Umudunuzun Alevi Hiç Titremesin!

[Akif Umut Avaz, yazdı]

Ne çok acı var… Ne çok dram… Ne çok mağdur var… Nereye baksan bir çığlık, kime kulak versen bir feryat, kimi işitsen bir figan…
Ne çok kötü var… Ne çok kötülük… Her tarafa is gibi, pas gibi, küf gibi sinmiş avaz avaz bağıran, durmadan böğüren, höyküren bir kötülük… Öylesine küstah, öylesine azgın, öylesine şımarık… Umudun filizlerini bile tekmeleyen, zindanlara çevirdikleri darmaduman olmuş kırık hayatlara sızan cılız gün ışıklarını bile hayasızca perdeleyen bir kötülük… Öylesine sistematik, ölesiye taammüden…
BANGIR BANGIR BAĞIRAN ŞIMARIK VE KÜSTAH KÖTÜLÜKLER
İyilerin sesi cılız… İyiler sinmiş… İyiler dağınık… İyiler köşe bucak… İyiler sessiz ve sedasız… Ne kadar azlar baksanıza… Sahi neredeler?.. Evet kabul, bunlar insan olmanın ve insan kalabilmenin zor olduğu günler… Kim bilir belki de haftalar, aylar ve hatta yıllar… İnsan olabilmenin, insan kalabilmenin yükü ağır, bedeli çok… Kapkara bir karadelik gibi insana ve insanlığa dair ne varsa yutan bir kötülük deveranına karşı direnebilmek kolay değil. Zaten direnebilme onurunu gösterebilen de belki bu yüzden az… O kadar az ki kötülere nispetle… Kötülüklere nazaran… Ve azlığı oranında kıymetli… Azlığı oranında kahramanca ve efsanevî…
Sırtını güce ve muktedire, zalime ve despota, haksızlığa ve hukuksuzluğa dayayıp, zulmün tüm ahlaksızlıklarını, soysuzluklarını, haysiyetsizlik ve şerefsizliklerini kıyıcı bir silah gibi kuşanıp, şirretliği gözükaralık, değer tanımaz bitirimliği kahramanlık, hoyratlığı adamlık sanan cüretkâr kötülerin kulak tırmalayan, bangır bangır bağıran şımarık ve alabildiğine küstah kötülükleri karşısında ne kadar da sessiz, içli, naif ve zaif iyiler ve iyilikler…
KİME SORSANIZ ALİ, HASAN, HÜSEYİN; KİME BAKSANIZ YEZİD, HACCAC
Neredeyse 30 yıl önceydi… Rosa Park’ları, James Meredith’leri, Martin Luther King’leri, Malcolm X’leri ilk kez duyuyordum. Oysa Hz. Ömer’lerin adının ve eşsiz adaletinin çokça konuşulduğu, sanının ise semtimize pek uğramadığı kadersiz bir ülkede geçmişti tüm çocukluğum. Kime sorsanız bir Ali, bir Ebuzer el-Gıffari, bir Hasan, bir Hüseyin’di… Kime baksanız bir Muaviye, bir Yezid, bir Haccac-ı Zalim, bir Ekber… Öylesine ikiyüzlü, öylesine şizofrenik…
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol”un dillere pelesenk, ruhlardan fersah fersah uzak olduğu bir diyardayız. “Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! / Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…” mısrası, bu mısrayı en çok zikreden dinbazların dilinde kof bir hamasetten ibaretmiş meğer.
Emsal adaletiyle bugün de yaşayan Hz. Ömer’i “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu / Gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu!” söylemiyle biteviye istismar edenler, yırtıcılıkta kudurmuş aç kurtları bile geride bırakalı çok oluyor. Koyunları kapmak için kızıl kan akıttıkları Diclelere kadar gitmeye bile zahmet etmiyorlar artık. Ana kuzularını, mazlum hanelerin direklerini gündüz gözüne Ankara’nın göbeğinde kapıyorlar. Geride, kaptıklarının akıbetlerinden bihaber kalanların gözlerini yollarda, ellerini böğürlerinde bırakıyorlar.
NEREYE BAKSAN BİR ÇIĞLIK, KİME KULAK VERSEN BİR FERYAT
Ne çok acı var, ne çok dram, ne çok mağdur… Nereye baksan bir çığlık, kime kulak versen bir feryat, kimi işitsen bir figan…
Ankara’ya dönüyorsun manzara aynı. İzmir’e, Bursa’ya Trabzon’a, Malatya’ya, Konya’ya bakıyorsun aynı. Diyarbakır’a, Şırnak’a, Mardin’e, Hakkari’ye, Urfa’ya bakıyorsun iç içe geçmiş katmerli zulümden başkası yok. Malezya’ya, Pakistan’a, Gambiya’ya, Arabistan’a bakıyorsun “Müslümanların ortak karakteri mi bu adamsızlık, bu insaniyet yoksunluğu, bu kepazelik? İslam dünyasının ortak kaderi mi bu kahreden sefalet ve bu dipsiz rezalet?” deyip kahroluyor, kahrediyorsun.
Acı çok, dram çok, mağdur çok… Nereye baksan bir çığlık, kime kulak versen bir feryat, kimi işitsen bir figan… Ya peki umut… Umut da var… Olmaz mı? Ruhuyla, bedeniyle ağır bedeller ödemek pahasına zalime ve zulme boyun eğmeyenlerin yeşerttiği umut az şey mi? Fiziken olamasa da aklen, kalben, fikren ve ruhen “iyi ki bu tarafta, bunlarlayım” dedirten, “iyi ki varlar” diye varlıklarına şükredip yaydıkları umuda dört elle sarıldıklarımız… Çok şükür varlar… Mum gibi eriyip yana yana da olsa, belki son ve cılız nefesleriyle de olsa umut çırasını harlayanlar… Senin için, benim için, bu yitik ülkenin talan edilmiş çocuklarının tarumar edilmiş geleceği için… İyiliklere ve iyilere bir ses, bir nefes olabilmek için… Görüyorsunuz işte, mum gibi eriyorlar ama ahlaksız ve Allahsız harami dinbazlara boyun eğmiyorlar.
