Yorum | Erhan Başyurt
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun süredir dile getirdiği ‘Afrin’e operasyon’ geçtiğimiz Cumartesi başladı.
Hava harekâtı, topçu atışı, ÖSO öncü birlikleri ve kara gücünün eşgüdüm içerisinde yürüttüğü operasyonda ilk hedefin ‘30 kilometre derinliğinde tampon bölge’ olduğu açıklandı.
Operasyona destek verenler kadar ‘savaşa hayır’ diyerek karşı çıkanlar da var.
Savaşa kaçınılmaz oldukça girilmez. Savaş arzu veya talep de edilmez.
Ancak Türkiye’de şaşırtıcı şekilde ‘savaş çığırtkanları’ sahneyi kaplamış durumda. Bu da büyük bir tehlikeye yolculuğun habercisi gibi…
***
‘Afrin Operasyonu’na katılan askerlerimizin hiç can kaybı vermeden ve hiçbir sivilin ölümüne neden olmadan en kısa sürede dönmeleri’ herkesin ortak temennisi.
Eleştiriler ise çoğunlukla siyasi karar boyutuna ve gerekçelerine yönelik.
Kişisel olarak bulunduğum çizgi de bu şekilde…
Savaşın siyasi gerekçeleri ve muhtemel sonuçlarını savaşa kaçınılmaz olarak girmek için yeterli mazeretler olarak görmüyorum.
İktidarın ihmallerini ve hesap hatalarını yeni siyasi hesap hatalarıyla örtmeye çalıştığını, dış politika ve askeri operasyonları bir kez daha iç politik hesaplarına kurban ettiğine inanıyorum.
Siyasi boyutlu eleştirilerim, benim bakış açım da kusurlu olabilir.
Ancak ne iktidarın ne de AK trollerin fikirlerimi beyan etmemi engellemeye hakkı yoktur.
Hangi görüşlerin doğru hangilerinin hatalı olduğunu ancak zaman gösterir.
Fikirlerin zamanın boşluğuna bırakılmasını ve gerçeklerin eleğinden geçerek, geleceğe yol gösterici olarak dönmelerine izin vermek lazım.
Bu da sadece ve sadece karşı görüşlere de izin vermek ile mümkün…
***
Peki neden böyle düşünüyorum?
***
Birincisi, ABD’nin PKK’nın Suriye kolu olarak bilinen PYD veya askeri kolu YPG’ye verdiği silah ve eğitim desteğini haklı olarak eleştiriyor AK Parti iktidarı.
ABD’nin yaptığının hata olduğunu kabul edelim.
Peki Türkiye’nin PYD/YPG ile 2016 ortasına kadar süren ilişkilerine ne diyeceğiz.
Barzani’ye bağlı Peşmerge birliklerinin PYD’nin özerk ilan ettiği Kobane’de YPG’ye ağır silahları Türkiye toprakları üzerinden sevgi gösterileri arasında götürmesine ve ağır silahların tamamını YPG’ye bırakarak geri dönmesine AK Parti izin vermedi mi?
Kobane’de yaralanan bugün ‘terörist’ olarak nitelenen YPG gerillalarına AK Parti iktidarında sağlık hizmeti verilmedi mi? Devletin resmi yetkilisi Suruç Kaymakamı bizzat Kobane’de yaralananların 970 tanesinin Türkiye’de tedavi edildiğini açıkladı…
Yine PYD lideri Türkiye’de ’kırmızı halı’yla ağırlandı. Süleyman Şah Türbesi taşınırken de, PYD lideri Salih Müslüm ‘koordinasyon’ amaçlı olarak, Ankara’da olduğunu ifşa etti.
Türbe, PYD kontrolündeki bir bölgeye taşındı. Hemen yanı başında PYD bayrakları ve Öcalan posterleri dalgalandırıldı…
HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, AK Parti iktidarının PYD’ye Türbe’nin taşınmasına katkılarından dolayı teşekkür ettiğini Meclis kürsüsünden getirdi.
PYD/YPG o zaman ‘terörist’ değildi de, ABD IŞİD’e karşı silah yardımı yapınca ve eğitim verince mi oldu?
***
İkincisi, Suriye’de Kürtlerin özerklik ilan etmeleri ya da bağımsızlık devlet kurmaları Türkiye’yi ikinci derecede ilgilendirir.
Nitekim AK Parti, Suriye’de PYD kontrolündeki Kürtlerin Afrin, Kobane ve Cezire’de ‘özerklik’ ilan etmelerine sessiz kaldı.
Bu Kobane’ye Türkiye üzerinden silah koridoru açtıktan sonra, Kobane ve Cezire kantonlarının birleşmesine de sessiz kaldı.
Membiç’in alınmasına da sessiz kaldı.
Nitekim, PYD kontrolündeki Kürt bölgesi 2012’den 2018’e 10 kattan fazla artarak Suriye topraklarının yüzde 25’ine ulaştı.
Türkiye, tüm bu süreçler boyunca sessiz kaldı.
ABD’nin İncirlik’ten bölgeye destek sağlamasına izin verdi.
Her ne olduysa, birden ‘Akdeniz koridoru’ bahanesine sığındı…
‘Eğer, Afrin ve Membiç arasındaki 98 kilometre de Kürtlerin eline geçerse, Kürt koridoru Akdeniz’e ulaşır’ denmeye başladı.
