Hizmet Hareketi’ni yok ederken, diğer taraftan Türkiye sosyolojisini IŞİD, el-Kaide, Boko Haram benzeri bir kıvama getiriyor. Ülkeninm İranlaşması, Sudanlaşması için elinden geleni ardına bırakmıyor.
Siyasal İslamcı müptezel dinbazlar sanmasınlar ki, onursuzca maşalığını üstlendikleri bu zulüm devranı böyle gider. Dedikleri gibi küfür belki sürer ama zulüm ilelebet sürmez. Sakın ola ki unutmayın, bugün yaptığınız alçaklıklar bir gün hepinize ağır bir bedel olarak geri döner. Geriye ise elinizde utancınız kalır… Men dakka dukka…
(TR724)