Emin Çölaşan Cezaevlerindeki Zulmü Yazdı: Onbinlerce İnsana Büyük Haksızlıklar Yapılıyor

Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan, 15 Temmuz darbesinden sonra haksız şekilde tutuklananların cezaevinde yaşadıkları zulüm ve haksızlıkları kaleme oldu. Kendisine avukat ve bir  hakimden gelen iki mektubu özetleyerek köşesine taşıyan Çölaşan, “Terör örgütüyle mücadele veriyoruz diye hukuk ve adalet kavramları yok edilmiş, on binlerce insana büyük haksızlık yapılmaktadır. Açığa alınanlar, devlet memurluğundan atılanlar ve tutuklanan 32 bin kişi…Kim suçlu kim suçsuz, bilinmiyor!” diye yazdı.
Her gün çok sayıda mektup aldığını anlatan Çölaşan, “Mektup yazanların hemen tamamı, isminin açıklanmasını istemiyor. Kendilerinin ve yakınlarının başına iş açılmasından korkuyor.
Toplum korkutulmuş, sindirilmiş durumda… Hak, hukuk, adalet gibi kavramlar rafa kaldırılınca toplum bunalım içinde yaşıyor.” dedi.
Çölaşan’ın kaleme aldığı mektuplardaki bilgiler cezaevlerinde de hukuksuzluk ve  tam bir dram yaşandığını da gösteriyor. İki çocuk annesi bir hakim bayanın kaleme aldığı mektupta, aynı koğuşta 21 kişi kaldıklarını, biri hamile biri 3 aylık bebeği bulunan annelerin de hapiste olduğunu aktarıyor. Türkiye geneli 2 bin 500 civarında hakimin tutuklandığını aktaran hakime hanım, eşi de tutuklandığı için 3 ve 8 yaşındaki iki çocuğunun yakınlarına emanet edildiğini anlatıyor ve şöyle diyor: “Anne ve baba hakim ve savcıların tahliye talepleri hiçbir gerekçe göstermeden sürekli olarak reddediliyor. Sizden tek ricam var: Bir ailede hele küçük çocukları varsa, hem anne hem de baba tutuklu olunca aile birliği bozuluyor. Aralarından birinin tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmesi gerekir. Tarihte annelere ve çocuklarına hiçbir zaman böyle zulüm yapılmamıştır. Bir hakim olarak bunları üzülerek ve ağlayarak yazıyorum. Bir anne olarak çaresiz kaldım…”
Bir avukat ise 16  metrekarelik koğuşta 10 kişi kaldıklarını, yerlerde yatanlar olduğunu aktarıyor. Hukuksuzlukları  şöyle resmediyor: “Tutuklamalarda hiçbir kriter yok. Yeter ki şikayet olsun. Bu husus toplumsal bir yaraya dönüştü. İşin kötüsü, bu durum en çok gerçekten suçlu olanların işine yarıyor. Bir tane aklı başında hukukçu çıkıp “Siz ne yapıyorsunuz, CD’den, kitaptan, dolardan terör örgütü çıkar mı” diye soramıyor.”
Emin Çölaşan’ın kaleme aldığı yazının tam metni şöyle:
Hukukçular yazıyor
Sevgili okuyucularım, (…) at izi ile it izi hakikaten birbirine karışmış durumda.
Samimi görüşüm şudur:
Terör örgütüyle mücadele veriyoruz diye hukuk ve adalet kavramları yok edilmiş, on binlerce insana büyük haksızlık yapılmaktadır. Açığa alınanlar, devlet memurluğundan atılanlar ve tutuklanan 32 bin kişi…Kim suçlu kim suçsuz, bilinmiyor!
Her gün çok sayıda yakınma mektubu alıyorum. (…) karışanlar elbette vardır. Devlet olarak bin onların tepesine ama suçsuz ve masum insanların hayatını kaydırma… Bana bu mektupları yazanları tanımıyorum, ne olduklarını bilmiyorum. Ama ortada çok ciddi bir sorun olduğu kesin. İmzasız ihbarlarla, ya da amirlerinin ihbarıyla başına iş açılan on binlerce kişi var… Madem bunlar FETÖ’cü idi, gereğini yapmak için neden 15 Temmuz’a kadar beklediniz? Neden göz yumdunuz?..
Ve ne ilginçtir ki, FETÖ’cü olduğu iddia edilen bu kimseleri savunmak da (hukuk ve adalet adına) şimdi bize düştü. Rüyamda görsem hayra yormazdım.
* * *
Mektup yazanların hemen tamamı, isminin açıklanmasını istemiyor. Kendilerinin ve yakınlarının başına iş açılmasından korkuyor.
Toplum korkutulmuş, sindirilmiş durumda… Hak, hukuk, adalet gibi kavramlar rafa kaldırılınca toplum bunalım içinde yaşıyor.
Biz bu korkutma ve sindirme sürecini Ergenekon ve Balyoz olaylarında da yaşamıştık. Ancak olay o zaman bu kadar geniş kapsamlı değildi. O davalarda nasıl tezgahlar kurulduğunu, suçsuz insanların nasıl içeri tıkıldığını sonrasında gördük. İşin ilginç yanı, o davaları tezgahlayan baş aktör Fetullah cemaati, onların gazete ve televizyonları idi.
Ancak unutmayalım, arkalarında hep AKP iktidarının desteği vardı.
