Yorum | Bülent Keneş |
İsveç merkezli insan hakları kuruluşu Stockholm Center for Freedom’ın (SCF) verilerine göre, şu an Türkiye’de tamı tamına 283 gazeteci ve medya çalışanı hapiste, 135 gazeteci ise haklarındaki tutuklama kararlarından dolayı ya sürgünde ya da gizlenmek zorunda. Öte yandan, kamuoyunun on yıllardır dürüst, özgürlükçü, demokrat ve entelektüel kimlikleriyle yakından tanıdığı birçok yazar ve gazeteci için 420 güne yaklaşan tutukluluk süreleri resmen yargısız infaza, fiili ve keyfi cezalandırmaya dönüşmüş durumda.
Aralarında Mümtaz’er Türköne, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Faruk Akkan, İbrahim Karayeğen, Mustafa Ünal gibi kamuoyunun yakınen bildiği her biri birbirinden kıymetli kalem ehli, tam 14 aydır hiçbir ahlak ve hukuk ilkesi tanımayan adi bir despotluğun esiri. Oysa bu isimlerin yanısıra, aylarca haksız-hukuksuz bir şekilde tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen Lalezar Sarıibrahimoğlu ile Nuriye Akman, günlerce gözaltında tutulan Orhan Kemal Cengiz, iddianamede firari olarak adı geçen İhsan Dağı ve diğer meslektaşlarımızın hayatları ve mesleki geçmişleri despot talimatıyla vücut bulmuş her türlü temelsiz iddiayı ve ahlaksızca ithamı peşinen çürütecek nitelikte.
419 GÜN SÜREN YARGISIZ İNFAZ
Tüm hayatlarını askeri vesayete, anti-demokratik uygulamalara ve hukuksuzluklara karşı mücadeleyle geçiren, vatandaşlar arasında hukuki ve siyasi eşitliğin, sosyal ve ekonomik adaletin sağlanması için çırpınan Türkiye’nin itibarı diyebileceğimiz bu isimler 419 günlük tutukluluktan sonra nihayet Pazartesi günü ilk kez hakim karşısına çıkacaklar.
Bazıları 70’ine merdiven dayamış bu isimler alelade insanlar değil. Zulüm ve despotluk karşısında onurlu ve ilkeli duruşlarıyla gelecek nesillere örnek gösterilecek isimler. Bunlar, AKP’nin Avrupa Birliği norm ve standartlarını hedef alarak demokratik reformlara giriştiği dönemlerde o dönemin ceberut muktedirlerini karşılarına almak pahasına Türkiye’nin önüne açacak her türlü adıma canla başla destek vermiş insanlar. Verdikleri bu ilkesel desteğin tamamen Erdoğan’ın dümen suyuna giren AKP’nin İslamofaşist bir kulvara savrulmasına rağmen devam etmesi elbette ki düşünülemezdi.
AKP’nin ilk iki iktidar döneminde daha nitelikli bir demokrasiyi, evrensel insan hak ve özgürlüklerini hedef alan bir hukuk devletini tesis etme yolunda attığı her adıma destek veren bu saygın isimler, Erdoğan ve AKP’nin demokrasi yolundan saparak adi ve ahlaksız bir dikta rejimine yöneldiği ölçüde ilkesel eleştirilerini cesurca yükselten Türkiye’nin en saygın beyinleri, en cesur kalemleriydiler.
ÇEKİLEN BEKLENTİSİZ İLKESELLİĞİN AĞIR BEDELİ
Demokratik ve hukuki atılımlara destekleri herhangi bir siyasi ya da maddi çıkara dayanmadığı gibi bu ideallerin tam tersi yöne savrulma karşısında yükselttikleri eleştirilerini de herhangi bir siyasi ya da maddi çıkar beklentisi ile yapmıyorlardı. Kabul etmeliyiz ki, bu isimler Türkiye ortalamasının sergiledikleri ilkeselliğin tam zıddı yöne savrulma yaşadığı kesif bir ahlaksızlık ve yozlaşma atmosferinde, her şeye rağmen, ilkeleri çerçevesinde sabit kadem duran ender-i nadirattan aydınlar haline gelmişlerdi.
