Mehmet Altan’ın Erdoğan’a Sorusu Cevabını Buldu

[SELİN TANBAY]
28 Şubat’ın sert günlerinde demokrasiyi, seçilmiş iktidarı ve başörtülülerin eğitim haklarını merkez medyada savunabilen nadir yazarlardan biri Mehmet Altan’dı. Babasından devraldığı cesur üslubuyla Sabah Gazetesi’nin genel tavrının aksine 28 Şubat rejimi uygulamalarına direniyordu. Dönemin kudretli generali Erol Özkasnak, Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu’yu arayıp “Onun makatına süngü sokup sınır sınır gezdireceğim” demişti. Bir diğer güçlü general Çevik Bir ise Sabah’ın patronu Dinç Bilgin’i arayıp Mehmet Altan’dan rahatsızlığını bildirmişti. İki generalin baskısıyla Mehmet Altan’ın yazı sayısı azaltılmış ama işine son verilmemişti.
Ardından yine o iki generalin kurguladığı “Andıç” ortaya saçıldı. Mehmet Altan’ın da aralarında bulunduğu yazarların para karşılığı PKK’ya yardım ettiklerini içeren Genelkurmay kaynaklı bir belge yazarları hedef yaptı. İsmi geçenlerin bir kısmı işlerinden atıldılar. Akın Birdal suikaste uğradı, ağır yaralandı. Mehmet Altan’a da “seni vuracaklar” mesajı geldi ama o her zamanki iyimserliği ve babası Çetin Altan’dan aldığı “enseyi karartma” öğüdü doğrultusunda “bunlar korkutma amaçlı” diyerek geçiştirdi yazı çizgisini değiştirmedi. 28 Şubat’ta demokrasinin yanında durmanın bedelini, bugün 28 Şubat’ın kaymağını yiyenlerden çok daha fazlasıyla ödemişti.
Aradan yıllar geçti…
“İkinci Cumhuriyet” kavramının fikir babası Mehmet Altan’ın, ısrarla üzerinde durduğu AB standartları, denetlenebilirlik ve ilkesel tutumlar yönünde gelişme sürecine girdi Türkiye. Ta ki, 2010 yılına kadar.
Mehmet Altan, pek çok isimden önce Erdoğan’ın otoriterleşme eğilimini fark etti. Bu kez, “Ankaralılaşmak” kavramıyla Star Gazetesi’ndeki köşesinde yazılar kaleme aldı, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne uyarılar yapmaya, yeniden AB reformlarına yönelme çağrısına başladı. Kalemi her zamanki gibi güçlü ve etkiliydi.
Ve yine aynı şey oldu. Tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi önce yazı günü azaltıldı. Ardından köşesinin birinci sayfadaki anons yeri, yazı sayfası sürekli değiştirilmeye başlandı. En sonunda yazılarına son verildi.
28 Şubat’ta Mehmet Altan’ı kovması için Sabah’ın Yayın Yönetmeni’ni arayan Generaller gitmiş; yerine Mehmet Altan’ı kovması için Star Gazetesi’nin yayın yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nu arayan Recep Tayyip Erdoğan gelmişti.
Bunu tüm Türkiye, “başçalan” isimli sosyal medya hesabının yayınladığı ses kaydından öğrendi. Erdoğan, Mehmet Altan’ın gönderilmesini istiyor, Mustafa Karaalioğlu konuyla ilgilendiğini arzediyordu.
O SORU VE CEVABI
Ses kaydının yayınlandığı gece Mehmet Altan’ın daimi konuğu olduğu ‘Akıl Defteri’ programı vardı. Altan konuyla ilgili bir açıklama yaptı ve Erdoğan’a bir soru yöneltti:
“Biraz önce @Bascalan tweetlerinde benle ilgili çıkan konuşma, Başbakan’ın şikayet ettiği yazı, 13 Ocak 2011’de yayınlanıyor. Başbakan’ın benim yazdığım o gazete ile ne alakası var. Oraya o genel yayın müdürü denen adama telefon edip, benim yazımı şikayet ediyor. Bu adet çok evvellerden başlamıştı. 28 Şubat’ın komutanlarından Çevik Bir yaptı bunu. Ne farkın var senin Çevik Bir’den?”
