[Ahmet Bozkuş]
İstanbul’un tarihi camilerinden birinde, ihtiyar bir ağacın gölgesinde sıcak bir ramazan günü yaşandı bu hatıra. Hatırlayanlarınız vardır muhakkak; hani zabıtaların gelip bizi bütün izinlerimiz olmasına rağmen avlusundan atmaya çalıştıkları cami… Bunu yazarken de utanıyorum açıkcası. O günden sonra öyle acımasızlıklar, öyle zulümler yaşandı ki bizim yaşadıklarımızın anlatılacak bir tarafı yok.
O günkü program konuğumuz hem benim için hem de izleyicilerimiz için çok kıymetli bir isimdi. Önceki yıllarda ramazan programlarımıza konuk olabilmek, damardan bir kur’an okuyabilmek, şöyle coşkulu bir dua edebilmek için sıraya geçen, araya hatırlı kimseleri sokan pek mübarek hocalar bizim mahalleden uzaklaşıvermişlerdi nedense! Yani bizim programa konuk olmak sadece ilim değil cesaret de istemeye başlamıştı. Ve işte o gün gelen konuğumuzda ilmin de cesaretin de hası vardı.
Tahmin ediyorum bir programın açılışında konuştum bir de kapanışında. Onun dışında o anlattı ben dinledim, izleyenlerle birlikte. O ramazan ayı ülkemiz için de kırılma noktasıydı. Hırsızlar, polisleri bir sahur vakti tutuklattırmıştı. Anadolu haramla helal arasındaki son virajda direksiyon hakimiyetini kaybetmek üzereydi. Belki o gün millet, vicdanına danışsa, hakkın yanında dursa bugün yaşanan zulümler hiç yaşanmayabilirdi ama olmadı.
İşte o günlerin hissiyatı da vardı programda. Zaten gazetedeki köşesinde Kuran ve sünnet rehberliğinde hakikati anlatmaktan geri durmayan bir adamdı. Canlı yayında da aynı heyecanla anlattı, anlatması gerekenleri. Reklam arasında bir soru sordum. Aldığım cevap o günden beri hafızamda sağlam bir şekilde duruyor. Ve çok insana da anlattım bunu.
– Bu adamların bunca harama batması, hukuktan uzaklaşması, zulmetmesi beklenmedik bir şey miydi?
– Hayır, değildi.
– İyi de o zaman biz neden destek verdik?
– Ben vermedim verenler düşünsün.
– Nasıl yani?
– Benim on yıldır bu adamlar hakkında yazdığım toplam bir adet bile olumlu yazı yoktur. Hep eleştirdim, uyardım.
– Peki, o zaman siz hariç biz neden destek verdik?
– Bu adamların neye dönüşeceği, güç ellerine geçince nasıl kötülükler yapabilecekleri bunları biraz da olsa tanıyan herkesin bildiği bir şeydi. Evde bir yaramaz çocuk, elinde bir kibrit… Her an evi yakabilir. Ne yapmak lazım?
– Yanından ayrılmamak lazım. Ya da kibriti elinden almalıyız.
– İşte tam da bu yüzden desteklendi bu insanlar. Destek verilse de verilmese de bu güce ulaşacaklardı. Siz sadece yakınlarında durup onlardan gelecek zararı en aza indirmeye çalıştınız. Kötülüklerinden emin olmak ve mümkünse kötülüklerine mani olmak için aynı fotoğraf karesinde yer aldınız. Sırf memleketin iyiliği için yaptınız bunu. Şimdi de bu yapılan fedakarlığın diyeti ödeniyor. Millet anlamıyor ama olsun Allah biliyor.
Artık iftar vaktine çok az bir süre kalmıştı. Ezan okununca bitiyordu bizim program. O sırada da program ekibi iftar için yemek hazırlıyor ve hep beraber iftarımızı yapıyorduk. Çok özledim o ekibi…
Program konuğumuzla birlikte bizim için bir masa hazırlıyordu arkadaşlar. Bu sayede muhabbete orada da devam edebiliyorduk. Ezan okundu, program sona erdi ve biz sofraya doğru hareket ettik. Konuğumuzu da hemen yemeğe davet ettik. Hiç beklemediğimiz bir cevap aldık.
“Ben, yemeden gitsem olur mu?”
Yaz günü, sıcak hava, saatlerce aç ve susuz beklemek, son iki saat canlı yayında konuşmak… Bunları düşününce biz sofraya koşarak gidiyorduk adeta ama konuğumuz iftar yapmadan gitmek istiyordu.
“Abi, birlikte iftar yapsaydık güzel olurdu.”
“Allah razı olsun ama eve gitmeliyim. Kızım beni bekler. Ben olmayınca yemek yiyemez.”
Bir bardak su içti, vedalaştık ve gitti.
Ali Ünal’dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Şimdi katillerden boşalan hücrelere alimlerin konulduğu bir zindanda sabır nöbetinde Ali Abi. Onun adı her geçtiğinde “Kızım ben olmazsam yemek yiyemez.” cümlesi aklıma geliyor. Engelli yavrusuna “cennetten misafir olarak gelmiş bir melek” gibi davranan bir baba o. İlminin izzetini, kaleminin namusunu, imanının kalesini zalime peşkeş çekmemiş bir kahraman…
Öyle korkutmuş ki zalimleri, hınçları bitmedi. İntikam almalara doyamadılar aç gözlü canavarlar. Küçük cüssesiyle tir tir titretmiş saraylarda tüneyen koca kafalı baykuşları.