Aslına bakılırsa, Suriye ile 911 kilometrelik sınırımız PYD’nin denetimine geçmiş olur. Ancak Akdeniz’e açılamazlar. Bunun için Türkiye topraklarına saldırmaları ve Hatay’ı da işgal etmeleri gerekir. Yani bu iddia mevcut durumda gerçeğe uygun değil.
Başbakanlığa bağlı Kamu Diplomasisi, asıl gerekçeyi ‘Türkiye’nin Araplarla coğrafi irtibatının kesilmesini önlemek’ olarak açıklıyor. Ki bu en güçlü ihtimal…
***
Peki Türkiye, ABD ile mi savaşıyor?
İşin garip tarafı da bu…
Siyasi söylemlerin tamamı ABD karşıtı. Ancak ‘Afrin ABD’nin operasyon sahası’ değil. Aksine burada bir Rus birliği görev yapıyordu.
Ruslar, Türkiye’nin daha önce operasyon yaptığı İdlib’i almak karşılığında, Afrin’den birliklerini çekip, Türkiye’ye bu bölgede hava sahasını kullanma izni verdiler.
Yani, Ruslar PYD’yi Türkiye’ye sattılar. Bu durum, PYD’nin ABD’ye daha fazla yanaşmasına neden olacaktır.
İkincisi, ABD’nin ‘sınır birlikleri’ olarak adlandırılan birlikleri, Afrin değil, Fırat’ın PYD kontrolündeki asıl büyük bölgede görev yapıyor. Petrol yataklarının da bulunduğu bu bölge, neredeyse Irak sınırının tamamını kapsıyor.
ABD’nin ikinci mezuniyet töreni Haseke’de geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirildi. Yani, Afrin’e operasyonun iddia edildiğinin aksine, ‘sınır birlikleri’ üzerinde de bir etkisi yok.
O halde, ABD karşıtı söylemlerin bu derece dozunun yüksek olması neden?
Yüksek ihtimal, Rusya karşıtı söylemlere cesaret edilemediği için…
Zarrab dosyası ve Halkbank’a ceza, ABD’de Türkiye aleyhine yürüyen diğer soruşturmaları ‘pazarlık masası’na çekmek için…
***
Suriye politikası, öngörü hataları ve tutarsızlıklar manzumesi olarak Türkiye’nin en büyük dış politika fiyaskosudur.
Bu fiyaskonun komplikasyonları, medcezir gibi zaman gelip Türkiye’ye çarpacak, Türkiye’yi bir girdabın içine çekecektir.
Türkiye, önce El Nusra’ya açık destek vermiş sonra savaşmıştır.
Esed muhalifi oldukları için radikal gruplara silah sağlamış, insan ve silah koridoru oluşturmuş, sonra uluslararası koalisyon ile birlikte operasyonlara katılmıştır.
Bugün operasyonlara öncü birlik olarak yollanan ÖSO’nun kurucusu Albay Mustafa Hormonus da garip şekilde MİT görevlileri tarafından kaçırılıp Esed yönetimine para karşılığı satılmıştır. Söz konusu görevli yargılanmış ve 20 yıl hapse mahkûm edilmiştir…
Türkiye, Suriye’de devirmeye çalıştığı Esed’e artık ‘haber vererek’ operasyona başlarken, dün sınırımızı ihlal ettiği için uçağını düşürdüğü Rusya’dan bugün hava sahasını kullanmak için izin almaktadır…
AK Parti, hiç kimseden tek kelime özür dilemeden, 180 derece politika değişikliği gerçekleştirip Suriye’de düne kadar rekabet ettiği Esed-Rusya-İran çizgisine yanaşmıştır.
Suriye’yi harabeye çevirdikten sonra, Türkiye’deki 3 buçuk milyon Suriyeli mülteciyi geri döndürmek için yol aramaktadır…
***
Gelinen noktada, Türkiye ya İdlib’de olduğu gibi bölgeyi ÖSO’ya teslim edecek, bu da Esed-Rusya hakimiyetine alan temizliği anlamına gelecektir.
Ya da bölgede kalıcı olarak güç bulunduracak, bu da sürekli saldırılara açık hale getirecektir…
Güç durumdaki ekonominin ikinci seçenekteki uzun vadeli operasyonun yükünü taşıması zor görünmektedir. Nitekim Napolyon’un özetlediği gibi, ‘savaş, para demektir’…
***
Son olarak, operasyonun bir de iç politik yönü bulunmaktadır.
İktidar, bir taraftan ‘milli mutabakat cephesi’ kurarken, bir taraftan da ‘hamasi milliyetçilik’ pompalamakta, bunu ‘ezer geçeriz’, ‘vurduk mu oturturuz’ gibi kabadayı ifadelerle bezemektedir.
Hem milli mutabakat hem de neden olduğu anlaşılmayan bir operasyon zafer gibi ilan edilip, bir baskın seçime gidilme ihtimali güç kazanmaktadır.
Bu durumda, savaş dahil dış politik eylemlerin iç politik istismar amaçlı yapılmış olması ihtimali büyük risktir.
Otoriterleşen tüm rejimlerde olduğu gibi, Türkiye de ‘milli birlik’ amaçlı bir savaş macerasına sürüklenmekte demektir…
Bu ihtimal gerçekleşirse, Türkiye de Suriye gibi bir girdabın içine sürüklenmekte demektir. Asıl alarm zilleri çalınması ve endişe edilmesi gereken durum da bu olacaktır…
(TR724)