Ülkenin güya aydın(!) zümresi de dahil olmak üzere, korku veya menfaatin coşturduğu azgın bir iştiyakla kitlelerin, sürüler halinde muktedirin peşine takılarak çıkarı önceleyen kıvrak ve esnek ahlakı karşısında, yine kabul etmeliyiz ki, oldukça azınlıkta kalıyorlardı. Ve durum artık iyice asimetrik bir hal almıştı. Ahlaken üstün olmaya üstünlerdi, haklı olmaya haklılardı ama pek çoklarının yaptığı gibi ilkelerini ve onurlarını paspasa çevirme maliyeti karşılığında, yanaşma ihtiyacı duymadıkları ceberut ve yoz güç karşısında tahterevallinin zayıf tarafında yer alıyorlardı.
Buna rağmen demokrasi, insan hakları, bireysel özgürlükler, hukuki ve siyasi eşitlik, ekonomik ve sosyal adalet, hukuk devleti ilkelerini savunmakta bir lahza olsun tereddüde düşmediler. Doğruları dosdoğru söyleme cesaretini göstermekten bir an bile olsun geri durmadılar. Yani ilkesizliğin, onursuzluğun, ahlaksızlığın zirve yaptığı bir dönemde maruz kaldıkları her hal ve şart altında dahi ilkeli, şahsiyetli ve ahlaklı olmak gibi affedilmez büyüklükte bir kabahatleri vardı.
AYDINLARIN HAYATINDAN 14 AYI ÇALDILAR
Affedilmediler… Akla hayale gelmeyecek deli saçması suçlamalarla gözaltına alındılar. Uyduruk mahkemelerde dünyanın maskarası, mesleklerinin yüzkarası hakimlerin keyfi kararlarıyla hapse atıldılar. Böylece haydutlar sadece ülkenin maddi manevi imkanlarını çalmakla kalmadılar. Entelektüel birikimlerinin doruğunda, en olgun fikri meyvelerini verme çağlarındaki bu mümtaz münevverlerimizin hayatlarından, şimdilik kaydıyla, daha şimdiden tam 14 ayı keyfi bir şekilde çaldılar.
Bugün (18 Eylül) yapılacak duruşmaya dair insan her şeye rağmen umutlu olmak istiyor. Ancak, idarenin despotlaştığı, yargının paçozlaştığı, toplumun yozlaştığı, şahsiyetsiz devlet bürokrasisinin ve omurgasız medyanın hiçbir ahlaki, hukuki, insani, dini sınır tanımayan güç karşısında köpekleştiği bir ortamda bunun ne kadar ihtimal dahilinde olduğunu insan düşünmek bile istemiyor.
Aklı başında bir ülke ve rejim için harami bir despota yaranma güdüsünden başka motivasyonu olmayan zavallı bir savcıya dikte ettirilen ipe sapa gelmez abuk sabuk iddialarla ülkenin yüz akı aydınlarını 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılamaktan daha büyük bir utanç, daha büyük bir aşağılama olabilir mi? Ama insan yine de bir umut beslemeden edemiyor işte. Böyle bir durumda bile gönül kendi kendisini aldatmak ve malum mahfillerde kurbanlarının kalemini peşinen kıran yargısız infazların şeklen gereklerini yerine getirmekten başka bir değeri ve kıymeti olmayan, türlü maymunlukların sergilendiği, hukuk adına rezilliğin bininin bir para etmediği bu sirk yerlerinden hala adalet beklemek istiyor.
BİR ÜLKENİN DÜŞEBİLECEĞİ EN DERİN YER
Bir yazılarından ötürü ya da yasal ve meşru bir medya organında çalışmış olmalarından dolayı toplumun en aydın insanlarının 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle (Hatırlatma: Şayet idam kalkmamış olsaydı bu ceza 3 idam istemi anlamına geliyor) yargılandığı bir ülkenin düşebileceği daha derin bir çukur herhalde bulunmuyordur.