Ali Abi;
Masum bir melek olan kızın Allah’ın himayesinde… Siz evinize dönünceye kadar “Bundan sonra senin baban da ben olayım istemez misin?” diyen ve küçük kız çocuğuna sahip çıkan Efendimiz’in (sas) koruması altında…
Allah, gönül pencerenize, Sevr Dağı’nda mağaranın girişine yuva yapan güvercini göndersin…
Allah’a emanet olun…
(TR724)
O günkü program konuğumuz hem benim için hem de izleyicilerimiz için çok kıymetli bir isimdi. Önceki yıllarda ramazan programlarımıza konuk olabilmek, damardan bir kur’an okuyabilmek, şöyle coşkulu bir dua edebilmek için sıraya geçen, araya hatırlı kimseleri sokan pek mübarek hocalar bizim mahalleden uzaklaşıvermişlerdi nedense! Yani bizim programa konuk olmak sadece ilim değil cesaret de istemeye başlamıştı. Ve işte o gün gelen konuğumuzda ilmin de cesaretin de hası vardı.
Tahmin ediyorum bir programın açılışında konuştum bir de kapanışında. Onun dışında o anlattı ben dinledim, izleyenlerle birlikte. O ramazan ayı ülkemiz için de kırılma noktasıydı. Hırsızlar, polisleri bir sahur vakti tutuklattırmıştı. Anadolu haramla helal arasındaki son virajda direksiyon hakimiyetini kaybetmek üzereydi. Belki o gün millet, vicdanına danışsa, hakkın yanında dursa bugün yaşanan zulümler hiç yaşanmayabilirdi ama olmadı.
İşte o günlerin hissiyatı da vardı programda. Zaten gazetedeki köşesinde Kuran ve sünnet rehberliğinde hakikati anlatmaktan geri durmayan bir adamdı. Canlı yayında da aynı heyecanla anlattı, anlatması gerekenleri. Reklam arasında bir soru sordum. Aldığım cevap o günden beri hafızamda sağlam bir şekilde duruyor. Ve çok insana da anlattım bunu.
– Bu adamların bunca harama batması, hukuktan uzaklaşması, zulmetmesi beklenmedik bir şey miydi?
– Hayır, değildi.
– İyi de o zaman biz neden destek verdik?
– Ben vermedim verenler düşünsün.
– Nasıl yani?
– Benim on yıldır bu adamlar hakkında yazdığım toplam bir adet bile olumlu yazı yoktur. Hep eleştirdim, uyardım.
– Peki, o zaman siz hariç biz neden destek verdik?
– Bu adamların neye dönüşeceği, güç ellerine geçince nasıl kötülükler yapabilecekleri bunları biraz da olsa tanıyan herkesin bildiği bir şeydi. Evde bir yaramaz çocuk, elinde bir kibrit… Her an evi yakabilir. Ne yapmak lazım?
– Yanından ayrılmamak lazım. Ya da kibriti elinden almalıyız.
– İşte tam da bu yüzden desteklendi bu insanlar. Destek verilse de verilmese de bu güce ulaşacaklardı. Siz sadece yakınlarında durup onlardan gelecek zararı en aza indirmeye çalıştınız. Kötülüklerinden emin olmak ve mümkünse kötülüklerine mani olmak için aynı fotoğraf karesinde yer aldınız. Sırf memleketin iyiliği için yaptınız bunu. Şimdi de bu yapılan fedakarlığın diyeti ödeniyor. Millet anlamıyor ama olsun Allah biliyor.
Artık iftar vaktine çok az bir süre kalmıştı. Ezan okununca bitiyordu bizim program. O sırada da program ekibi iftar için yemek hazırlıyor ve hep beraber iftarımızı yapıyorduk. Çok özledim o ekibi…
Program konuğumuzla birlikte bizim için bir masa hazırlıyordu arkadaşlar. Bu sayede muhabbete orada da devam edebiliyorduk. Ezan okundu, program sona erdi ve biz sofraya doğru hareket ettik. Konuğumuzu da hemen yemeğe davet ettik. Hiç beklemediğimiz bir cevap aldık.
“Ben, yemeden gitsem olur mu?”
Yaz günü, sıcak hava, saatlerce aç ve susuz beklemek, son iki saat canlı yayında konuşmak… Bunları düşününce biz sofraya koşarak gidiyorduk adeta ama konuğumuz iftar yapmadan gitmek istiyordu.
“Abi, birlikte iftar yapsaydık güzel olurdu.”
“Allah razı olsun ama eve gitmeliyim. Kızım beni bekler. Ben olmayınca yemek yiyemez.”
Bir bardak su içti, vedalaştık ve gitti.
Ali Ünal’dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Şimdi katillerden boşalan hücrelere alimlerin konulduğu bir zindanda sabır nöbetinde Ali Abi. Onun adı her geçtiğinde “Kızım ben olmazsam yemek yiyemez.” cümlesi aklıma geliyor. Engelli yavrusuna “cennetten misafir olarak gelmiş bir melek” gibi davranan bir baba o. İlminin izzetini, kaleminin namusunu, imanının kalesini zalime peşkeş çekmemiş bir kahraman…
Öyle korkutmuş ki zalimleri, hınçları bitmedi. İntikam almalara doyamadılar aç gözlü canavarlar. Küçük cüssesiyle tir tir titretmiş saraylarda tüneyen koca kafalı baykuşları.
Ali Abi;
Masum bir melek olan kızın Allah’ın himayesinde… Siz evinize dönünceye kadar “Bundan sonra senin baban da ben olayım istemez misin?” diyen ve küçük kız çocuğuna sahip çıkan Efendimiz’in (sas) koruması altında…
Allah, gönül pencerenize, Sevr Dağı’nda mağaranın girişine yuva yapan güvercini göndersin…
Allah’a emanet olun…
(TR724)