AKP Neden Bu Hale Geldi?

ALİ ÜNAL
AKP, bilhassa Müslümanlar için tam bir laboratuvar. Yıllarca demokrasiyi şirk sayan; İslâm adına önlerine İslâm devleti hedefi koyup, cemaat ve tarikatları böyle hedefleri olmamakla ve “ABD, İsrail, düzen Müslümanlığı”yla suçlayan; “düzen, kapitalizm, Batı” karşıtlığı içinde ve bilhassa Hz. Ebu Zerr bayrağı altında hürriyet, adalet, İslâm birliği söylemleri ve insan hakları, emeğin kutsallığı, zulme başkaldırı iddialarıyla ortaya çıkan insanların, yalanlanmayan ve içeriden iddiaya göre bir Anglo-Saxon – İsrail projesi olarak iktidara gelmeleri; mevcut başbakan yardımcısına göre, “Harun gibi gelip Karunlaşmaları”; bu çerçevede tarihte emsali belki az veya yok yolsuzluk, rüşvet, ihalelere fesat karıştırma ve kara para soruşturmasının nesnesi olup, yine içeriden itirafla “kasa-masa-nisâ” üçgenine takılmaları; saraylarda itibar aramaları; göklere çıkardıkları bir hizmet cemaatini, haklarında söz konusu soruşturmalar açılıverince, şeytanın bile atamayacağı bir iftira ile terörist, faaliyetlerini terör faaliyeti olarak takibe alıp, dünya çapında bitirmeyi ana gaye yapmaları; defalarca önlerini kesmiş olan “derin yapı” ile anlaşıp, “Perinçek mevzîleri”ne gelmeleri ve ona “hayatının en mutlu anlarını yaşatmaları”, tabanlarının da birbirine tam ters yöneliş ve icraatlarında kendilerine destek olmaya devam etmesi, pek çok yönden araştırmalara konu ibretlik bir husustur.
Böyle bir savruluşun kanaat-i acizanemce birinci sebebi, İslâm’ı teorik bütünlüğü ve bu bütünlüğün günümüz şartlarına nasıl yansıması gerektiği konusunda kavrayamayarak, onu siyaset-devlet temelinde ele alıp, yanlıştan yola çıkmalarıdır. Onları böyle bir yanlışa iten de, esasen doğruyu takip etmeye nefislerinin elvermemesidir. Çünkü doğru çizgide İslâm’a hizmet, her şeyden önce nefse ve arzulara rağmen davranmayı, kendinden fedakârlığı; makam, mevki, maddî kazanç, şöhret gibi engellere takılmamayı, bilhassa dünya adına hiçbir beklentiye girmemeyi; ihlâs, samimiyet, saffet, enaniyetten arınmışlık, verebilme, itaat, adanmışlık ve aksiyonu gerektirir. Oysa din adına da olsa devlet/iktidar talebi, dünyada bir ücret talebidir. İkinci olarak, AKP çizgisi, İslâm adına müspet hareketi, yani tamir ve inşayı, dolayısıyla kendi yoluna muhabbeti değil; muhalefeti, karşıtlığı, başkalarına cephe almayı ve düşmanlığı benimsemiş ve bu çerçevede sloganik taraftarlık veya karşıtlık, bu çizginin en belirgin ve ancak nefsi tatmin eden vasıflarından olmuştur. Bu tavır ise, bilhassa İslâm adına, doğru adına sadece tahrip eder. Üçüncü olarak, AKP çizgisi, bürokrasiye yerleşmekle, “devleti ele geçirmek”le her şeyin hallolacağını düşünmüş, dolayısıyla bir inanç, fikir ve hukuk hareketi olamamış, kişileri hak değil, hakkı kişiler temelinde ele almaktan kurtulamamıştır. Dördüncü olarak, AKP, yıllarca horlanmış, Cumhuriyet eliti ve rejimin “sahipleri” tarafından istiskal edilmiş, genellikle fakir, gerekli ve gerektiği ölçüde sağlam din, ahlâk, ilim ve kültür eğitiminden geçememiş “Müslüman kitle”ye dayandığı için, bu tesirler altında kin ve düşmanlık biriktirmiş, ifratın tefriti doğurması kaçınılmazlığı içinde, düşmanı gördüğü Cumhuriyet eliti, rejimin “sahipleri” ve “üst sınıflar” karşısında kompleksten kurtulamamış, bunlar tarafından kabul görmeyi, bunlar gibi olabilmeyi izzet ve şeref vesilesi telâkki etmiştir. Dolayısıyla da, makam, mevki, zenginleşme, bürokrasiye yerleşme; gerçek seviyelerini, ruh portrelerini ortaya döküvermiştir. Vicdanlarında büyük ölçüde kendilerini mahkûm da etseler, mevcut hallerini nefislerine kabul ettirememeleri ve elde ettikleri menfaatleri kaybetmeme arzusu, yaşadıkları gibi inanmaya başlamaları, çizgilerinde ısrarın ve “Cemaat” karşıtlığının en önemli sebebidir.
Evet, çok su götürür bir hamura birkaç bardak su!