Hakikaten akıl, hafsala alır gibi değil. Muktedir yalakası bir savcının 30 gazeteci ve aydının keyfi tutukluluklarının ancak 300. gününde hazırlama lütfunda bulunduğu iddianame denilen o kırık dökük paçavrada ismi sadece birer kez geçen tam 16 gazeteci ve yazar için haklarında 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve artı 15’er yıl hapis isteniyor. 64 sayfalık söz konusu paçavrada bu gazetecilerden bazılarına ayrılan yer sadece bir cümleden ibaret. Bir cümlelik deli saçması iddiayla eski hesapla 3 idam istemi ha!.. Hay sizin insanlığınıza… Hay sizin adalet anlayışınıza… Yazıklar olsun!..
Düşünebiliyor musunuz tüm ömürlerini daha demokratik, sivil ve çoğulcu, özgürlükçü bir hukuk düzeni uğruna harcayan, gazetecilikten ve fikirlerini yazmaktan öte herhangi bir eylemleri olmayan bu insanlar darbecilikle, Anayasal düzeni, TBMM’yi ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmekle suçlanıyor. Bu alçakça iddialarla haklarında 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi isteniyor. Ayrıca “silahlı terör örgütüne üye olma” gibi son dönemde iyice ayağa düşürülüp cılkı çıkarılan bir suçlamayla da ayrı ayrı 15’er yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaları talep ediliyor. Darbecilik ve terör örgütü üyesi olma suçlanmalarına gerekçe olarak gösterilen kanıtlar ise, haber ve yazılardan veya Zaman gazetesinde, Cihan Haber Ajansı’nda ve yan kuruluşlarda yöneticilik yapmaktan ibaret.
ÜLKE AYDININA HINÇ BESLEYEN İRADENİN ADRESİ BELLİ
Yazarların ve gazetecilerin dünyanın en büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturması olarak bilinen 17-25 Aralık 2013 kepazeliği hakkında yazdıkları köşe yazılarının suç delili olarak nitelenmesi bunca yazar ve gazeteciyi keyfi şekilde içeriye atan ve orada uzun yıllar tutmaya karar veren intikamcı yoz iradenin adresini açıkça gösteriyor. Rüşvetçi, hırsız, yolsuz ve zalim bir muktedirin, sergilediği ahlaksızlıkları sorun eden erdem timsali insanlardan aldığı ahlaksızca intikamı tüm dünya ibretle izliyor. Ama maalesef sadece izliyor.
Üstelik yoz muktedirin kapıkulu olmaya dünden gönüllü olacak kadar kendisini aşağılayan savcının delil olarak sunduğu yazılarda herhangi bir suç unsuru olmadığını da yine savcının kendisi ifade ediyor. Savcı utanç vesikası olarak tarihe geçecek iddianamesinde, köşe yazılarının ve haberlerin tek başına suç unsuru taşımadığını söylüyor. Ancak, hemen ardından hiç utanıp arlanmadan bu yazı ve haberlerin netice itibariyle darbeyi amaçladıklarını ileri sürüyor. Tutuklu tüm gazeteciler için hiçbir zahmete girmeden toptancı bir yaklaşımla şöyle bir suçlamada bulunuluyor:
“Basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullanarak örgüt amacına hizmet ettikleri; ulusal güvenliği tehdit edebilecek, toplum huzurunu, toplumsal barışı ve asayişi bozabilecek beyanlarda bulundukları, askeri darbe çağrısında bulunmaktan çekinmedikleri, bu haliyle şüpheli yazarların gerek suç unsuru ihtiva ettiği tespit edilen yazılarıyla gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte örgütsel hedef ve amacı tamamlayan yazılarla FETÖ-PDY terör örgütü hiyerarşisi içerisindeki görevlerini yerine getirdikleri…”
TEK CÜMLEYLE ÜÇ KEZ AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS VE DAHASI
Breh breh breh!.. “Bu suçların hepsi bir günde mi işlenmiş?” diye adam olana sorarlar. Ancak, durumun pek öyle olmadığını bu rezil iddianamedeki 17-25 Aralık 2013 kepazeliği ile ilgili yazılan yazılara atıflardan anlayabiliyoruz. Anlayamadığımız şey ise, madem bu yazarların yazıları ve fikirleri birer suç teşkil ediyor (nasıl bir şeyse o?) idiyse neden bu yazılar yayınlandığı tarihlerde harekete geçmediniz ve soruşturma açma zahmetinde bulunmadınız, ey bre andavallılar?
