Kontrollü Muhalefet, Abdi Ağa ve Topal Ali

[Akif Umut Avaz]

Tarih kitapları geçmişe, bugünü şekillendiren geçmişteki olaylara dair çok şeyler anlatır. Ancak, tarih kitaplarında bildiğimiz anlamda insan pek olmaz. Daha doğrusu insanı insan kılan hisler, duygular, acılar, sevinçler, korkular, kaygılar, coşkular, zaaflar, sevgi, öfke ve nefret vesaire bulunmaz… Ancak his ve duygularıyla, kaygı ve cesaretleriyle, sevinç ve kederleriyle insan olabilen insanın izine nadiren rastlanan tarih kitapları bu açıdan eksiktir.
Tarih kitaplarının bu eksiğini tarihi romanlar ve varsa o dönemin içinden yazılan hikayeler, şiirler, denemeler tamamlar. Mesela nüfus mübadelesini tarih kitapları yazar yazmasına ama aynı nüfus mübadelesini bir de sanatçı/edebiyatçı/romancı/şair gözünden okumak bambaşka bir şeydir. Tarih kitaplarından nüfus mübadelesinin ne zaman olduğunu, hangi şehirleri ve kaç kişiyi etkilediğini öğrenmek mümkündür. Ama o mübadele sırasında yaşanan acıları, özlemleri, insan olmaya has umutları, beklentileri, korku ve endişeleri o kitaplardan anlayamazsınız. Onun için Yaşar Kemal gibi müthiş bir kabiliyetin elini taşın altına sokması, nüfus mübadelesinin mağdurlarını ete kemiğe büründürmesi, onları umut, sevinç, korku ve kaygılarla donatması ve nihayet tarihin büyük ölçüde görmezden geldiği gerçek insanlar olarak önümüze koyması gerekir.
YAŞAR KEMALLER, AHMET ALTANLAR MİLLETİN ONURUDUR
Tarihin akışını değiştiren olaylara insanı dahil eden roman ve benzeri edebi eserler, sırf yüklendiği bu misyon açısından dahi olsa, çok kıymetlidir. Merak edilen tarihi bir olay, dönem ya da karakter, sanat ve edebiyatın, roman, şiir ve hikayelerin hakkında söylediklerine kulak verilmeden tam ve doğru anlaşılamaz. Onun içindir ki, şu an müthiş bir yobazlaşmanın ve paçozlaşmanın hükümferma olduğu Türkiye’de itilip kakılsalar, horlanıp zindanlara atılsalar da edebiyat, yazı ve sanat insanları kıymetlerinden bir şey kaybetmez. Yine onun içindir ki, Yaşar Kemaller, Ahmet Altanlar, Orhan Pamuklar vesaire içinden çıktıkları, dilini ve kültürünü zirvelere taşıdıkları milletin onurudurlar, şerefidirler.
Kaldı ki, eski ya da yeni her roman, her edebi yazı bize ve bugüne dair de bir şeyler söyler. Bin yıllık Şehname ve eski Hint söylencelerinin çok şeyler söylediği gibi. İşte Yaşar Kemal’in ikonik İnce Memed’i de böyle bir eser. İnce Memed’te zulme ve adaletsizliğe isyan edenler kadar, zalimle işbirliği yapan menfaatçi karaktersizler ya da egosu ve şöhreti ile vicdanı arasında kalmasına rağmen zalimin işini kolaylaştırmaya kendisini mecbur hisseden insan tipleri bir geçit resmi ile önünüzden geçiverir.

KILIÇDAROĞLU, ZULÜM DEVRİ SİYASETİNİN TOPAL ALİ’Sİ Mİ?
Romanlardaki karakterler gerçek hayattaki şahsiyetlerin bir izdüşümü olduğu gibi halen yaşamakta olan şahsiyetler de yer yer romanlardaki bazı karakterlerle örtüşür. Mesela, bende nedense hep güçlü bir sempati ile derin bir acıma hissini birlikte uyandıran Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu son hal ve hareketleri İnce Memed’teki Topal Ali’nin yaşadığı çelişkili duygu durumunu ve paradoksal eylemlerini ne kadar da çok anımsatıyor.
Hikâyeyi biliyorsunuz… Sevdiği kız Hatçe’nin, sahibi olduğu 5 köyün ahalisini inim inim inleten zalim ve adaletsiz Abdi Ağa’nın yeğeniyle zorla evlendirilme planları, zaten adaletsizliğe isyan eden İnce Memed için bardağı taşıran son damla olur. Bir gece Hatçe’yle buluşur ve kaçarlar. Aşırı yağmurdan dolayı çok ilerleyemez ve köyün dışındaki bir kayalığa sığınırlar.
