Mehmet Görmez Ateist Mi?

[Akif Umut Avaz]
İngilizce’de çok itibar ettiğim güzel bir kavram var: “Integrity.” Öyle bir kavram ki bu, karşılığı ahlak desen ahlak değil, haysiyet desen tam olarak o da değil. “Integrity” insanın kendi inandığı, benimsediği; inandığını ve benimsediğini söylediği ya da öyle inanmış ve benimsemiş gibi davrandığı inanç, değer ve ilkelerle ne kadar tutarlı olduğunu ifade eden çok yerinde ve kullanışlı bir kavramdır.
Özellikle ahlak, etik ve inanç alanında pek çok şeyin izafi olduğu bir dünyada kendi inancımız, ahlakımız, ilkelerimiz ve değerlerimiz üzerinden başkalarını değerlendirmenin yol açtığı sorunlara bir çözüm olarak ortaya çıkan bu kavram, insanları bizzat kendi benimsedikleri ahlaki normları, değerleri, inançları ve ilkeleri üzerinden değerlendirmeyi esas alır.
“Integrity”, kendi benimsediğimiz inanç, değer ve ilkelerle başka insanların hal ve davranışlarının çelişmesini önemsemez. Ama o insanların bizzat kendilerinin inandığını söylediği veya öyleymiş gibi sunduğu inanç, değer ve ilkeleriyle tutarlılığına büyük kıymet verir. Bunlarla çelimesini ise çok büyük sorun eder. Ki, bana göre de başkalarını değerlendirirken izlenmesi gereken doğru yol da budur. Hakkaniyetli olan, insanları kendi değerler terazisiyle tartmaktır.
SAMİMİ VE DÜRÜST ATEİSTLER KUSURA BAKMASIN!..
Bu uzun ve kavramsal girizgah, bu yazıda anlatacaklarımın insani değerlere sadık, kendi inandıkları şekilde ilkeli ve ahlaklı, benimsedikleri değerlerle tutarlı ve o çerçevede dürüst bir hayat süren ateislerle bir alakasının olmadığını söylemek içindi. Tanıdığım, arkadaşlık ettiğim, dürüstlüğüne, insanlıklarına defalarca şahit olduğum çok sayıda ateist olduğunu da belirteyim. Zaten bu yazıda konu ve sorun edeceğim şey ateistler ya da ateistlik değil. Toplumda tepeden tırnağa sirayet etmiş müralik ve dinbazlık hastalığını ifade ederken bu kavrama ihtiyaç duymuş olmam sakın ateistleri üzmesin. Yine de kastım dışı sürç-ü lisan edersem peşinen ateistler kusura bakmasınlar.
Sanırım artık sadede gelebiliriz. Soru şu: Bir ülkenin dini alanda en yetkin, ihlas ve samimiyet bakımından da en kavi olunması gereken makamında ateist biri oturabilir mi? Hele bu biri Kur’an kursları, camiler, imamlar, müezzinler, tüm dini yayınlardan sorumlu bir otoriteyse böyle bir şey mümkün olabilir mi? Integrity açısından tabii ki olmaması lazım. Peki durum öyle mi?
İnsanlara din anlatan, din üzerinden ahlak telkin eden, sürekli din üzerinden yaşamlarını şekillendirmelerini salık veren en tepedeki din adamının; Allah’a, meleklere, peygamberlere inanmaması, ahiret ve kader yokmuş gibi davranması büyük bir çelişki olmaz mı? Şayet böyle bir durum varsa bu o kişinin “integrity”sine büyük bir darbe olmaz mı?
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLERİN DARBE TUZAĞINDAKİ ROLÜ
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den bahsediyorum. Tabii onun şahsında büyük çoğunluğu son asırların en büyük zulümlerinden birine iştahla ortaklık ve payandalık eden yüz bini aşkın Görmezgillerden, yani Diyanet imamlarınan ve ilahiyat hocalarından…
Yaşanan zulümlerde, haksızlıklarda, adaletsizliklerde, haramiliklerde, yaygın ve sistematik işkencelerde Görmez’in kritik rolü önemli. Çünkü, önceden en küçük ayrıntısına kadar planlanmış bir zulüm sürecine toplumsal destek oluşturmak için kontrollü yapıldığına dair artık iyice yaygın bir kanaatin oluştuğu darbe görünümlü 15 Temmuz tuzak ve ihanetinin ana aktörlerinden biri ne yazık ki Mehmet Görmez. Tabii mobilize ettiği tüm din sektörü ve Diyanet camiası ile birlikte.
