“Günah İşleme Özgürlüğü”Nün Önündeki Sur Yıkılınca…

Yorum | Bülent Keneş

İslamofaşist bir tek adam rejimi kurma yönünde epey yol alan Erdoğan’ın çocukluk yıllarından beri yanından ayırmadığı hemşehrisi, mahallelisi, radikal/siyasal İslamcı ideolojik mahallenin delisi, çetecilikte yoldaşı, rüşvet ve hırsızlıkta paydaşı, despotlukta yandaşı Metin Külünk’e hepimizin büyük bir özür borcu var. Meğer, birike birike sıkışmış tazyikli bir lağım gibi 17/25 Aralık 2013’te büyük bir gümbürtüyle portlayan yolsuzluk ve rüşvet skandalından sonra en doğru tespiti Külünk yapmış…
Bilemiyorum, belki de birçoklarınızın hilafına, konusunu başkalarının hakkına tecavüz oluşturmayan, kul hakkına girmeyen, evrensel hukuk kaideleri bakımından herhangi bir suça tekabül etmeyen, nihayetinde sadece Allah ile kul arasındaki münasebeti ilgilendiren başkalarının günahlarıyla ben şahsen hiç ilgili değilim. Başkalarının haklarını ihlal etmeyen, sadece Allah’la kul arasındaki ilişkileri enterese eden şahsi günahlar aslına bakarsanız sadece beni değil, hiç kimseyi ilgilendirmez.
Tanımını ve alanını dinin belirlediği günahlarla, dini, örfi ve ahlaki temelleri de olan hukukun belirlediği suçlar arasında büyükçe bir kesişim kümesi olduğunu bilmekle birlikte, her günahın suç, her suçun günah olmadığının farkındayım. Külünk’ün ise, bunun ne kadar farkında olduğunu bilemiyorum. Tek bildiğimiz şey, 17/25 Aralık 2013 operasyonlarıyla “insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildiğini,” savunan Külünk’ün suçu ve günahı karıştırmış olması. Bu karıştırmayı cehaletinden mi, yoksa kasıtlı olarak mı yaptığını da bilmiyoruz.
“GÜNAH İŞLEME ÖZGÜRLÜĞÜ” GÖRÜŞÜNE KATILMAMAK İMKANSIZ(!)
Külünk, 5 Mart 2014 tarihinde Habertürk’te Balçiçek İlter’in programında yaptığı açıklamalarla sadece suç ile günahı değil, dini olanla felsefi olanı da yine aynı şekilde karıştırmıştı. Hatırlayacak olursak Külünk aynen şöyle demişti: “Bu noktada kaçırdığımız çok önemli bir ayrıntı var. Allah, insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. Günahsızlık talep etme hakkı vermemiştir. Af dileme hakkıyla günah işleme özgürlüğü vermiştir. Hz. Peygamber günahları açan (açığa çıkaran) değil örtücü olan bir rahmet geleneğinin mimarıdır. 17 Aralık’ın felsefi boyutu konuşulmadı. 17 Aralık’la insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildi. Günahları ortaya saçarak Allah’ın hududuna müdahale edildi.”
Mevzumuz hakikaten de şayet Allah’la kul arasında kalması gereken şahsi günahlar olsa, mahremiyete neredeyse kutsallık atfeden dinler açısından da felsefi olarak da Külünk’e katılmamak imkansız olurdu. Ancak, Külünk’ün bu ifadelerindeki “günah” kavramını dini ve felsefeyi yozlaştırmak pahasına “suç” yerine kullandığını varsaydığımızda işin rengi bayağı değişiyor. Doğruya doğru rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, kamu malının gasbı ve irtikabı, yargıya müdahale ile adaletin tesis edilmesini engelleme vesaire neredeyse bütün dinlerde günah olmaya günah ama, en ilkel hukuk sistemlerinde bile bu eylemler aynı zamanda büyük birer suç.
Konusu suç olan eylemler mevzu bahis olduğunda sapkın olmayan hiçbir din ve izanını yitirmemiş hiçbir felsefe bu eylemleri özgürlük alanının bir parçası olarak tanımlamamıştır. Dinlerin günaha yaklaşımı ise, suça yaklaşımına kıyasla daha subjektiftir. İlahi kaynaklı olsalar dahi günahlar dinden dine farklılıklar gösterebilir. Zaman içerisinde bazı günahların kriminalize edilmesi gibi, bazı suçların günah kabilinden muamele görmesi de rastlanmayan şeyler değildir. Konunun dini, felsefi ve hukuki boyutunu sayfalar boyunca tartışmamız mümkün. Ancak, mevzumuz o değil.
