Anadolu ozanı Neşet Ertaş’ın vefatının 10. yılı anısına: Bu bir hasret ezgisidir garip Bülbül’e

Mehmet Akbaş

On yıl önce (25 Eylül 2012) hayatını kaybeden ünlü sanatçı Neşet Ertaş, halk müziğimizin büyük ustası. Sevenleri ve müzik otoriteleri tarafından birçok unvan verilir O’na ama hiçbiri abide hayatının içini dolduramamıştır. Bozkırın Tezenesi, Garip Bülbül, Türkülerin Babası ve daha birçok lakap ile anılan büyük ustaya en çok kendi kullandığı ‘Garip’ mahlası yakışır aslında.

ONU EN İYİ ANLATAN MAHLASI ‘GARİP’TİR

1957 yılında ilk plak kaydını, babası Muharrem Ertaş’a ait olan “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül’’ ismiyle çıkarır. Türkünün adını taşıyan bu soruyu kendine sorar sanki Usta. Gariplik peşini hiç bırakmaz ve son nefesine kadar da bırakmayacaktır. Sazı eline aldığı çocuk yaşlarından beri garip bir bülbül gibi dertli dertli öter durur, ömrünün sonuna kadar da hep böyle seslenecektir yalan dünyaya. Her haliyle tam bir gariptir O. Kabalalıklar içindeyken de, kırık bir gönülle yurtdışında bilinçli bir yalnızlığı tercih edip unutulmak için bir kenara çekildiğinde de tam bir gariptir.

“1938 yılı, cihane
Kırşehir’inin Kırtıllar köyünde geldin dediler
Babama Muharrem, anama Döne
Dedim ‘Sen atayı bildin’ dediler…”

Kendi ağzından şiire döktüğü hayatı; inişler, çıkışlar, aşklar, sevdalar ve hayal kırıklıkları, gurbet ellerle birleşince ülkenin yüzlerce yıllık türkü geleneğinin zirvesine taşıdı Neşet Ertaş’ı. 

HEP DÜNYAYA ‘AŞK’ İLE BAKTI

Halinden dilinden anlayanı çok yoktur. Çünkü Büyük Ozan dünyaya aşk ile bakar, can’a bakar, öze bakar. O’nun için canlılar içinde, türün; insanlar içinde kimliğin, rengin, makamın, rütbenin, sosyal sınıfın, ırkın, sağcının, solcunun bir hükmü yoktur. O, insandan önce cana bakar, rütbeden önce insana ve öz’e bakar. Bu özellikleri üzerinde daima bir nişan gibi taşıyan Koca Çınar’ın ‘Garip’ makamında bulunması, özellikle son dönemde yukarıda saydığım olgularla çok içli dışlı bir toplumda, kaçınılmaz bir rütbeydi elbette.

NE SAHNE IŞIKLARI, NE ALKIŞ SESLERİ ÖZÜNDEN KOPARAMADI

Hayatında hiçbir zaman beklentiye girmedi, kimseye de ‘eyvallah’ etmedi. Ne sahne ışıkları, ne alkış sesleri, ne sloganlar özünden koparamadı. Sahneye çıkar sanatını icra eder, sözlerini dillendirir, kendi deyimiyle bestelerini havalandırır. Ve söylediği tek bir cümle vardır; “Ayaklarınızın türabıyım, gönüllerinizin hizmetçisiyim…”

En güzel övgü sözlerini duysa bile hiç üzerine alınmaz hali hep aynıdır, duruşunu hiç değiştirmez. Çünkü Neşet Ertaş ’a göre hiçbir güzel haslet insanın değildir, her şey Hak’tandır, insanın olan sadece emeğidir. Bunu bilir ve gönlünün ilhamlarını emeği ile birleştirir, gösterişsiz saf ve duru bir hayat yaşadı hep. Bazen katıldığı bir programda saygısına, beyefendiliğine mukabele görmez, ama o yine değiştirmez duruşunu; edep, saygı ve sevgi eker etrafına. İster en övgülü sözlere muhatap olsun, ister en ham davranışlarla mukabele bulsun, hep ‘Gariplik’ makamındadır.

BABASI İLE İLK KEZ TERS DÜŞER!

Garip Bülbül, gönlünü bir Leyla’ya kaptırır ve evlenmeye karar verir ama ‘aynı ruhtanız’ dediği babası Muharrem Usta karşı çıkar bu evliliğe. Yine de evlenir. İlk defa ters düşer dostu, yoldaşı, babası, dertdaşıyla. Olaylar babasının nasihatleri doğrultusunda gelişir. Yaklaşık 10 yıl süren evlilikten 3 evlat dünyaya gelir ve ayrılırlar. Bu ayrılık onu çok yaralar ve unutulmaz eserler vermeye başlar.

Besteleriyle Türk Halk Müziğine dev eserler verdiği gibi. Şiirleriyle de edebiyatımıza muazzam pencereler açar. 500’den fazla türkü bıraktı geride ama en çok Leyla’ya olan aşkını anlattığı türküleri dillere pelesenk oldu..

İlk dönemlerinde dünyanın rengine aldanır. Gönül dağı yağmur yağmur boran olur. Can özünden gizli gizli seller akar. Kalpten kalbe giden görünmez sevgi yolu gizli gizli keşfedilir ve onun garipliğinde çok sırlar saklanır yalnız dostların anladığı.

Gönlünce olacak sandığı dünya artık yalandır gözünde ve hep bunu dillendirir, yalan dünyanın geçici hallerine nimetlerine kaptırmaz gönlünü. Halden anlayan bir dost yüreğin dediği gibi Neşet Ertaş, birçok edebiyatçının ciltlerle anlatmak istediği şeyi bir satıra, bir dörtlüğe sığdırır. Anlayan anlar onu oturmasına, kalkmasına, konuşmasına, bakmasına sinmiş garipliğinde. Ve böylece gelir geçer dünyadan. Ona yakılacak söz çok amma ne söylense eksik kalır…

Cümle cümle hece hece, Dost sevgi eker.

Hasret makamında, gönül Dost çeker.