Erdoğan’ın ve Arkasına Saklananların Çemberi Giderek Daralıyor

[GÖKSEL İLHAN]

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Karargâhı’nda yaşananlara ilişkin aralarında eski Yüksek Askeri Şura üyesi Akın Öztürk, eski Genelkurmay Personel Daire Başkanı Mehmet Partigöç ve eski Stratejik dönüşüm Dairesi Başkanı Mehmet Dişli dahil 221 sanıklı davanın ilk duruşması geçen hafta başladı.
Erdoğan ve destekçileri on aydan fazla bir süredir devletin ve medyanın bütün imkânlarını kullanarak, 15 Temmuz’la ilgili tek taraflı bir hikâyenin propagandasını yaptılar. Propaganda yöntemleri Hitler’in ve Stalin’inkilere çok benziyor. Daha hâkim karşısına dahi çıkmamış tutuklu askerleri defalarca yandaş medya linci ile cezalandırdı. Son olarak, demokratik bir ülkede hayal bile edilemeyecek şekilde, yargılaması dahi başlamamış askerlerin acılı şehit yakınlarının önünden hakaretler ve çığlıklar arasında, üzerlerine idam ipleri atılarak duruşmaya getirilmesi, Erdoğan’ın ve yandaş medyasının simsiyah siciline bir sayfa daha ekledi.
Erdoğan’ın sunduğu tek taraflı 15 Temmuz darbe girişimi hikâyesinin eksik, yalan ve tutarsız yönlerinin olduğu çok açık. Bu haftaki duruşmalardaki gelişmeler olayların hiç de Erdoğan’ın, medyanın ve savcıların belirttikleri gibi gelişmediğini gösteriyor.
BİRBİRİNİ TANIMAYAN ‘DARBE KONSEYİ’

Erdoğan ve medyası, 15 Temmuz hikâyesinin inandırıcılığını artırmak için “Yurtta Sulh Konseyi” iddiasına özel önem verdi. Önceden bir araya dahi gelmemiş, çoğu birbirlerini tanımayan 38 kişinin isimleri alt alta yazılarak adına “Yurtta Sulh Konseyi” denildi ve buna herkesin inanması beklendi! En tepedeki lider rolü de Yüksek Askeri Şura üyesi Orgeneral Akın Öztürk’e zorla verildi!
Öztürk’ün Emir Astsubayı İsmail Keskin, ifadesinde Öztürk’ün o akşam olayları kendisine yaptırdığı telefon konuşmalarından anlamaya çalıştığını ifade etmişti. Öztürk’ün Tuğgeneral Mehmet Partigöç ile konuştuğuna ve onun yönlendirmesi sonucu darbeye liderlik yapmaya başladığına dair iddialarının gerçek dışı olduğu anlaşıldı. Emir Astsubayı Keskin, önce Genelkurmay Harekât Merkezini aradığını, oradan yapılan yönlendirme üzerine Tuğgeneral Partigöç ile telefon görüşmesini kendisinin yaptığını, Öztürk’ün Partigöç ile konuşmadığını ifade etti. Acaba savcılar basit bir telefon dökümü ile ulaşabilecekleri bu gerçeği neden iddianamede saptırma gereği duydular?
ABİDİN ÜNAL NEDEN SUSUYOR?
Orgeneral Akın Öztürk ilk duruşmada çok önemli bilgiler verdi. 15 Temmuz’da Ankara üzerinde uçuşlar başladıktan sonra Hava Kuvvetleri Komutanı’nın yönlendirmesiyle olay yerine apar topar, sivil kıyafetle gittiğini, Abidin Ünal kendisini yönlendirmese Akıncı’daki olaylara kesinlikle müdahil olmayacağını söyledi. Akın Öztürk’ün emir astsubayı Keskin’in ifadesi de Öztürk’ün ifadelerini destekliyor. 15 Temmuz gecesi 23.15 sularında Hava Kuvvetleri Komutanı Ünal, Öztürk’ü arayarak onu Akıncı Üssünün Karargâhına yönlendirdi. Öztürk bu görüşme esnasında Ünal’a “Abidin sen neredesin, ne bekliyorsun orada, bir uçağa atlayıp gelsene” dedi. Bu konuşma Öztürk’ün olaylar karşısındaki şaşkınlığını ve F-16 uçuşlarını durdurma konusunda Ünal’a sorumluluğunu hatırlattığını gözler önüne seriyor. Acaba Ünal, Öztürk’le ilgili bu gerçekleri neden Savcılarla ve kamuoyu ile paylaşmıyor ve detaylara girmeyerek, Öztürk’ün davranışlarından şüphelendiğine yönelik muğlâk ifadelerle yetiniyor?