“GÜNAH” YERİNE “SUÇ” KONULDUĞUNDA İŞ DEĞİŞİYOR…
Birazcık kelime oyunu yapıp Erdoğan ve avenelerinin işlediği suçlara sadece “günah” boyutuyla yaklaşarak kurduğu cümlelerde “günah” dediği yerlere “suç” kelimesini yerleştirdiğimizde ise, Külünk’ün yontma taş devrinde bile örneğine rastlanmayacak bir ilkellikte sözler ettiği rahatlıkla söylenebilir. Ancak bu, sonuçları üzerinden değerlendirildiğinde, Külünk’ün yaptığı tespitin doğru olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalının patlak vermesinden bu yana geçen sürede ülkede yaşananların her halükarda Külünk’ü haklı çıkardığını teslim etmemiz gerekiyor. Külünk’ün akıl ve izanı amuda kaldırmak suretiyle yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sorumlu tuttuğu Hizmet Hareketi’ne yönelik sarfettiği suçlama amaçlı bu sözler, aslında çok büyük bir itirafın da ete kemiğe bürünmüş hali.
Hakikaten de Hizmet Hareketi, medya, özel sektör, sivil toplum ve kamudaki etkin varlığıyla Türkiye’de kabına sığmayan kötülüklerin, şerlerin, keyfiliklerin, ihtirasların, hukuksuzlukların, cinayetlerin, katliamların, yolsuzlukların, hırsızlıkların, hak gasplarının, yağmanın, talanın, her türden yıkıcılıkların, mafyanın, çetelerin vesaire önünde çok büyük surmuş. Tüm bu suçların la-yüsel bir şekilde işlenme özgürlüğünün önünde gerçekten devasa bir engelmiş.
Hizmet Hareketi Kürdünden Türküne, Alevisinden Sünnisine, liberalinden solcusuna, işçisinden işverenine, öğrencisinden öğretmenine varıncaya kadar toplumun tüm kesimlerini ve katmanlarını özellikle muktedirlerin şer ve kötülüklerinden koruyan kıymeti anlaşılamayan bir kalkanmış. Ancak kaderde, tüm hataları ve eksikliklerine rağmen, toplumu görünür-görünmez sıyanet zırhlarıyla koruyan bu surun hayatiyetini, şer şebekelerinin elbirliği ederek yıkmasından sonra, anlamak da varmış. Ülkenin başına gelen bunca kötülüklere, felaketlere rağmen bunu hala anlayamayanlara, anlamak istemeyenlere, anladıkları halde bu hakkı şu ya da bu sebeple teslim edemeyenlere veyl olsun.

Hizmet Hareketi, Kürdünden Türküne, Alevisinden Sünnisine, liberalinden solcusuna, işçisinden işverenine, öğrencisinden öğretmenine varıncaya kadar toplumun tüm kesimlerini ve katmanlarını özellikle muktedirlerin şer ve kötülüklerinden koruyan kıymeti anlaşılamayan bir kalkanmış..

DEMOKRASİ VE HUKUK KALESİNİN ÇEVRESİNDEKİ SURLAR YERLE BİR OLDU
İnsafını hala yitirmemiş olanlar iki dakikalığına elini vicdanına koysun ve Allah aşkına 17/25 Aralık 2013’ten bu yana yaşananlara şöyle bir baksın. Halkın tamamını ilgilendiren vahim suçlara dair Hizmet Hareketi’nin önleyici, ön alıcı, bir nevi koruyucu hekimlik etkisi bertaraf olduğunda kötülüklerin, şerlerin birbiri ardına nasıl sökün ettiğini, çetelerin, eli kanlı suç şebekelerinin, radikal terör örgütlerinin ipini koparmış azgın hayvanlar gibi sağa sola nasıl saldırdıklarını eminim ki herkes görecektir.