Senaryolarının inandırıcılığı için ciddi miktarda kan dökülmesine ihtiyaç duyan, sırf bu yüzden teammüden en az 249 vatandışımızın ölümüne yol açan darbe tuzağının, sonrasında 50 bini aşkın insanın hapse atılmasının, 150 bin civarında insanın gözaltına alınmasının, bir o kadarının işlerinden güçlerinden ekmeklerinden edilmesinin, binlerce insanın şirketlerine, işyerlerine, evlerine barklarına el konulmasının, ancak Ortaçağ karanlığında görülebilecek ağır işkencelerin yeniden sistematik hale getirilmesinin, toplumun en temiz, en nezih, en dürüst, en iyi yetmiş insanlarının şeytanlaştırılarak nefret objeleri haline getirilmesinin göbeğinde yer alan en etkili aktörlerden biri maalesef Mehmet Görmez ve teşkilatı.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI MI, PSİKOLOJİK HAREKATÇI MI?
Öyle olmalı ki, kontrollü ve tuzak darbenin kurgusunu, kareografisini, kastını ve icrasını planlayarak gerçekleştiren, bu işlerde oldukça mahir ve bir o kadar da tecrübeli MİT’in müsteşarı Hakan Fidan’ın darbe gecesini birlikte geçirdiği kişi Mehmet Görmez’den başkası değildi. Özel harp tekniklerinin en kıyıcısının eyleme sokulduğu gecenin ilerleyen saatlerinde Fidan ile Görmez’in akşam yemeğinde buluşmasının şüphesiz ki çok özel bir anlamı vardı. Bu yemek akabinde camilerin psikolojik harekat karargahları haline getirilip toplumun geniş bir kesiminde camiye, ezana, salaya alerji uyandırtacak derecede sabahlara kadar sala okunması bile Görmez’in darbedeki rolünün önemini göstermeye yeter.
Ama bu, tabii ki, Görmez ve kontrolündeki din sektörünün onbinlerce personelinin darbedeki rolünün tamamını anlatmakta yetersiz ve eksik kalır. Görmez ve avanelerinin 90 yaşındaki ninelerden üniversitedeki öğrencilere, kundaktaki bebeklerden ana karnındaki ceninlere kadar uzanan alçakça zulümlerin önde gelen payandalarından ve uygulayıcılarından biri olduklarını tarih mutlaka tüm tafsilatıyla yazacaktır.
İNSAN BİLE OLAMAYANLARIN MÜSLÜMANALIĞINI TARTIŞMAM AMA…
Hal böyle iken, Görmez ve büyük bir iştahla peşine takılan on binlerce imamın hakikaten Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere inandığını söyleyebilmek mümkün mü? Ancak, Allah ve ahiret korkusu olmayan, vicdan ve insanlıktan bînasip insan müsveddelerinin, istisnai ahlaksızlıktaki bir güruhun yapabileceği şeyleri nasıl olur da başında takke, sırtında cübbe, sabah akşam din-iman pazarlayan birileri yapabilir?  Normalde yapamayacaklarına göre, bu durumda, Görmez ve Görmezgiller familyasının ateistlerin zalim, gaddar, ahlaksız ve marjinal bir türünden insanlar olmadıkları nasıl söylensin?
İlke olarak düzgün bir insan bile olamayanların Müslümanlıklarını tartışmayı lüzumsuz görürüm. Ama burada durum farklı. Madem ki Görmez ve Görmezgiller en kesifinden “Müslüman” ve “imanlı” görünümündeler, öyleyse integritilerini kendilerini öyle gösterdikleri değerler üzerinden bir tartmak lazım. Öyle çok çetrefil ve sofistike deliller gösterecek halimiz yok. En basitinden, yani imanın 6 şartı üzerinden gitmek yeterli olur sanırım. Sistematik bir hal alan insan hakları ihlallerini, kul hakkını, anne karnındaki ceninlere kadar ulaşan zulümleri, işkenceyi, baskıyı, gasbı, haramiliği sorun etmeyen Görmez ve Görmezgiller familyasının inandıklarını iddia ettikleri Allah’la, İslam’la, imanla nasıl bir alakaları var hep birlikte bir çek edip görelim.
