Halkı Suçlamak, Aşağılamak Doğru Mu?

YORUM | PROF. DR. MAHMUT AKPINAR |

Laik, sol kesim öteden bu tarafa halkı aşağılar ve “sürü” olarak nitelerdi. Halkın inançlarını, değerlerini, korkularını anlamaya yanaşmaz, tepeden inmeci bir yaklaşımla halka rağmen halkı dönüştürmeye çalışırdı. Esasen Kemalizm ve Türk tipi laiklik bir dönüştürme çabasının halka zorla giydirilmek istenen urbalarıydı. Tek Parti döneminden itibaren okullar, kamu görevlileri, kamu kurumları yeni ulus devlet inşası doğrultusunda halkı şekillendirmek için kullanılan araçlardı. Devletin gücü bazen sopa, bazen havuç olarak ama 10. Yıl Marşı’nda söylendiği gibi “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” demek için kullanılıyordu.
Tek Parti döneminin bütün enstrümanlarını bugün AKP tekmil olarak kendi politik neslini inşa etmek için kullanıyor. Devletin tüm gücü, kaynakları AKP’nin kullanabileceği ilkesiz, niteliksiz ama dindar görünümlü bir kitle oluşturmaya harcanıyor. Tek Parti dönemindekine benzer şekilde herkesi aynı kalıba sokmak için insanlara zulmediliyor. CHP Cumhuriyeti kullanıp “halka rağmen, halk için” yapıyordu. AKP aynı işleri güya halkın desteğiyle ve “demokrasi” için yapıyor. CHP dini hedef yapıyor, toplumu laikçi elitler eliyle dönüşüme zorluyordu. AKP dini kullanarak her türden aydını-eliti tasfiye ederek yapıyor. Halkın yarısını öteki yarısına karşı kullanarak, cepheleştirerek amacına varmaya çalışıyor. Din, pragmatizm ve popülizm AKP’nin etkili silahları.
HİZMET HAREKETİ MENSUPLARINI BEKLEYEN TEHLİKE
Çok partili sisteme geçildikten sonra da laik elitler tercihlerinden, inançlarından, yaşam tarzlarından dolayı halkın geniş kitlesine hep tepeden baktı. Milletin geniş kesimlerini “göbeğini kaşıyan”, “bidon kafalı”, “aptal”, “cahil” gibi yakışıksız etiketlerle aşağıladılar. Halk aristokratik elitlerin rağmına seçim yaptığında halkı tahkir eden yazılar yazdı, sözler ettiler.