Örgütlü kötülük şebekelerinin birbirlerinin kirli hacetlerini halletmekte uzlaşarak elbirliğiyle taaruza geçtiği Hizmet müesseselerine, Zaman, Today’s Zaman, Samanyolu, Bugün, Taraf ve benzeri demokrasi kalelerine yapılan saldırılar sırasında bugün yaşananların yaşanacağını avazımız çıktığı kadar anlatmaya çalışmıştık da çok azı dışında neredeyse herkes kulaklarını tıkamış, gözlerini kapamış ve anlamazlıktan gelmişti. Hala inşa edilmekte olduğu için kendisini bile korumaktan aciz olan Türkiye’nin zayıf demokrasi ve hukuk kalesi, Hizmet Hareketi’nin koruyucu surlarının elbirliğiyle yıkılmasıyla maalesef neredeyse tamamen savunmasız kaldı. Şer şebekelerinin türlü dümenleri, hak-hukuk tanımaz despotluklarıyla ülkede Hizmet’in eli ayağı kesilip, can suyu çekilince mafyası-çetesi, radikal terör örgütü, hırsızı-arsızı, namussuzu karanlığı fırsat bilip aydınlıkken gizlendikleri deliklerden sökün eden hamam böcekleri gibi dört bir yanı sarıverdiler.
Öylesine ifritten bir düzen inşa ettiler ki taşları bağladılar, köpekleri saldılar. Devir mafyaların, çetelerin, terör örgütlerinin, aşağılık kompleksinden kıvrım kıvrım kıvrandıkları için ellerine geçirdikleri gücü herkesin gözüne sokmak amacıyla sürekli bela çıkaran sonradan görme görgüsüz güç sarhoşlarının, değeri 5 kuruş etmeyecek kabiliyetsiz paçozların devri oldu. İyi olan veya iyilik adına ne varsa ya içeri tıkıldı ya sürgün edildi ya da sindirildi. Meydan her yerde pervasızca cirit atan hokkabaza, düzenbaza, üçkağıtçıya, ite kopuğa kaldı. Binlerce aydın, akademisyen, öğretmen, gazeteci, hukukçu, namuslu işadamı, hayırsever hapse atıldı.
ŞER VE KÖTÜLÜKLER SINIRLARIMIZA SIĞMAZ OLDU!
Namusuyla iş yapan, sektörlerinin parlayan yıldızı binlerce şirket gasp edildi. Özellikle Özallı yıllardan itibaren görünürlük kazanmakla birlikte, yüzyıllık çilelerin, geceyi-güzdüze katan gayretlerin ve alınterinin semeresi olan Anadolu sermayesinin yüz akı ne kadar şirket varsa talan edildi. En dürüst hayır kurumları, en aktif sivil toplum örgütleri, en cesur ve en demokrat medya organları, en namuslu gazeteciler, en parlak beyinler, en verimli akademisyenler, en çalışkan bürokratlar ve daha pek çok alanda işinin ehli ve sektörlerinin en iyileri ya hapsedildi ya iş yapamaz hale getirildi ya da sürgüne zorlandı. Türkiye paçozluğun geçer akçe, vasatlığın hakim olduğu iradi bir çölleşmeye makhum edildi. 80 milyonluk koskoca ülke geleceğe dair umurunu yitirdi, gidemeyenlerin ülkesi haline geldi.
Hayatlar karartıldı. İnsanlar ağır suçlamalarla yaftalandı. Sorgusuz sualsiz açlığa mahkum edildi. Yuvalar yıkıldı. Bacalar tütmez oldu. Gizli ya da açık işkence hortladı. Yargısız infazlar patladı. Gün ortasında şehirlerin göbeğinde mafya usulü adam kaldırmalar aldı yürüdü… Sedat Peker ve benzeri türlü mafya bozuntuları gençlerin önüne rol modeller olarak sürüldü. İşkenceciler yüceltildi. Yargısız infazcılar baştacı edilip ödüllendirildi. Eğitim IŞİD, el-Kaide zihniyetinde yeni bir toplum inşa etmek isteyen radikal İslamcı dinbaz sürülerinin yobazlığına terk edildi. Hayırseverler, öğretmenler, toplumun yüzakı fazilet timsali insanlar şakiler gibi izlenip zindanlarda çürütülürken İBDA-C’sinden Selam Tevhid’ine, IŞİD’inden el-Kaide’sine, Hizbullah’ından Nurettin Yıldız’ına, Sadat’ından İHH ve HÖH’üne varıncaya kadar bir sürü radikal terör örgütü ve suç şebekesi devlet kisvesine büründü.
Okullar, üniversiteler gasp edildi. Yayınevleri kapatıldı. Milyonlarca bilginin yer aldığı eşşiz hazineler niteliğindeki dijital arşivler görülmedik bir barbarlıkla yok edildi. Yüzbinlerce kitap yobazlarca yakıldı… Tanklarla, toplarla kendi kentlerimiz, kasabalarımız bombalandı… Fakir fukaranın fakirhaneleri yakıldı, yıkıldı… Yüzbinlerce insan yerinden yurdundan edildi. Yüzlercesi çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden katledildi. Kötülük ve şerlerin arkası bir türlü gelmek bilmedi ve nihayet sınırlarımıza sığmaz oldu. Ülke topraklarını da aşıp başka ülkelerin gariban halklarının kendi kaderlerinin ve geleceklerinin peşinde gitmelerine musallat oldu.
