Yakın veya uzak gelecekte bir Post-AKP dönemi mutlaka yaşanacak. Hem devlet mekanizmasını idare edenler hem de halkımız açısından bu dönemin çok büyük zorlukları olacak. Bunların başında hiç şüphesiz içi boşaltılan demokratik hukuk devletinin yeniden ihya, ıslah, inşa ve ikamesi geliyor. Şimdilerde demokratik-hukuk devlet anlayışı, sistemi ve değerleri için, “Tanzimat fermanının ilan edildiği 1839’lardan bile geri durumdayız” tespitleri yapıldığına göre sözünü ettiğimiz ihya, ıslah, inşa ve ikame işlemini yapacak kadroların işi hayli zor.
Bu çalışmalarla, asırlardır dilimizden düşürmediğimiz ve yaşadığımız süreç itibariyle doğruluğu ve yanlışlığını haklı olarak derinden derine sorguladığımız “devlet-millet birliği” sağlanabilir mi, millet kadim geleneğinde olduğu gibi devletine canı pahasına sahip çıkar mı, “Allah devletimize, milletimize, vatanımıza zeval vermesin” dualarını can ü gönülden yapar hale gelir mi bilemeyeceğim. Zira bugün, ortada masum insanları terörist ilan eden, sırf etnik kökeninden dolayı halkının bir kısmına tabii hak ve özgürlüklerini vermeyen, insanına politik hatalarından dolayı “düşük yoğunluklu savaş” yaşatan, “doğrularınız yanında bu yaptıklarınız eğri” demek için ağzını açan herkesi tiyatro mahkemelere sevk edip cezalar veren bir devlet depremi ve o depremin meydana getirdiği bir enkaz var. Post-AKP dönemine geçinceye kadar enkazın alacağı şekli tahmin etmek imkansız. Çünkü siyaset biliminin neredeyse bütün teorilerinin iflas ettiği ve uzmanlarının pes edip ringe havlu attığı bir ülkeden söz ediyoruz!
Hırsızlığı geçtik arsızlık dahi kutsanıyor
Ben asıl zorluğun post-AKP döneminde devlet misali içi boşaltılan dinin yeniden ihya, ıslah, inşa ve ikamesinde olacağını, dillerinden Allah-Peygamber-İslam düşürmeyen kadroların yaptıkları gayr-i İslami, gayr-i insani ve gayr-i ahlaki davranışlarla İslam dininin almış olduğu yaraların tamirinde yaşanacağını düşünüyorum. Neden? Çünkü yakın ve uzak geçmişteki devlet geleneğimiz bugünümüzden çok farklı değil. Sadece zalimlerin giydikleri ideolojik kıyafetler ve tabii ki bu kıyafete göre zulme maruz kalan mazlumların kimlikleri değişik. Ama dinin içinin bu denlü boşaltılmasını netice veren bir yıkımı bu topraklar ilk defa yaşıyor. Hırsızlığı geçtik arsızlığın dahi kutsandığı, adaletsizliğin adalet kılıfına sökülüp kamuoyuna sunulduğu ve bütün bunların saray uleması, parti müftüleri eliyle meşrulaştırılıp Müslüman eliyle yapıldığı bir dönemden geçiyoruz zira.
Hatırlayanlar vardır belki, “Eğer AKP Müslümansa ben değilim.” haykırışı ile uyanmıştık yeni bir güne 2014 Aralık ayının son günlerinde. Hilmi Yavuz’du bu çıkışın sahibi. Aradan yaklaşık iki yıl geçti ve şimdilerde Hilmi Yavuz gibi niceleri aynı şeyi söylüyor. Benim şakası bile caiz değil deyip yazmaya cesaret edemeyeceğim ve merkezine Allah inancı ile AKP’nin konulduğu başka cümleleri sarf edenler, hatta AKP’li zannettiklerinden dolayı başörtülü eşiyle çarşıda-pazarda dolaşmaktan çekinenler de var.
“17/25 ortaya saçılınca artık açıktan yapıyoruz”
Basite irca etmeyin bunları. Zira dine karşı mesafe koymanın ilanı olan bu söyleme sebebiyet veren hadiseler, gazete manşetlerine yansıdığı kadarıyla sadece Ankara’daki üst düzey siyasi ve bürokratlar ya da büyükşehirlerdeki belediyelerle sınırlı değil. Aksine en küçük ilçeye kadar sirayet etmiş problemlerin neticesi. Alın size bir örnek. Karadeniz sahilinde yer alan küçücük bir ilçe belediye başkanının dost meclisindeki itirafı. “17/25 den önce belediyede ihale yolsuzluklarını, rüşvet alış verişlerini, adam kayırmaları gizliden gizliye yapıyorduk. 17/25 ortaya saçılınca artık açıktan yapıyoruz.” Arsızlık adına buz dağının görünen yüzünde küçücük bir parça bu itiraf. Daha neleri var kimbilir ve tahminim korku imparatorluğunun son bulacağı post-AKP dönemi başlayınca göreceğiz din merkezli tahrifatın derinliği ve genişliğini ve Tayfun Atay’ın çok ağır olduğunu benim de kabullendiğim teşbihiyle, dindar değil “dinbaz”ların gerçek yüzünü.
Şöhret, şehvet ve servet hayat tarzı oldu
Pekala, neden zor olacak ihya, ıslah, inşa ve ikame dönemi? Her şeyden önce gayr-i ahlaki, gayr-i insani ve gayr-i İslami dediğimiz söz konusu eylemleri meşru gören büyük bir kadro var ve bu kadro şu an itibariyle resmi ve gayri resmi biçimde devlet katmanlarının en etkin yerlerinde. Bazılarının “3 et” diye ifade ettiği “şöhret-şehvet-servet” ya da “masa-kasa-nisa” üçlemesi ile kısalttıkları tarz hem hayat stili hem statükoyu oluşturmuş onların zihinlerinde. Ne yazık ki bu durum devletin etkin yerlerinde konuşlanmış insanlarla sınırlı değil; aksine “yandaşlık siyaseti” nedeniyle en küçük ilçede en küçük esnafa kadar yayılmış ve sirayet etmiş. AKP yandaşı olmakla rakiplerini mali denetimlere boğan ve buradan kaynaklanan boşluğu doldurarak çapına göre büyük ve tabii ki haksız kazançlar elde eden esnafların had ve hesabının olmadığını bugün Türkiye’de yaşayan herkesin bildiği bir sır. Dolayısıyla tabandan tavana sirayetle yaygınlık kazanan ve sürecin uzunluğundan dolayı da kökleşen bu hali bertaraf etme, zihinlerde dini değerleri hatırlatarak bir değişiklik yapma çok zor.
Hatırlatmaya gerek yok dedim ama her Müslümanın tartışmasız bir şekilde kabullendiği en büyük değeri olan Kur’an’a “bakara-makara” tekerlemesiyle yapılan hakareti bile meşrulaştıran; yine tartışmasız bütün Müslümanların inandığı tevhit akidesine muhalif “Allah’ın vasıflarını üzerinde taşıyan lider” benzetmesine bile itiraz etmemek suretiyle kabullenen bir zihniyetten söz ediyoruz.
Burada bir başka zorluk AKP yandaşı olmayan ve öteden bu yana dine karşı mesafeli kesimlerin zihinlerindeki din ve dindar algısının tamirinde yaşanacak. Post-AKP dönemi her alanda çok zorlu geçecek vesselam.