Mehmet Altan’ın bu sorusunun yanıtını 22 Eylül 2016 günü gece 05:00’da öğrendik. Mehmet Altan tutuklandı. 28 Şubat’çılar bile bu kadar ileri gidememişti.
“Enseyi karartmayan” Mehmet Altan da bunun olabileceğini düşünmemişti. Star Gazetesi’nden gönderildikten sonra Medyaradar’a 16 Mart 2012’de verdiği röportajda şöyle diyordu bütün iyimserliğiyle:
Son kitabınızdan ve projelerinizden konuşalım.
‘Cami ve Kışla Parantezinde 28 Şubat’ adlı bir kitap çıkaracağım, eli kulağında. Ondan evvel de ‘Küresel Vicdan’ ve ‘Kent Dindarlığı’ adlı iki kitabım vardı. Şimdi bir ders kitabı üzerinde çalışıyoruz ve hayat devam ediyor.
Bu kitaplardan sonra Silivri yolu görünür mü endişesi duyuyor musunuz?
(Gülüyor). Yok canım, artık daha neler! “
VE MEHMET ALTAN SİLİVRİ’DE
Türkiye “daha neler” görecek bilmiyoruz ama Mehmet Altan’ın gülüp ihtimal vermediği şey gerçek oldu. Bir oğul, on yıllar sonra babasının yaşadıklarını yaşıyor, değişmeyen Türkiye gerçeğiyle zindanlara atılıyordu.
Aslında ona ve abisi Ahmet Altan’a babası yıllar önce olacakları söylemiş gerçek bir “yazar” olmanın bedelini anlatmıştı. Daha iki ergen çocukken Ahmet’le Mehmet’i karşısına almış:
“Yazarlık öyle kolay değildir, hayatın bütün kanını, kirini, kokusunu bileceksin, onu sırtında taşıyacaksın, kasaplık gibidir yazarlık, sert ve dayanıklı olacaksın.”
28 Şubat’ın kudretli generallerine de günümüzün dikta rejimine karşı da dayanıklı ve sert olduğunu Mehmet Altan’ın ifadesinde okuduk.  39 kitabı, binlerce makalesi, binlerce saat televizyon konuşması arasından yüzünü kızartacak tek şey bulunamayan Mehmet Altan’la ilgili, iddia makamı “suç unsuru” diye “subliminal” saçmalık ve “1 dolar” aptallığını delil diye sundu.
Ve Mehmet Altan, kendi değerlendirmesiyle “15 Şubat gecesi gerçekte ne olduğu açığa çıkmasın diye” yapılan binlerce hukuksuzluk kurbanından biri olarak Silivri’ye doğru yola çıktı.
DEVLETİN EZDİĞİ BİR AİLE
Altan kardeşleri yetiştiren baba Çetin Altan, elli yıllık yazı ömründe, 300’den fazla Ağır Ceza davasına muhatap oldu. Defalarca gözaltına alındı. Gözaltı süresinin 24 saat olduğu bir dönemde 15 gün tutsak olarak gözaltında tutuldu. Üç defa tutuklandı, mahkum edildi. Ömrünün iki yılı cezaevinde geçti. İşsiz bırakıldı. Üç çocuğunu geçindirmek için zorlandığı günler oldu. İstanbul’un oldukça dışında Basınköy’e taşınmak zorunda kalmak da bunlardan biriydi.
Yaşar Kemal de o günlerde Basınköy’e ‘düşenlerden’ biriydi. Çetin Altan’la zor günlerde birbirlerine dayanmışlardı. Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, daha 13-14 yaşlarında babalarının ve Yaşar amcalarının kelepçelenip, cemselere bindirilip bilinmezlere götürüldüklerine şahit olarak büyüdüler Basınköy’de.
O günlerden birini Ahmet Altan, Yaşar Kemal’in ölümünün ardından yazmıştı:
Babamla sabaha kadar konuşmuştuk, yanlış hatırlamıyorsam Plehanov hakkında tartışıyorduk.
Güneş doğarken balkona çıkmıştık.
Yanyana durmuş boş sokaklara bakıyorduk.
Birden üstü açık bir askerî cip görünmüştü.
Cipin arka tarafında, iki askerin arasında Yaşar Kemal oturuyordu.
Bizi görünce:
– Beni götürüyorlar Çetin, diye bağırmıştı.