Olayların gelişimine bakılırsa davranışları şüpheli olan Öztürk değil, asıl Türkiye üzerindeki tüm askeri uçuşlardan birinci derecede sorumlu olan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’dır. Akın Öztürk, 15 Temmuz akşamı tam olarak ne olduğunu “Genelkurmay Başkanının yanına gittiğimde Hulusi Akar bana anlatınca anladım” diyor. Olayları Emir Astsubayından, Abidin Ünal’dan ve Hulusi Akar’dan öğrenen biri, nasıl darbe lideri olabilir? Acaba Savcılar neden bu gerçekleri olduğu gibi iddianameye yansıtmıyorlar?
AKIN ÖZTÜRK: DARBEYİ BEN DURDURDUM
Akın Öztürk’e ilk duruşmada kritik sorular soruldu.
İlk soru Öztürk’ün darbeyi önlemek için ne yaptığına yönelikti. Öztürk, “Akıncı’daki askerleri ikna etmek için onlarla sabaha kadar beş defa görüştüğünü ve en sonunda onları ikna ettiği için olayların durduğunu” ifade etti.
İkinci soru da kritikti. “Genelkurmay başkanı ile 7 saat geçirdiniz. Genelkurmay Başkanının, ben bu darbeyi canım pahasına da olsa önleyeceğim şeklinde bir tavrı var mıydı?” sorusunu Öztürk, “Hayır öyle bir tavrı yoktu, ancak çok üzgün ve tedirgin bir tavrı vardı” şeklinde cevapladı ve “Akar’ın böyle bir gayretine şahit olmadığını” ifade etti. “Genelkurmay Başkanının oradaki darbeci askerlere işgalci durumda oldukları yönünde bir ikazı oldu mu?” şeklindeki soruyu ise “Hayır olmadı” şeklinde yanıtladı.
TSK, AKIN ÖZTÜRK AÇIKLAMASINI NEDEN KALDIRMIŞTI?
Buraya kadar anlatılanlar olayların nasıl geliştiği konusuna epey açıklık getiriyor. Öztürk kendisinin olayların içine açık olarak Ünal tarafından çekildiğini, Akar’ın o gece olayların ilerlemesine göz yumduğunu ve darbe girişimini engelleme konusunda somut bir çaba sarf etmediğini ifade ediyor. Öztürk’ün ifadeleriyle ciddi şekilde töhmet altında kalan Genelkurmay Başkanının ve Hava Kuvvetleri Komutanının, bu ifadelerden sonra mahkemeye çağrılması ve kendilerinden açıklama istenmesi gerekir. Ancak şu ana kadar yaşananlara bakılırsa, bu beklentiye girmek herhalde epey saflık olur.
Bir önemli konu daha var. Hatırlanacağı gibi Genelkurmay Başkanlığı 21 Temmuz 2016 günü Orgeneral Akın Öztürk ile ilgili resmi bir açıklama yapmıştı. Bu açıklamada, Öztürk’ün Ankara üzerindeki F-16 uçuşlarının sonlandırılması için Ünal tarafından görevlendirdiği bildirilmişti. Erdoğan medyası Silahlı Kuvvetlerin bu resmi açıklamasına ateş püskürdü. Erdoğan’ın baskılarına boyun eğilerek bu açıklama sonradan resmi internet sitesinden kaldırıldı. “Dürüstlük” ve “Cesaret” ilkelerinin temsilcisi olması gerekenlerin düştüğü bu durumu acaba tarih nasıl yazacak? Genelkurmay Başkanlığının bu resmi açıklamasının iddianameye girmemesinin, bir hukuk skandalı olduğunu ifade etmeye gerek var mı?
Öyle anlaşılıyor ki, Öztürk’e darbe lideri rolünü zorla giydiren Erdoğan, medyası ve onlarla birlikte hareket eden savcılar. Ordunun en üst düzeyindeki Komutanlar bu çirkin ve korkunç iftiraya, hangi sebeple olduğu bilinmez, sessiz kalıyor. Hatta Ünal örneğinde olduğu gibi, 45 yıllık arkadaşının içine atıldığı yangına körükle gidiyor.
