[Haber-Yorum: Erman Yalaz]
Kadıncağız yalvarıyor: “Her hafta savcılığa gidiyorum. Eşime ihtiyacım var. Her gün imza atsın, çok mu zor, yanımda olsun.”
Adı Nurdan Şahin. Kanser hastası. OHAL’de mesleğinden ihraç edildi, sonra eşi hapsedildi. Videoda konuşması devam ediyor: “Belki de kısacık ömrüm var. Şu kısacık ömrümde eşime hasret bırakmasınlar beni, buna imza atanlar ölümüme imza atıyor! Yalvarıyorum…”
Feryadını, yürek sızısını; ızdırâbı, ızdırârı duyuyor musunuz? Yangını görüyor musunuz? Bamteliniz titremiyor mu? Tutuklama kararları, gözaltı emirleri, yurt dışı yasakları, adli kontroller verenler, sizlere soruyorum. Karı-koca aynı evden iki kişiyi tutuklayıp aile birliğini bozanlar! Çocukları ana-babası sağ iken yetim-öksüz koyanlar! Delilsiz, mesnetsiz, insanları derdest edenler! Bu sesleri duyuyor musunuz? Kamu vicdanı! Ya siz?
Biliyorum; hükümetin de seçtiği hakim savcılarının da dertleri adâlet değil. Öyle olsa, önleyebilecekleri bir girişime hiç olmazsa göz yumup yüzlerce insanı kasıtla ölmelerini seyretmezlerdi. Bir kaç saatte darbe girişimini masum yüz binlerin üstüne yıkmazlardı. Altı yedi ayda 45-50 bin insanı hapsedip, 100 binleri işsiz bırakmazlardı.
Dertleri adâlet değil!
Dertleri adâlet olsa, 3 bin hakim ve savcıyı 15 Temmuz’un ertesi gününde işten atıp, bir haftada sorgusuz sualsiz hapsetmezlerdi? Düpedüz, intikam almak, düşman hukuku uygulamak için kadrolar oluşturdular. Önce içlerindeki vicdanlı olanları temizleyerek başladılar. İki üç ayda bir 150-200 hakim savcıyı gözaltına almak, ihraç listeleri hazırlamak; dokunmak, yerlerini değiştirmek çabası bundan. Varsa halen aramızda vicdanlılar, onları da temizleyelim diyorlar. İki yıl önceki HSYK seçimimin pusulalarında parmak izi aramak ne demek? Kendi sandık güvenliğini sağlayamayan yargıçlar referandum ve seçim sandıklarını mı koruyacak?! Sol sağ, cemaatçi-laik- Alevi-Kürt ayırmıyorlar artık. Kim daha çok itaat ederse görevi o kapıyor. Kim daha az vicdan diyorsa ihale ona veriliyor. Bakın Harun Kodalak’lar neden görevden alınmış, kızağa çekilmiş. Necip İşçimen (darbe soruşturması savcısı), Yücel Erkman (KPSS), Hakan Pektaş niye pasif görevlere atanmış? Başka bir hesap var. Yeterince itaat etmeyeni, ‘sivil darbe’ kendi çocuklarını yiyor. Hitler’de böyle olmuş. Mussuloni’de böyle. Saddam’da, Kaddafi’de böyle…
Dertleri adâlet değil!
Onlarca iddianameyi okuyoruz şimdilerde. Bank Asya’da hesabı var, filanca gazete filanca dergi-kitap çıkmış evinden. Güçlü delil! Kitaplı terörist bunlar! Üstelik okumuyorlar, aynı zamanda okutuyorlar. Burs da vermiş! Filanca derneğe kurban bağışı yapmış! ‘Tutukluluğunun devamına’… Avukat hakimin yanına gidiyor, “Savcı bey iddianameyi tamamladı, dava için duruşma tarihi belirlendi mi acaba?” diye soruyor. Müvekkili 7 aydır yok yere hapiste çünkü. Önce sessizlik, sonra “17 Nisan’dan sonraki bir tarih olacak…” diyor soğuk bir ses. Günler boş, mahkeme salonları uygun. Ama hakim beyin seçimi var!
Dertleri adâlet değil!
Evine haciz gelmiş bir aile, hapisteki evlatlarıyla konuşuyor. İşadamı, borç harç parasını temin ediyor. Ödeme yapacak. Devlete, bankaya borcunu ödeyecek. Savcı bankaya, banka hakime, hakim savcıya atıyor topu. Avukat ve aile yoruluyor. Savcıya son bir müracaat yapıyor. ‘Borcumuzu ödemek istiyoruz’. “Kimse 17 Nisan’dan önce elini taşının altına koymaz” cevabı alıyorlar koskoca savcıdan, hakimden… Adâlet dağıtanlardan.
Dertleri adâlet değil!
Çanakkale Emniyeti, Cumhuriyet Savcılığı’na yazı yazıyor. “Ekli ByLock modülü içerisindeki bilgiler PVSK EK-7. Madde kapsamında ve istihbarî mahiyette olduğundan hukuki delil niteliği taşımamaktadır.” Yani haricen delillendirilmedikçe yapılacak adli ve idari işlemlere bizzat gerekçe teşkil edemez diye not düşüyor. Emniyet kendini sağlama alıyor. Biz bir liste vermiştik, siz de tutukladınız ama bu belgelerle adam tutuklanmaz, delil olmaz! Top sizde! Sadece bu örnekte, 94 kişi 7 ayı aşkındır hapis yatıyor. Emniyet tutukladığınız kişilere dair bu istihbarat delil değil diyor. Salıverilen yok;, hukuk işlemiyor, hakim, savcı çalışmıyor. İstanbul, Denizli, Hatay, filanca yerin emniyeti de hakimi de aynı sözleri söylüyor. Mahpusluk sürüyor.