‘Beni götürüyorlar.’
O korkunç mahkemelerde kendisini mahkûm eden yargıçlar heyetine, kapıdan çıkarken geri dönüp ‘Siz beni mahkûm edemezsiniz, ben sizi mahkûm ediyorum’ diyen Yaşar Kemal’i götürmüşlerdi o sabah.”
BAŞKA BİR ZAMAN
Çetin Altan’ın hapishanelerde, mahkeme salonlarında geçen yılları şimdi oğullarının ömrünün gerçeği oldu. Mehmet’i o sabah götürdüler Silivri’ye…
Mehmet Altan’a bir kötülük yapacakları belliydi aslında. Henüz kamuoyu önünde iktidarın hedefi haline gelmediği dönemlerde bile arkasından planlar kurulmuş, ismi “Pastör” olarak değiştirilip, MİT tarafından mahkemeden telefonunun dinlenmesi kararı çıkartılmıştı. Çok uzun süre dinlenmişti telefonları.
Bildiği tek yolu hukuk yolunu kullanıp konunun üzerine gitti ve yine tıpkı 28 Şubat’ın Andıç’çıları gibi devlet, Mehmet Altan’ın telefonlarını dinleyenleri koruyup, yargılatmadı.
“Bu her zaman böyle oldu. Ben de ciddi bir 28 Şubat mağduruyum. Orgeneral Çevik Bir, 20 yıldan beri yazı yazdığım Sabah gazetesinin patronuyla buluşup benden ve yazılarımdan ‘rahatsız’ olduklarını söylemişti. Yani aslında rahatsız olanlar değişiyor ama basından rahatsızlık hiç değişmiyor. Ne acı bir durum.” sözleriyle özetliyordu yıllardır yaşadıklarını  bir konuşmasında.
Gerçekten de acı bir durum… Türkiye’nin sayılı profesörlerinden biri yaptığı sosyolojik tespitler nedeniyle zindana atıldı. Oysa şimdi savcının “subliminal darbe mesajı” olarak suç vasfına soktuğu sosyolojik tespitleri, yine kimse konuşmuyorken 2012’de yapabilmişti.
“Peki, ülke olarak yeniden bir askeri darbe yaşar mıyız?
Cami ve kışla ikileminden bir türlü çıkamadık. Bu ikilemden çıkamadığımız sürece de her zaman bir rövanşist ters dalganın da olabileceğini düşünüyorum.
Ordu ve asker şu anda pasifize durumda değil mi?
Ordunun imajı geriletildi ama mevzuat 12 Eylül rejimidir  ve dimdik ayaktadır. Biz 12 Eylül rejiminin getirdikleri çerçevesinde yaşıyoruz. Siyaset, bunu demokrasiyle yer değiştirmek yerine, ele geçirmeye çalışıyor. YÖK bunun en güzel örneklerinden biri.
Silahlar her an patlayabilir mi?
Eğer böyle bir rövanş söz konusuysa, demokrasiye geçmeyi kurumsal olarak hedeflemediğiniz vakit, bir başka rövanşa da imkan veriyorsanız bu zemin kendiliğinden hazırlanıyor demektir.”
HAKLI ÇIKTI
Mehmet Altan’ın suçu, sosyolojik tespitlerinde haklı çıkmaktı. Doğruyu herkesten önce görmek suçtu. Ancak birileri Ahmet ve Mehmet Altan’ın 15 Temmuz gecesi ne olduğunu doğru görmesinden korkuyordu belli ki. Silivri tam da bunun için Erdoğan Rejimi’nin kalesi değil miydi?
***
“Mahkemeden kaçan hırsızların ilk işi de ittifak kurdukları darbecilerin aslında darbe yapmadığını kanıtlamaktır.”
                                                                                                     Mehmet Altan…
***
“Kenan Evren’in tablosuna 300 bin lira veren iş adamı şimdi generallere sırtını çeviriyor. Neden? Çünkü Türkiye’de sistemin temelinde ilkeler değil güce tabii olmak var. Dün o tabloya 300 bin lira verenler bugün de güce boyun eğmiş durumda. Bu yanıyla değişen bir şey yok, o gün güce boyun eğenler şimdi güç kimdeyse ona dayanıyorlar”
                                                                                      Mehmet Altan…