Özünde iyi ve vicdanlı bir insan olan Topal Ali, iz sürmekteki ustalığı ile meşhurdur. Abdi Ağa, İnce Memed ve Hatçe’nin izlerini bulması için Topal Ali’yi görevlendirir. Topal Ali, vicdanı ile menfaatlerinin, gönülden istediği Mehmed ve Hatçe’ye yardımcı olmak ile “iz sürme ustası” şöhretinin lekelenmemesi arasında derin çelişkiler yaşar. Kalbi zalim Abdi Ağa’nın işini zorlaştırmaktan yanadır ama bedelini göze almakta tereddütler yaşar. Buna rağmen izlerini kolayca bulduğu halde köyde epey oyalanarak kaçaklara zaman kazandırmaya çalışır. Ama nihayet bir izin peşine düşer ve Abdi Ağa ile silahlı adamlarını eliyle koymuş gibi İnce Memed ve Hatçe’nin saklandığı yere götürür. Böylece zaten dramatik olan İnce Memed ve Hatçe’nin öyküsünün daha bir trajik hale gelmesine yol açar.
Memed silahını çeker, Abdi Ağa ve yeğenini vurur. Yeğeni ölür, Abdi Ağa ise yaralanır. Memed, kılına bir zarar gelmesi durumunda bedelini ağır ödeteceğine dair oradakilere tehditlerde bulunarak Hatçe’yi köye gönderir ve kendisi dağlara kaçar. Böylece, zulüm ve adaletsizliğe isyanının efsaneleştirdiği bir İnce Memed olur.
GÜNÜMÜZ SİYASETİNİN ABDİ AĞA’SI VE AĞA’NIN DEVLET BAHÇELİLERİ
Abdi Ağa (Yeşilçam filmlerinde merhum Erol Taş’ın oynadığı karakterlere, günümüz siyasetinde Erdoğan’a tekabül eden bir karakter), kendisine gelir gelmez şeytani bir plan yapar. Memed kaçmıştır ama Hatçe hala köydedir. Adamlarını toplar ve kendisini Memed’in vurduğunu ama yeğenini öldürenin Hatçe olduğuna dair yalancı şahitlik yapmalarını ister. Bu yönde şahitlik yapmayı kabul edenlere yarı yarıya olan hasattaki paylarını 4’te 3’e çıkarmayı vaat eder. Tüm adamları bu rüşveti ve Abdi Ağa’nın talebini kabul eder (günümüz siyasetinde Devlet Bahçeli’nin içinde bulunduğu konuma karşılık gelen durum.) Topal Ali ise yine vicdanıyla amansız bir savaşa tutuşur. Neticede rüşvet karşılığı yalancı şahitliği kabul etmediği için Abdi Ağa tarafından köyden sürülür. İftiraya uğrayan Hatçe ise, jandarmalar tarafından tutuklanıp hapse atılır… Uzatmayalım, hikâye devam eder ve Topal Ali zamanla İnce Memed’in en güvendiği adamı olur.
Hemen baştan ifade edelim: Samimiyetle hak, hukuk ve adalet adına edilen her kelime değerli, bu taleplerle atılan her adım kıymetlidir. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da bir mitingle sonlandırdığı “Adalet Yürüyüşü” de tarihe geçecek değerde önemli bir eylemdir. Ancak unutulmamalı ki, hak, hukuk ve adalet gibi evrensel değerlerin kutsiyeti hiçbir ayrım yapmaksızın herkes için olmasından ileri gelir. Herkes için istenmeyen hak, hukuk ve adaletin başka bir tür zulüm, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğin kapısını sonuna kadar açacağını tahmin etmek için kâhin olmak gerekmez.
KILIÇDAROĞLU BİR TOPAL ALİ KADAR BİLE OLAMADI MAALESEF
Kendi kapısı zorlanıncaya kadar haksızlıklar, hukuksuzluklar ve adaletsizlikler karşısında dilsizmişçesine susan Kılıçdaroğlu’nun bu haklı talepleri dillendirmekte ne kadar geç kaldığı ayrı bir tartışma konusu. Ancak, hem böyle tarihi bir çıkış için olabildiğince geç kalıp hem de Topal Ali misali vicdanı ile menfaatleri; doğru olanı yapmak ile o güne kadar çevresine saldığı şöhretin zedelenmesi endişesi, hak ve adalet arayışı ile siyasi menfaatleri ya da korkuları arasında kalması kabul edilemez. Kaldı ki Kılıçdaroğlu, bir Topal Ali kadar bile olamamıştır maalesef. Abdi Ağa’nın Hatçe’yi hapse attırmak için uydurduğu yalana destek olmayı reddeden, yalancı şahitlik yapmayan Topal Ali’deki şahsiyet ve dirayeti maalesef Kılıçdaroğlu gösterememiştir.