YAŞAR GÜLER İSMİNİ DAHA SIK DUYACAĞIZ

Duruşmalardaki diğer ifadeler de çok önemli. Örneğin Genelkurmay General Amiral Şube Müdürü iken darbeci iddiası ile tutuklanan Albay Cemil Turan’ın duruşmadaki ifadeleri kritik. Sıkıyönetim direktifleri ve mesajlarında imzası bulunduğu iddia edilen Turan, bu mesajları “Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in emri ve üstü olan Tuğgeneral Mehmet Patrigöç’ün bilgisi dâhilinde çektiğini” söyledi. Turan, bu sözleri ile açık olarak olayların emir komuta zinciri içinde geliştiğini ifade etmiş oluyor.
Orgeneral Güler’in ismini sanıyorum giderek daha fazla duyacağız. Güler olaylardan sonraki savcılık ifadesinde Erdoğan ile çelişmişti. Genelkurmaya gelen Fidan’ın olaylar başlamadan saatler önce Erdoğan’ın yanındaki Koruma Müdürünü arayarak durumdan haberdar ettiğini açık etmişti. Güler’in bu ifadesi Erdoğan’ın darbeyi eniştesinden öğrendiğine yönelik iddiasının tam bir yalan olduğunu göstermeye yetiyor.
Güler aylar önceki ifadesinde, Genelkurmay Başkanlığına gelen Fidan ve Akar darbeyi önlemek için tedbirler alırken, kendisinin “ofisine günlük olağan işlerini yapmak için gittiğini” ifade etmişti! Ülke elden gitmek üzere iken (?), olaylarda çok kritik rol oynayan Özel Kuvvetler Komutanlığı kendisine bağlı olan Güler’in neden “ofisindeki rutin kâğıt işlerine odaklandığını” bir gün mutlaka öğreneceğiz!
Çatı Davasında yargılanan Tuğgeneral Erhan Caha’nın net ifadeleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun aylardır ısrarla dile getirdiği “kontrollü darbe” iddiaları ile tam örtüşüyor. Caha şöyle diyor: “Darbenin askeri görünümlü sivil bir darbe olduğunu düşünüyorum… Bu vahim ve menfur darbe teşebbüsü, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının, planı, bilgisi ve kontrolü dâhilinde olmuştur. Huzurda gelip tanık sıfatıyla dahi olsa dinlendiklerinde bu durum ortaya çıkacaktır. 15 Temmuz akşamı gelen istihbaratla TSK, sözde darbe kumpası içine itilmiş ve nihayetinde bugün tasfiye aşamasına gelinmiştir.”
SAVCILAR NEYİ BEKLİYOR, AKAR’I TUTUKLASINLAR!
Bu ifadeler, üst düzey Komutanların darbedeki “kolaylaştırıcı” ve “zemin hazırlayıcı” rollerinin sorgulanması için bir daha kapatılması mümkün olmayan kapılar aralıyor.
Anlaşılan, etrafındaki 15 Temmuz çemberi giderek daralan Erdoğan’ı ve onun darbedeki destekçilerini önümüzdeki dönemde çok zor günler bekliyor…
Son bir not…
Bu yazının okurları, Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral İlhan Talu’nun ifadelerine neden yer verilmediğini merak edebilirler. Talu’nun ifadeleri de tabii ki çok önemli. Olaylar başladıktan sonra 16 Temmuz sabahına kadar kendisini odasına kilitlediğini ifade eden Talu “Mehmet Partigöç’ün F..ö’cü olduğu yönünde istihbarat bilgileri vardı… Ben durumu Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay 2. Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanına arz ettim. Genelkurmay Başkanı ve Genelkurmay 2. Başkanı benim de hazır olduğum bir ortamda Partigöç ile ilgili iddialara inanmadıklarını belirtmişlerdir… Orgeneral Yaşar Güler’e sormam üzerine; bir şeye gerek yok, biz ona güveniyoruz cevabını aldım” diyor.
Bu durumda savcılara açık bir görev düşüyor: Sözüm ona F..ö’cü olarak suçlanan generallere kasıtlı olarak yardım ve yataklık yapan ve onlara sözde darbe yapmanın yolunu açan Akar, Ünal ve Güler hemen tutuklanmalı ve yargılanmalı. Aksi halde Erdoğan’ın, medyasının ve savcıların zaten dibe vurmuş olan inandırıcılıkları bir ağır darbe daha alacak!
(tr724)