Bugün benzer bir duruma Hizmet Hareketi insanlarının düşme durumu var. Genellikle dün laikçi elitlerin tahkir ettiği insanların çocukları olan eğitimli, nitelikli Hizmet insanları kirlenmiş, yozlaşmış, adaletsiz bir siyasi partiyi tercih etmesi ve desteklemesi nedeniyle elitist davranışlar sergiliyorlar. Halkı “sürü” olmakla, “makarnaya satılmak”la, “ilkesizlik”le, “sadece ekonomik çıkarına odaklanıp dinin ve hukukun esaslarına itina göstermemekle” itham edebiliyorlar.
HALKI SUÇLAMAK ÇÖZÜM ÜRETMEZ
Ben halkı suçlamanın ve aşağılamanın veya halka küsmenin doğru olmadığını ve çözüm üretmeyeceğini düşünüyorum. Dün elitler halkın değerlerine, inançlarına karşı olduğu için millet itibar etmemişti. Halk çok da dindar değildi ama dinini, değerlerini aşağılayan insanlara güvenmiyordu. AKP ise otoriterleşmeyi halkın yanında görünerek, inançlarını istismar ederek, hocaları-dini önderleri satın alarak sağlıyor. Erdoğan son 4-5 yılda halkı bilinçlendirecek, doğruları söyleyecek aydınları, din adamlarını, gazetecileri, yazarları ya sindirdi veya satın aldı. 15 Temmuz’dan sonra ise bir avuç namuslu ve ilkeli aydın hariç herkes iktidarın borazanı oldu. Bu tür durumlarda halkın isabetli seçimler yapmasını ve kendiliğinden bir kısım doğruları görmesini beklemek abes. Hele işler halkın inançları, değerleri üzerinden yürütülüyor, hoşa gidecek sloganlarla yapılıyorsa halktan büyük beklentiye girmemek lazım. Bu arızi ve konjonktürel durum nedeniyle millete güveni yitimek, “necip millet” söyleminden vazgeçmek, Aziz Nesin’in sölemlerini öne çıkarmak kanaatimizce doğru değil.
Tarihin her döneminde bu kadar kuşatılmışlık, yoğun propaganda ve baskı altında tutulup da pusulasını şaşırmayan millet yok gibidir. Bunun “medeni”, “eğitimli”, “batılı” olmakla da alakası yoktur. Aydınlar ve medya susturulunca halk pusulasız, rehbersiz kıblesiz kalır. Bütün diktatörler bunu bildikleri için gütmek istedikleri toplumda önce aydınları, alimleri, medyayı susturur sonra dilediklerini yapar.
EN EĞİTİMLİ TOPLUMLAR BİLE…
Hitler eğitimli Alman toplumunu aynı yolla gütmüş ve Almanlar onca katliamı, kıyımı, zulmü savaş bitince öğrenebilmişti. Enver Hoca Arnavutları yılarca “biz dünyanın en güçlüsüyüz, en gelişmişiyiz, herkes bize düşman” diye uyutmuştu. Benzerini bugün diktatör Kim yönetimindeki Kuzey Kore yaşıyor. Kuzey Kore’lilerin Kim’e sevgi gösterisindeki mübalağayı internette görmüşsünüzdür. Pek çoğunun saygı/sevgi gösterisinde samimi olduğunu düşünüyorum. Çünkü diktatörün medyası, propaganda makineleri sayesinde muhtemelen Kuzey Kore’liler “bütün dünya açlıktan ölüyor, perişan, aç-sefil” sanıyor; ama Kim sayesinde “kendilerinin dünyanın en şanslı halkı” olduğuna inanıyordur. Stalin benzer yöntemlerle 30 yıl Rusları, Franco İspanyolları idare etti.
Ayrıca aşına, işine odaklanmış gariban halkın maliyetinin çok ağır olduğu durumlarda “kahramanlık” yapmasını, zalim dikatatörlere meydan okumasını beklemek sosyolojiye ters. Bu nedenle konvansiyonel medyadan bilgilenen, dünyayı takip etme-anlama imkânı olmayan halkları zalime ve zulüm düzenine karşı çıkamıyor diye aşağılamak suçlamak doğru değil. Bazen susmak, iftira ve linç kampanyalarına katılmamak da bir tepkidir, tavırdır ve takdiri hakeder.
DOĞRU OLDUĞUNA İNANDIRILMIŞLAR
Türk toplumunda öteden bu tarafa devletin/devlet adamlarının kutsanmasını, saygıda mübalağa edilmesini, hesap sorma kültürünün olmamasını dikkate aldığımızda karşılaşılan tablo daha kabul edilebilir bir hal kazanır. Sonuçta onlar bizim insanımız ve bazı şeylerin doğru olduğuna inandırılmışlar. Ayrıca insanların -eğitime, idrake, kültüre bağlı olarak- hakikati anlama seviyeleri ve süreleri değişebilir. Bazıları gerçekleri, tehlikeyi çok erken görebilecek eğitim-tecrübe ve donanımda olurken, pek çok insan tehlike ile karşılaşmadan fecaati farketmez.
Elbet bu süreç geçecek ve ak-kara meydana çıkacak. O zaman insanlara hatasından dönme, gerçeği görme fırsatı vermek lazım. Ama dışlayıcı ve tahkir edici bir dil, bu süreci geciktirir hatta imkânsız kılar. Halk toprak gibidir. Ona neyi dikerseniz onu geliştirir, büyütür. Halkı suçlamak toprağı suçlamak gibidir. Ne var ki bu süreç geçtikten sonra yüzüne tükürülecek ve asla affedilmeyecek, teşhir edilecekler var. Asıl bunlara odaklanmak lazım.
KİM BUNLAR?
En başta millet için değil, koltuk, çıkar için siyaset yapan siyasetçiler!
İkbal beklentisiyle zulmü, hırsızlık düzenini meşrulaştıran, destekleyen, yok sayan, ses veremeyenler!
Bildikleri halde “bize de bir kapı açılır mı? Biz de zalimin açtığı fısatlardan yararlanır mıyız?” diye bekleyen, milletin malı-menfeatleri talan edilirken, topluma düşmanlık tohumları ekilirken susanlar!
Zulüm sürecine destek veren, payanda olan, onun ürettiği kavramları kullanan sözde muhalefet!
“Düşmanımdan intikam alıyorlar” diye zalimi meşrulaştıran, zulüm düzenine odun atan ilkesiz laikler, sözde demokratlar, ufuksuz solcular ve ulus düşmanı ulusalcılar!
Basın özgürlüğünü ve gazetecilerin hakkını savunurken bile kendi mahallesi dışındaki medyayı, gazetecileri görmeyen sahte gazeteciler!
Yıllarca ekonomide ayrıcalıklı iş yapmış, sözde sermaye savunucusu ama Anadolu sermayesine çökülürken diktatörü toplantılarının baştacı yapan ve alkışlarla destekleyen TÜSİAD’cılar!
Dini kirli siyasetin propaganda malzemesi yapan, camileri siyaset arenası, minberleri siyasi nutuk mahfili haline getiren her seviyedeki Diyanet mensupları!
Şirk, küfür ifade eden cümleleri ayakta alkışlayan, İslami ve insani en asgari ilkeleri dahi iktidar sahiplerine karşı savunamayan İlahiyat hocaları!
Üniversite kürsülerini sefa sürülecek, maaş alınacak koltuklardan ibaret gören akademisyenler!
Görevleri adalet dağıtmak olduğu halde en başta kendi mesai arkadaşlarına en ağır zulümleri ve hukuksuzlukları reva gören yargıçlar, hakimler, savcılar!
Küçük çıkarları beklentileri mukabili hertürlü şirke, harama, zulme, küfre göz yuman cemaatlerin, tarikatlerin önde gelenlerini de bugünlerin utanç sayfalarına eklemek gerek!
TÖVBE KAPISININ AÇIK OLDUĞUNU BİLMEK
İnsanlara hatasından dönme fırsatı vermek, tövbe kapısının açık olduğunu bilmek lazım. Ama sonraki kuşaklara yaşanan hercümercin tarihe ibret olarak kalması için tabloyu net bir şekilde ortaya koymak da toplumsal-vicdani bir borç olacaktır.
Bir hadis-i şerifte, ‘İnsanlardan iki sınıf vardır ki, onlar salaha ererse insanlar da salaha erer, onlar fesada girerse insanlar da fesada girer: bunlar alimler ve amirlerdir. (Kenzu’l Ummal, 10-191)’ denilir.
Yaşananlar karşısında yüzüne tükürülecek, asla affedimeyecek ve mutlaka hesap sorulması gerekenler var ama onlar halk değil. Herkes elbette Hakkın Divanı’nda bireysel hesabını verecektir. Ama toplumsal yozlaşmalarda, çözülmelerde kollektif sorumluluk aydınlarda ve yöneticilerdedir!
(TR724)