Şimdi gelelim iddianame diye sunulan bu garabetin teknik/hukuki yönüne. Siz 3 müebbet istenen bir sanık hakkında tek cümlelik iddianame gördünüz mü hiç? Mesela, hakkında 3 kez ağırlaştırılmış müebbet artı 15 yıl hapis istenen Cihan Medya Dağıtım yöneticilerinden Ahmet Metin Sekizkardeş’e atfedilen tek suç delili bir cümlede geçiyor: “Cihan Medya Dağıtım A.Ş.’de yönetici olmak!” Faruk Akkan, Cuma Kaya, Hakan Taşdelen, Alaattin Güner için istenen artılarıyla birlikte 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsin karşılığı gösterilen tek suç delili de yine tek cümlede ifade edilen Cihan Haber Ajansı’nda yönetici olmak.
Hüseyin Belli, Hüseyin Turan, İsmail Küçük, Mehmet Özdemir, Onur Kutlu, Şeref Yılmaz, Ahmet İrem, Süleyman Sargın, Osman Nuri Arslan ve Osman Nuri Öztürk içinse 3 kez ağırlaştırılmış müebbet artı 15 yıl hapis cezası için gösterilen tek delil Zaman gazetesinde yönetici olmaktan ibaret. Ali Hüseyin Çelebi ise, olağan bazı muhasebe işlemlerinden dolayı aynı ceza talebiyle yargılanıyor.
DÜNYALAR İYİSİ İBRAHİM KARAYEĞEN’İN SUÇU NE?
Belki şaşıracaksınız ama hakkında yine 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası artı 15 yıl istenen Zaman gazetesi editörlerinden, dünyalar iyisi bir insan olan İbrahim Karayeğen içinse tek kelime suçlama ya da delil bulunmuyor. Sadece iddianamenin son sayfasında adı köşe yazılarıyla “ulusal güvenliği tehlikeye soktuğu” iddia edilen yazarlarla birlikte sıralanıyor.
Aynı cezanın istendiği Türk entelijansiyasının ve Türkçemizin yüz akı, yaşanan devrin mahir kalem erbablarının en önde geleni Ahmet Turan Alkan’a atfedilen vahim suçlara dair deliller(!) de 7 köşe yazısından ibaret. Mustafa Ünal’ın 2013’ten sonra yayınlanmış 10 yazısı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportaj, yine Şahin Alpay’ın aynı tarihten sonra yayınlanan 7 yazısı, Mümtaz’er Türköne’nin 2013’ten sonra yayınlanan 10 yazısı ile Ali Bulaç’ın 2013’ten beri yazdığı bir kısım yazıları bir anda 3 kez ağırlaştırılmış müebbet artı 15 yıl hapis gerektirecek birer suç delili haline getirilivermiş. Belli ki “ne sihirdir ne keramet, el becerisi marifet!” diyen bu savcı hakikaten Mandrake’lerin, Zati Sungurların pabucunu dama atmış.
Bütün hayatını özgürlükçü demokrasinin tesisi uğruna harcayan İhsan Dağı da, aynı davada tutuksuz yargılandığı halde sadece 3 yazısından ötürü 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis artı 15 yıl istenenler arasında. Nuriye Ural ile Lalezar Sarıibrahimoğlu’nun 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılma talebine delil olarak ise sadece Zaman gazetesinde yazarlık yapması gösterilmiş. Hiçbir yazılarına atıfta bulunma ihtiyacı bile duyulmamış.
DURUN DAHA DA KÖTÜSÜ VAR: OLMAYAN YAZILARA 3 MÜEBBET ARTI 15 YIL
Durun, durun daha da fecisi var. Hiçbir zaman Zaman gazetesinde köşe yazarı olmayan Orhan Kemal Cengiz, Zaman’da köşe yazarı olmak suçlamasıyla 3 kez ağırlaştırılmış müebbet artı 15 yıl hapisle yargılanıyor. Olmayan yazılardan dolayı… Bu ifritten devre muazzam uyum kapasitesi ve keyfi suç uydurma becerisinden dolayı Savcı Beyi ne kadar tebrik etsek azdır.