HERKES BİR JAMES MEREDITH OLMALI...
Üniversitede okurken daha sonra rektör seçilecek siyaset bilimi hocamız her dersinde tekrarlardı: “Everybody should be James Meredith. (Herkes James Meredith olmalı.)” Siyah-beyaz ayrımcılığının, ırkçılığın ABD’de zirvede, Ku Klux Klan zihniyetinin yaygın olduğu, sistemleşmiş bir kötülük olarak siyahilere yaşam hakkı tanımadığı bir dönemde, beyazlarla eşit koşullarda eğitim görebilmek için ölümüne bir sivil direnişin adıydı James Meredith. Gencecik bir siyahi delikanlı olan James Meredith’in verdiği sadece eğitim hakkı mücadelesi değil, bir onur, bir insanlık mücadelesiydi. Sonuna kadar direnmişti ve kazanmıştı. Kendisi gibilere kocaman bir yol açmıştı.
James Meredith’in şansı, kötülerin sesinin gür çıktığı bir sistem de olsa, o devirde de ABD’de bugün Türkiye’de olduğu gibi berbat bir çadır devleti, adi bir mafya düzeni olmamasıydı. İşleyen bir hukuk sisteminin bulunması, adalet duygusunun gün be gün zemin kazandığı nitelikli bir toplumun ve kendisine hakikaten devlet diyebileceğimiz bir devlet mekanizmasının olmasıydı. O gün bile ABD, bugün Türkiye’de olduğu gibi hakkın, hukukun, adaletin öldüğü, yargının insan etiyle beslenen yedi başlı kapkaranlık bir canavara dönüştüğü bir ülke değildi. Bu yüzden, bugün bizim ülkenin James Meredith’lerinin yaptıkları onun yaptıklarının fevkinde, kendilerini ve mücadelelerini bekleyen James Meredith’in mücadelesi boyunca yaşadıklarının ötesinde. Devletin çeteye, yargının ahlaksız bir mafyaya dönüştüğü bir ortamda, siyasal İslamcı dinbaz haramilerin zulüm düzenine boyun eğmeyenlerin giriştikleri mücadelenin kıymeti, fedakarlıklarının değeri daha bir önem kazanıyor.
İşinden gücünden, ekmeğinden aşından, geleceğinden edilmiş yüzbinlerce mağdur, hapse atılmış on binlerce mazlumun yardımına koşabilmek için çırpınanların, mazluma yardım çabasındayken derdest edilip onların kaderini paylaşmaktan korkmayanların olduğu bir ülkede hala bir umut vardır. Gencecik yaşlarının umut dolu yıllarını, bir zalimin azgın haramiliği yüzünden hapishane duvarları arasında geçirmek zorunda kalanların umutları yaşadıkça da o umut hep olacak.
YA DA BİR NURİYE GÜLMEN…
Atıldığı üniversitesine dönebilmek için ta 6 Kasım’dan bu yana her gün bıkmadan, usanmadan, yılmadan eylem yapan, 30’dan fazla kez gözaltına alınan, itilip kakılan, işkencelere darplara maruz kaldığı halde asla yılmayan, nihayet 60 gündür sürdürdüğü açlık greviyle ortaya koyduğu sarsılmaz iradesi, sabır ve sebatıyla yaşayan bir abideye dönüşen Nuriye Gülmen’lerin olduğu bir ülkede hiç umut olmaz mı?
Zulümle, Yezid’likle güçlendikçe küçülenlere inat açlık grevinde geçen her dakika mumlar gibi eridikçe devleşenlerin olduğu bir ülkede umut da hep var olacaktır. Ayşenur Parıldak’ların, Emre Soncan’ların, Ufuk Şanlı’ların, Büşra Erdal’ların ve daha nice mazlumun geleceği hep zindanda, azapta mı olacak sanıyorsunuz? Asla… Zulüm ile abad olanın ahirinin berbat olmadığı nerede görülmüş ki, yüzyılın en büyük zaliminin akıbeti de farklı olsun!..
KAPKARA KARANLIKTA KAR KADAR BEYAZ ÜMİD
Baksanıza, kapkara bir karanlıkta kar kadar beyaz ümitlerine sarılmış mazlum milyonların durumu, Özdemir Asaf’ın “Mum” şiirindekileri ne de çok andırıyor:
“Mum yanıyor, zaman yanıyordu… / Bir tarafındakiler gülüyor, / Bir tarafındakiler ağlıyordu. / Biri vardı aralarında. / Düşünüyor, hayata bakıyordu.
…. Mum yanıyor, zaman yanıyordu / Hasankale ovasında… / Geceye karşıydı karlı Palandökenler. / Bir adam vardı hayallerin ortasında. / Kar kadar beyazdı ümidler.
… Hasankale ovasında, Kuruderede / Kilometreler santimleşiyor, / Santimler asırlaşıyordu… / Güneşe ve geceye karşıydı karlı Palandökenler. / O adam hayata bakıyordu.
Bir tarafta ağlayanlar, bir tarafta gülenler… / Bir tarafta bunlar için ölenler… / Mum yanıyor, zaman yanıyordu. / Mumun alevi titriyor, / Umudun alevi titremiyordu.”
Allah, umudumuzun alevini hiç titretmesin…
(TR724)