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLER ALLAH’A İNANIYOR MU?
Görmez’in ve o tipolojidekilerin inandığını iddia ettiği Allah (cc), Görmezgilleri Bakara Suresi’nin 85. Ayeti’nde “Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu halde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz…,” şeklinde tarif ediyor.
Sonra Bakara Suresi’nin 191. Ayeti’nde “Zulüm ve baskı adam öldürmekten daha ağırdır,” diyor. 217. Ayet’te “Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür,” diyerek bu hükmünü teyid ediyor. 193. Ayet’te ise mümin olanların vazifesinin zulme ortaklık değil zulme ve zalimlere karşı gelmek olduğunu şöyle ifade ediyor: “Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.”
Allah’a hakikaten inanan biri O’nun bu kadar açık ihtarlarına aymazlık ve kulak asmazlıkla, yapılan bunca korkunç zulüme payandalık ve ortaklık edebilir mi? Edebiliyorlarsa, böyleleri hangi yüzle Allah’a inandığını söyleyebilir?
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLER MELEKLERE İNANIYOR MU?
En’âm Suresi 93. Ayet’te deniliyor ki, “Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, ‘Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız,’ diyecekleri zaman hâllerini bir görsen.”
Nahl Suresi 28. Ayet’te ise “Ki melekler, kendi nefislerinin zalimleri olarak onların canlarını aldıklarında, ‘Biz hiç bir kötülük yapmıyorduk,’ diye teslim olurlar. Hayır, şüphesiz Allah, sizin neler yaptığınızı bilendir.” deniliyor.
Can almak dahil, Allah tarafından verilmiş türlü türlü vazifeleri olan melekleri de sanırım Görmezgiller sahte itirafçılar ve uyduruk gizli tanıklarla aldatmayı düşünüyor olmalı. Her şeylerini kayıt altına alan meleklere iman etmiş birilerinin bunca kul hakkına gönül rahatlığıyla girmeleri, bunca korkunç zulümlere ve işkencelere peynir ekmek yer basitliğinde destek olmaları düşünülebilir mi? Yaptıkları ve ortak oldukları zulümler neye inanıp neye inanmadıklarının somut delilleri değil mi?
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLER KİTAPLARA İNANIYOR MU?
İnandıklarını iddia ettikleri ilahi kitaplar gibi Kur’an-ı Kerim de kul hakkını, zulmü ve adaletsizliği men eden onlarca ayetle dolu. Allah’ın insanlara kitaplar gönderdiğine hakikaten iman etmiş olsalar, en son kitabı Kur’an-ı Kerim’in onca uyarılarına hiç kulak asmazlık edebilirler mi?
Biz yine de “kitaplara iman” bağlamında Nisâ Suresi’nin 153. Ayet’ini şöyle bir hatırlatmakla yetinelim: “Kitap ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!) Mûsâ’dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve ‘Allah’ı bize açıkça göster’ demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı…”
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLER PEYGAMBERLERE İNANIYOR MU?
Allah’a, meleklere, kitaplara imanları açısından integritileri basitçe böyle olan Görmezgillerin iman ettiklerini söyledikleri peygamberlerle olan ilişkilerine de bir bakalım. Peygamber Efendimiz (sas) zulme, adaletsizliğe, haksızlığa ve hak gasbına karşı tavrını pek çok hadis-i şerifi’nde dile getirmiştir. Bunlardan birkaçını hatırlayalım:
“Bir kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini dünya ve ahirette mutlaka artırır.”
“Kimin malı zulüm yoluyla elinden alınmak istenir ve bu yolda öldürülürse, o kimse şehittir.”
“Üç kişi vardır duaları reddedilmez: Âdil devlet başkanı, iftarını yaptığı zaman oruçlu, zulme uğrayanın duası.”
“Zulümden kaçının! Zira zulüm, kıyamet günü karanlıklar olacaktır.”
“En efdal cihad, zalim sultana karşı hakkı söylemektir.”
“Her kim, kendine zulmedene beddua ederse, ondan intikamını almış olur.”