Dertleri adâlet değil!
Emniyetin delil dediği şeyi Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Başkan Vekili Mehmet Yılmaz, yani adâlet mekanizmasın yüksek rakımlı tepelerinde olan biri her tartışmada çığlık çığlığa topa girip savunuyor. ‘En güçlü delilimiz ByLock’ diyor. On binler bu yüzden tutuklu. Yazışma içerikleri, suç delilleri, kiminle hangi darbe planı yaptıklarına dair tek bir ipucu, veri olmadığı halde bu hikâye ile rehin alınmış. Her gün yüzlerce kişi, ByLock denip operasyona dahil ediliyor. Hakim, savcı, muhalefet, basın, herkes susmuş. O cümle söylenince herkes dilini yutuyor. Yapılan her operasyon, her işkence, her gözaltı, tutuklama haklı gösteriliyor.
Dertleri adâlet değil!
Ülkenin Adalet Bakanı Ağustos ayında çıkıyor. ‘16 bin kişi tutuklandı’ diyor. Kasımda gazetecileri çağırıyor rakamı yükseltiyor: “36 bin kişi tutuklandı’ Ocak’ta ‘40 bin’ diyor. Şu kadar kişiyi tutukladık, şu kadarını işten attık yarışı sürüyor. Saray’a selam çakarken, Adâlet Saraylarını elleriyle yıkıyor.
Dertleri adâlet değil!
Geçenlerde eski bakanlarla buluşan bir siyasi cesaret edip söylemiş Başbakan Binali Yıldırım’a. “F…’ deyip yaptığımız yargılamalar yerine oturmadı. Bir kişi tutuklanıyor ama onunla kalmıyor, yakınları var, onlar bize düşman oluyor. Yargıda işler iyi gitmiyor…” Neden? Hayır’lar, Evet’lerin önünde mi? Bu adalet bize oy kaybettiriyor diyor. Adâleti değil, oyları kaybetmeyelim, diyor! En vicdanlıları bile, adâleti oya bağlamış.
Dertleri adâlet değil!
Yargıçların üçte birini ihraç edip, diğer yarısını 6 ayda bir sürgünle tehdit ediyor yüksek hakimler. Venedik Komisyonu’ndan öğreniyoruz, 719 sulh ceza hakiminden sadece biri meslekten ihraç edilmiş. 22 Temmuz 2014’ten beri zibil gibi adam tutuklayan, ‘tak-şak hakimler’ gerçekten proje imiş. Hepsi nokta atamayla görevlendirilmiş. Resmi raporlarla ‘biz bir proje hazırladık’ sözleri teyit ediliyor, ispatlanıyor. Hakimden, savcıdan, Anayasa Mahkemesi’nden, Yargıtay’ından, başkanından, üyesinden ses yok.
Dertleri adâlet değil!
Anneler bebeklerini kaybediyor. Emzikli çocuklar, mahpuslarda, gözaltı koridorlarında büyüyor. İşkence altında kalan oğullar, annem duymasın deyip mahkeme salonlarından analarını çıkarıyor. Hakim dinliyor. Haberler çıkıyor. Yüksek yargıçlar, yüksek rakımlı Beştepeliler rahatsız oluyor! Tahliye edeni, bir sonraki kararnamede sürüyor, kızağa çekiyor en sevdiği başsavcılar, komisyonlar…
‘Adâlet mülkün temelidir’ yazıyor oysa oturdukları her koltuğun, masanın duvarlarında. Çığlıkları, adâletsizliği, ölümleri, işkenceleri, feryatları, annesizliği, babasızlığı, anasızlığı, evlatsızlığı duymuyorlar. Varsa yoksa oy, oy, oy… Zulmün sandığa nasıl yansıdığını ölçüyor herkes. Mazlumun elini tutan, sıkan, başını okşayan yok. Gri, karanlık, zalimce; her bakış her söz. Tartışma programları, anketler her şey bu iki harflik menfaate kilitlenmiş ‘OY’. Adâlet, yani hakka riâyetkârlık, hak tanırlık, haklılık, doğruluk tedavülden kalkmış. Adâvet, tam düşmanlık, düşman hukuku hükümfermâ. Mülk, yani ülke, yani devlet, yani ev, yani aile, yani vatan, yani mülkü saadet (saadet ülkesi) kaybolmuş… Ölümleri ölümler kovalıyor, krizleri krizler. Zulüm, yani bir şeyi kendi yerinden başka yere koyma; haksızlık, eziyet her yerde. Zulümât, karanlık hüküm sürüyor.
Dertleri Adâlet değil! Yoksa Adâlet mülkün, temeli olurdu… Her bir hatasına milyonlarca sene ağlardı yanlış yapan, zulümât sahipleri… Ayetler kulaklara küpe, kalplere ışık olmuyor. ‘Allah, adâleti, ihsanı ve iyiliği emreder’… Din, diyorlar, diyanet diyorlar. Meydan meydan geziyorlar. Ama gırtlaktan aşağıya inmiyor adâlet… Mülkdâr’lık yeni gerçek adâleti tesis eden, mülkü herkes adına koruyan padişahlığın bile değil. Tek adamlığın peşindeler.