Herkes için hak, hukuk, adalet derken bile harami despot Erdoğan’ın ailesi ve yakınları ile birlikte 17/25 Aralık 2013’te hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvette suç üstü yakalanınca uyduruverdiği “FETÖ” yalanını tekrarlayacak bir acziyet sergilemesi, Kılıçdaroğlu’nun Topal Ali’yle olan ciddi farkına işaret etmektedir. Topal Ali’ninki kadar olsun bir vicdan muhasebesiyle ciddi bir ikilem ve tereddüt yaşamadan soluğu derhal Yeni Kapı’da alarak Erdoğan-Fidan-Akar troykasının şeytani kumpasının peşine takılan Kılıçdaroğlu, aradan geçen bir yıla ve son 25 günde ayak tabanlarını patlatırcasına arşınladığı 430 kilometreye rağmen maalesef olması gerektiği insani, ahlaki ve vicdani yere hala varabilmiş değildir. Özünde iyi biriymiş gibi gözüken bir insanın doğru bir amaç için yola çıkıp yanlış bir yere varması hakikaten esef vericidir.
BU BİR SANSÜR DEĞİL, BU BİR İSYAN
Pazar günkü mitingte yaptığı konuşmada Kılıçdaroğlu 430 km’yi ne için yürüdüğünü şöyle ifade ediyor: “Olmayan adalet için yürüdük. Mazlumların hakkı için, hapisteki milletvekilleri, tutuklu gazeteciler için yürüdük… Üniversiteden atılan hocalar için yürüdük… Kamu görevlerinden atılanlar için, çocuk işçiler için, orman köylüleri için, hapisteki askerler, linç edilen askerler için yürüdük. Tek adam rejimine karşı olduğumuz için yürüdük… Terör örgütlerine karşı olduğumuz için, yargı siyasetin emrine verildiği için yürüdük. Şiddet mağduru kadınlarımız için yürüdük, Mavi Marmara şehit ve gazileri için yürüdük. Açlık grevindeki kardeşlerimiz Nuriye ve Semih için yürüdük. Can ve mal güvenliği olmadığı için korku iklimindeki iş dünyası için yürüdük… Gerçek darbeciler yargılansın diye yürüdük. 249 şehidimiz için yürüdük… Ayrım yapılmasın diye yürüdük. Özetle bu ülkede adalet için yürüdük. Adaleti getirmek için yürüdük.”
Kılıçdaroğlu’nun ne için yürüdüğünü anlatırken sarfettiği ve hakikaten sadece yürümek şöyle dursun uğruna her türlü demokratik mücadelenin verilebileceği gerekçeler arasından iki kez tekrarladığı bir tanesini çıkardım. Yanlış anlaşılmasın bu bir sansür değil, bu bir isyan. Kılıçdaroğlu’nun kasti ayrımcılığına ve siyaseten hesaplı ahmaklığına karşı bir isyan.
TABANA KUVVET ADALET ARAYAN CHP LİDERİ İŞİN ÖZÜNÜ ANLAYAMAMIŞ
Kılıçdaroğlu, korkunç bir siyasi akıl tutulmasıyla, 15 Temmuz alçak darbe kumpasının hemen ardından soluğu Yeni Kapı’da aldığı günden bu yana takip ettiği yanlış muhalefet tarzından, yüzlerce kilometre yürümesine rağmen hala bir arpa boyu bile uzaklaşamamış maalesef. Rotasını şaşırmış, menzilini kaybetmiş garip bir yolcu gibi demokratik muhalefete bir adım bile yaklaşamamış. Anlaşılan o ki, nihayet doğru bir şey yapıp yollara düşerek tabana kuvvet demokrasi, hak, hukuk ve adalet arayan Kılıçdaroğlu, bunların ancak herkes için istenmekle mümkün olabileceğini hala kavrayamamış.