“İşleyene daha dünyadayken cezası çarçabuk gelmeye en layık günah, zulüm ve sıla-ı rahmin koparılmasıdır. Bu cezanın dünyada gelmesi ahiretteki cezaya kefaret değildir.”
“Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâla onunla birliktedir. Zulme yer verdiği zaman onu terkeder, artık şeytan onunla beraber olur.”
Şimdi bunları söyleyen bir Peygamber’e ve peygamberlere inandığını söyleyen birileri bunca zulme ortak olabilir mi? Zulme ortak olanların peygambelere hakikaten inandıklarını kim savunabilir?
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLER AHİRETE İNANIYOR MU?
Bakara Suresi’nin 85. Ayeti’nde, kıyamete ve zımnen ahirete atıfla, “Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu halde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz… Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” deniliyor.
Mü’min Suresi’nin 17. Ayet’inde ise “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.”
Şûrâ Suresi’nin 40. Ayeti’nde “Ve kötülüğün karşılığı, ona benzer bir kötü cezâdır. Gerçekten de kim bağışlar ve barışı sağlarsa mükâfâtı, Allah’a âittir; şüphe yok ki O, zulmedenleri sevmez.”
Furkân Suresi’nin 19. Ayet’inde “(İlah edindikleriniz) söyledikleriniz konusunda sizi yalancı çıkardılar. Artık kendinizden azabı savmaya gücünüz yetmeyecek ve kendinize yardım da edemeyeceksiniz. Sizden kim de zulüm ve haksızlık ederse ona büyük bir azap tattırırız.” deniliyor.
Allah (cc) gönderdiği Kur’an’da bunları söylüyor ama Görmezgiller maşallah kıyamet, ahiret yokmuş gibi zalime yahşi çekmeye, haramiliğe, zulümlere ve alçakça işkencelere ortak olmaya tüm güçleriyle devam ediyor. Ahirete hakikaten iman etmiş olsalardı hiç böyle yapabilirler miydi?
GÖRMEZ VE GÖRMEZGİLLER KADERE İNANIYOR MU?
Görmezgillerin rahle-i tedrisinden geçmiş olup da fiilen zulmün parçası ve payandası olanlardan sıklıkla duyuyoruz. Zulümleri ceninlere kadar ulaştığı halde Allah’tan korkmazlıklarını, kuldan utanmazlıklarını “Gayretullah’a dokunacak dedikçe olan size oluyor,” diyorlar. Kendi alçakça zulümlerini Allah’a (cc) yamama şımarklığına ve azgınlığına sapıyorlar. Böylece, kadere imanlarının da aslında bir söylemden ibaret olduğunu ispatlamış oluyorlar.
Oysa Görmez, Görmezgiller ve beslemeleri, Ra’d Suresi’nin 6. Ayet’inde “Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir,” denildiğini hepimizden iyi bilir.
Nahl Suresi’nin 61. Ayet’inde “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler,” denildiğini de çok iyi bilirler.
Tâhâ Suresi’nin 111. Ayeti’nde, “Zulüm yüklenen mutlaka hüsrana uğramıştır.” denilir. Neml Suresi’nin 52. Ayetinde, “İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret vardır.” denililirken aynı surenin 85. Ayet’inde ise “Zulümlerinden dolayı sözü edilen azap, tepelerine iner de artık konuşamazlar,” deniliyor.
Zulüm ile abad olan zalimlerin ahirlerinin berbat olacağının apaçık bir kaderi hüküm olduğunu defaatle ihtar eden Allah’a ve kadere hakikaten ne kadar iman etmiş olabilir ki bu Görmezgiller?
“Integrity” kavramı insanların ya göründüğü gibi olmasını ya da olduğu gibi görünmesini esas alır. Özüyle sözü bir olmayanları ise gerçek yalancılar, ahlaksızlar ve namussuzlar olarak görür, dışlar. Allah’ı, melekleri, peygamberleri, kitapları, kaderi ve ahireti dilinden düşürmeyip, dünyalıkları için bunları sermaye edinenlerin, sanki bunların hiçbiri yokmuş gibi en alçakça, en haysiyetsizce, en şerefsizce zulümlere ortak olmalarındansa kendi değerleriyle tutarlılık içerisindeki namuslu, ahlaklı, insani birer ateist olmaları tabii ki evladır. Doğrusunu elbette ki Allah bilir.
(TR724)