Keser döndü sap döndü, şimdi yakınan onlar!
* * *
Doğu Anadolu’dan bir avukat yazıyor. İsmini yazmış ama başına iş açılmasın diye ben kullanmıyorum:
50 yaşındayım, 26 yıllık hukukçuyum. Hayatım boyunca hiçbir terör örgütüyle bağlantım olmadı. Evimde yapılan aramada yasaklı olmayan üç kitap, iki CD, bir miktar dolar bulundu. Hiçbir suç unsuru taşımayan, devletin aradığı seri numaralarından olmayan dolarlar olduğu halde gözaltına alındı ve tutuklandım.
Cezaevine girince şaşırdım. Koğuşumuzda bulunan savcılar, öğretmenler ve polisler çok basit nedenlerle tutuklanmış. Sendikaya üye olduğu için tutuklanan öğretmenler, Bank Asya’da hesabı olduğu için tutuklanan memurlar…
Burada 16 metrekarelik bir koğuşta 10 kişi kalıyoruz. Ranza olmadığı için iki kişi yerde yatıyor. Savcılar, öğretmenler, avukatlar ve polisler. Kitaplarımız verilmiyor. Duş ihtiyacını plastik kovadaki sularla haftada iki gün birkaç dakika verilen sıcak su ile karşılamaya çalışıyoruz. İnanın bu olumsuzluklar bile insanın içini, hukukun düştüğü durum kadar acıtmıyor.
Tutuklamalarda hiçbir kriter yok. Yeter ki şikayet olsun. Bu husus toplumsal bir yaraya dönüştü.
İşin kötüsü, bu durum en çok gerçekten suçlu olanların işine yarıyor. Bir tane aklı başında hukukçu çıkıp “Siz ne yapıyorsunuz, CD’den, kitaptan, dolardan terör örgütü çıkar mı” diye soramıyor. Yazılarınızı cezaevinde okuyoruz, lütfen bu hususları ülke gündemine taşıyın…”
* * *
Batı Anadolu’dan bir bayan hakim yazıyor. İsmini yine vermiyorum ve mektubu özetliyorum:
“Sayın Emin Çölaşan Bey, bu mektubu size cezaevinden yazıyorum. 10 yıllık ceza hakimiyim. Tutukluluğumun 67. günündeyim. Cumhuriyet savcısı olan eşimle birlikte tutuklandık.
Hiçbir grupla bağlantımız asla olmamıştır. İlimizde çok sayıda hakim ve savcı, hep birlikte tutuklandık. (Tutuklama kararlarını konuyla ilgisi olmayan İş Mahkemesi hakimi verdi!) Cezaevinde böyle hukuk dışı tutulmak ve bu işkencenin ne zaman biteceğini bilememek, hayatımda yaşadığım en büyük ıstıraptır.
Eşimi başka bir ildeki cezaevine götürdüler.Görüşmemiz, haberleşmemiz mümkün değil. Meslekten ihraç edildiğimiz için maaşımız yok. Mal varlığımıza ve bankada eğer varsa paralarımıza el konuldu. Bir oğlumuz var, sekiz yaşında. Amcaya teslim edilmiş.
Üç yaşında bir oğlumuz daha var.
Kirada oturan dar gelirli amca şimdi bize muhtaç, biz ona.
* * *
Şu anda 21 kişilik bir koğuşta kalıyoruz. Bazılarımız yerde yatıyor. Koğuşta adım atacak yer yok. Bir banyo, duşa kabin. Fiziki şartlar çok kötü. Banyo ve tuvaleti kendimiz boyattık. Kütüphane yasak. Hamamböcekleri çok fazla olduğundan ilaçlama yapıldı. İlaçlayanlar maskeli idi ama bizim koğuştan çıkmamıza izin verilmedi. Beş aylık hamile arkadaşımız fenalık geçirdi. Bir de üç aylık bebek var. Sürekli ağladığı için geceleri kimseyi uyutmuyor.
Koğuşun şartları iyi olmadığından üç yaşındaki evladımı yanıma alamıyorum.
* * *
Bayan hakim mektubuna devam ediyor: “Türkiye genelinde 2.500 civarında hakim ve savcı tutuklandı. Bir bölümü, meslektaş olan karı koca…
Özellikle dışarıda küçük çocukları varsa iş çok fena. Giderilmesi imkansız zararlar ortaya çıkıyor. Anne ve baba hakim ve savcıların tahliye talepleri hiçbir gerekçe göstermeden sürekli olarak reddediliyor.
Sizden tek ricam var:
Bir ailede hele küçük çocukları varsa, hem anne hem de baba tutuklu olunca aile birliği bozuluyor. Aralarından birinin tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmesi gerekir.
Lütfen ben ve benim durumumda olan annelerin sesini duyurun.
Tarihte annelere ve çocuklarına hiçbir zaman böyle zulüm yapılmamıştır.
Bir hakim olarak bunları üzülerek ve ağlayarak yazıyorum.
Bir anne olarak çaresiz kaldım. Küçük çocuklarıma kavuşmak arzusuyla size bu mektubu yazıyorum. Yardımlarınız için şimdiden teşekkür ediyorum.”
Bugün size hapishanede yatmakta olan iki hukukçudan, bir avukat ve hakimden aldığım iki mektubu hiçbir yorum yapmadan özetledim.
Takdir sizindir.