Öte yandan, pek kıymetli savcımız, bir şirkete ortaklıktan dolayı darbecilik suçlaması yönelterek 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis artı 15 yıl ceza istenebileceğini de dünya hukuk tarihine geçirmeyi başarmış. Murat Avcıoğlu, Hakan Taşdelen’e ait Fia Prodüksiyon Radyo ve Televizyon Reklam Organizasyon İletişim San. Ve Tic. Ltd. Şti.’ne Zafer Özsoy ve Yüksel Durgut ile Cuma Kaya’nın herhangi bir bedel ödemeden ortak olduğu iddiasına karşılık Savcı’nın istediği ceza bu. Sedat Yetişkin’e ise Cihan Haber Ajansı’na ve Samanyolu TV’ye ortaklığından dolayı istenen ceza aynı.
Hukuk dili bir yana bırakılıp fantastik bir üslupla kaleme alınan iddianamede ağır suçlamalara, akıl almaz ceza taleplerine karşılık somut hiçbir delil gösterme ihtiyacı duyulmamış. 64 sayfalık kelime yığını ancak devlerin perilerin cirit attığı hayal ürünü bir masalın gerçekliği kadar gerçeklikle ilişki kurabilmiş. Üstelik bu kelime yığını, tıpkı pek çok masalda olduğu gibi, tek bir elden de çıkmamış. Kollektif ve anonim bir metin olduğunu adeta bangır bangır bağırıyor. Şöyle ki, özellikle olmayan örgütle ilgili anlatılan kısımda metin hiçbir bütünlük arzetmiyor. Farklı kısımlarında farklı üsluplar içeriyor. Bu da savcı denen şahsın farklı yerlerde hazırlanan ve kendisine verilen metinleri iddianameye kendi metniymiş gibi aktardığını ispatlıyor.
ADAMINA GÖRE HUKUKUN NİRVANASINA ÇIKMIŞLAR
İddianamede şüpheliler iki gruba ayrılmış. İlk grupta medya organlarında yazıları yayınlanan köşe yazarları, ikinci grupta medya kuruluşları olan Feza Gazetecilik A.Ş., Cihan Medya Dağıtım A.Ş., Cihan Haber Ajansı, Fia Prodüksiyon Radyo ve Televizyon Reklam Organizasyon İletişim San. Ve Tic. Ltd. Şti., Irmak Radyo TV Hizmetleri A.Ş., Dünya Dağıtım A.Ş. bünyesindeki yönetici ve çalışanları gösterilmiş. Bu medya organlarındaki yazılarından dolayı bazı yazarlara 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis gibi deli saçması bir ceza istenirken, aynı dönemde aynı gazetelerde yazıları yayınlanan başka bazı köşe yazarları hakkından hiçbir soruşturma ya da dava açılmaması gazetecilerin siyasi ve dini görüşleri sebebiyle cezalandırılmaya çalışıldığını ispatlıyor.
Aynı durum Feza Gazetecilik A.Ş.nin eski ortakları olan Nurettin Eroğlu, ve Fettah Tamince için de geçerli. Bu kişiler hakkında hiçbir dava açılmamışken Fia Prodüksiyon Radyo ve Televizyon Reklam Organizasyon İletişim San. Ve Tic. Ltd. Şti.’nin eski ortakları hakkında 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle davalar açılması bu soruşturmaların keyfiliğini ve tamamen siyasi kriterlere göre insanların suçlandığını gözler önüne seriyor.
Çünkü, Saray’ında lüks ve şatafat içinde demlenen güç öyle istiyor. Önünde diz çöküp el etek öpenleri el üstünde tutarken, ilkelerini, öz saygılarını, onur ve izzetlerini her şeyin önüne koyan insanların ise yargısız infazla kalemlerini kırıyor. Bu yargısız infazlara deli saçması kılıflar giydirmek de Savcılık mesleğinin yüzkaralarına düşüyor. Birer sirk yerine dönen mahkemelerde hâkim koltuğunda oturan maskaralara ise, “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor!” diyerek, bu kepazeliğin gereğini yapmaktan başka bir şey düşmüyor.
Bir bilseniz, bu yazdıklarımın yanlış çıkmasını ve yanılmayı ne çok isterdim!.. Ah keşke!..
(TR724)