TÜM KURUMLARI RAYINDAN ÇIKARILAN TÜRKİYE’NİN EKSENİ DE KAYDI
Rayından, yolundan çıkarılmayan tek bir kurumun, istismar edilerek yozlaştırılmayan tek bir değerin kalmadığı Türkiye’nin kendisi de nihayet rayından çıktı. Ekseni kaydı. Hırs ve ihtiras körü kadroların elinde yolunu yitirmiş, yörüngesinden çıkmış, birgün oraya birgün şuraya savrulan serseri bir mayına döndü. Demokrasi, özgürlükler, hak-hukuk ve adaletle birlikte medeniyet adına geriye ne kalmışsa onlara da veda edildi. Sözün özü insanlıktan çıkıldı. Kalabalıkların ilkel güdülerine hitap eden ne kadar kötülük varsa sökün edip, sıraya girdi.
Önce dinbazlığın şahikalarına çıkılıp ne idüğü belirsiz bir ümmetçiliğe sapıldı, oradan kafatasçı bir ırkçılığa geçiş yapıldı. İnsanlığın hayvan haline tekabül eden ne kadar ilkel, kokuşmuş düşünce ve ideoloji varsa ihya edildi, yeniden hayat buldu. Mesela Kızıl Elmacılık hamaseti aldı başını gitti. Dünyanın alay konusu olan içi boş böbürlenmeler, boyun damarları şişirilerek yüksek perdeden her gün cihana nizamat veren nutuklar, her an küstahlığa varan büyüklük taslamlar aldı başını gitti. Kesintisiz aşırı doz propagandayla düşünme yetileri budanarak  mankurtlaştırılan kalabalıklar, sürüklenmekte oldukları uçurum şöyle dursun burunlarının dibini bile göremez hale getirildi. Kendi Cehennemlerine doğru koşar adım yol alan on milyonlar, kendi şuursuzluklarının sırtını kendi coşkun tezahüratlarına ve elleri parçalarcasına yaptıkları alkışlara dayadı.
Kabul edelim ki, Erdoğan ve işbirliği içerisinde hareket ettiği şer şebekelerinin Türkiye’de gerçekleştirdikleri öz-yıkım, potansiyeli son derece yüksek devasa bir ülkeyi ve yüzlerce yıllık mazisi olan köklü bir milleti kendi elleriyle çökertme adına az bir başarı değil. Erdoğan’ın liderlik ettiği kötülükler bendini yıkmış azgın mı azgın bir sel niteliğinde artık. Önlenmesi ise, neredeyse imkansız. Öylesine yıkıcı bir sel ki bu, önüne ne gelirse silip süpürüyor. Kendi yatağını, kendi sınırlarını da zorlayıp başka havzaları da tarumar ediyor.
Kanla, canla, gözyaşıyla beslenen bu sel, devamlılığını sağlamak için hep daha fazla kana, haha fazla cana ve gözyaşına ihtiyaç duyacak. Kan ve gözyaşı aktıkça, masum canlar heba oldukça güçlenecek, coşacak… Gelinen noktada, önünde sıfırdan yeni bir set kurmanın artık neredeyse imkansız olduğu bu selin kendi kendisini tüketmesini, şer, kötülük ve sebep olduğu acılardan beslenen iç enerjisini bitirmesini beklemekten başka çare kalmadı gibi.
Yine de isterseniz bu korkunç tabloya Külünk’ün gözlükleriyle bakıp; akla, mantığa, izana, insafa takla attırıp, “Türkiye’de en azından sınırsız bir suç ve günah işleme özgürlüğü var,” deyip mutlu olmayı da deneyebilirsiniz. Günün sonunda on milyonların istediği şey şayet buysa, kendi elleriyle kendi Cehennemlerini inşa etmelerini keder içinde izlemekten başka elimizden ne gelir ki? Kahredeceğimiz tek şey, insan yutan canavarlar gibi yükselen dev yalımları artık dünyanın en uzak köşesinden bile görülebilen bu Cehennem’in sadece kendisini inşa eden şuursuz zebanileri değil, herkesi yakacak olması…
(TR724)