Köyleri, kentleri, yaşadıkları evleri başlarına yıkılan, anaları, babaları, çocukları sistematik bir şekilde katledilen Kürtlerle ilgili tek kelime edemeyen Kılıçdaroğlu’nun, Hizmet Hareketi ile ilgili harami Despot Erdoğan’ın haksız ve ahlaksız yafta ve yakıştırmalarını kullanmaktaki ısrarı hak, hukuk, adalet ve demokrasi talebinin dar ve pürüzlü kalibresine ışık tutar nitelikte. Hem konuşmasında hem de konuşması sırasında deklare ettiği 10 maddelik talepler listesinde buram buram ayrımcılık kokan müthiş bir insani körlüğü ve nadir rastlanan bir siyasi ahmaklığı tekrarlayan Kılıçdaroğlu, 25 günlük emeğini büyük ölçüde zayi etmiştir. Öyle ki, 430 km yol katederken nasırlaşan, derileri kabarıp dökülen yüz binlerce çift ayak için, insanın içi sızlaya sızlaya, “akılsız başın ceremesini ayaklar çeker” diyesi geliyor.
NEDEN YAPMADIKLARINIZI SÖYLÜYORSUNUZ?
Mitingdeki konuşmasında, “Konfüçyüs adaleti şöyle tanımlar: ’Adalet bir kutup yıldızı gibidir. Yerinde sabit durur, bütün dünya etrafında döner.’ İranlı Sadi çok güzel bir tanımlama yapıyor: ’Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez.’ Kuran’ı Kerim’de ’adaletle hükmediniz, işi ehline veriniz,’ der. Peygamberimizin veda hutbesinin temeli de adalettir. Onun için diyoruz ki önce adalet. Hak, hukuk, adalet. Siyaset ahlak, adalet temelli yapılmak zorundadır. Siyaset topluma adanmışlıktır, malı götürme alanı değildir,” diyor Kılıçdaroğlu.
Ne kadar da doğru hatırlatmalar bunlar. Bu doğru hatırlatmalardan sonra neden insan söylediklerinin veya tekrarladıklarının gereğini yapmaz, canhıraş, avaz avaz hak, hukuk, adalet ararken bile yapılan adaletsizliklere, haksızlıklara ve hukuksuzluklara teşne olduğunu göstermekten imtina etmez.
KENDİNİZE GELİN SAYIN KILIÇDAROĞLU, KENDİNİZE GELİN!
“… F..Ö’ye karşı olduğumuz için yürüdük…” “F..Ö’nün siyasi ayağı ortaya çıksın,” ne demek Sayın Kılıçdaroğlu? Siz neyin davasındasınız? “F..Ö” diye bir şey olduğu konusunda harami Despot Erdoğan ve karakter yoksunu avanesi ile tamamen aynı noktadaysanız sahi neye itiraz ediyorsunuz? En son Koray Çalışkan Hoca olmak üzere bugüne kadar kaç tane danışmanınız, partiliniz yaftalanan milyonlarca, gözaltına alınan onbinlerce, tutuklanan 50 binden fazla insan gibi gerçekte olmayan bir örgüt olan “F..Ö” üyesi olmakla itham edildi. Harami Despot Erdoğan’ın yaptığı gibi ağzınızı yaya yaya masum insanları ‘F..Ö’ yaftasıyla yaftalarken danışmanlarınız, partiliniz veya CHP milletvekili oldukları halde gözaltına alınan ya da hapse atılan Murat Aksoy’dan, Atilla Taş’tan, Enis Berberoğlu’ndan, Koray Çalışkan’dan da mı utanmıyorsunuz?
“9 Temmuz yeniden doğuşun tarihidir. 9 Temmuz bir yürüyüşün sonu değil bir barışın, bir birlikte yaşam iradesinin ortaya konmasının tarihidir. Adalet mülkün temelidir. Yunus’un dediği gibi zulüm ile abad olunmaz. Zulüm ediyorlar. Herkese zulüm ediyorlar. Zulme karşı durmak bizim boynumuzun borcudur,” diyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz. Ama neden söylediklerinizle iki dakika olsun bir tutarlılık gösteremiyorsunuz?
Zulmün arşa dayandığı bir devirde, sonunda mazlumdan, mağdurdan, haktan, hukuktan, adaletten yana tavır alan Topal Ali kadar bile neden olamıyorsunuz? Size umut bağlamış milyonlarca insana, “N’olacak işte, Kılıçdaroğlu’nunki de ‘kontrollü muhalefet’” dedirtmekten hiç mi rahatsız olmuyorsunuz?
Ahlaksız zalimlerin yalan, iftira ve yaftalarına dil, yaptıkları insanlık dışı zulümlere el olarak zulme karşı mücadele edildiği nerede görülmüştür? Nasıl bir mantıkla iftiralarına papağanlık yaptığınızı anlayamadığım ahlaksız zalimler bir gece ansızın kapınıza dayanmadan kendinize gelin Sayın Kılıçdaroğlu, kendinize gelin! İyice geç olmadan kendinize gelin!
(TR724)