Trump’ın başkan seçildiği 2016 yılından beri, onun temsil ettiği sağ popülist strateji ve mobilize ettiği kitleler/toplumsal kesimler hakkında çok şey yazıldı. Pippa Norris ve Ronald Inglehart The Cultural Backlash: Trump, Brexit and Authoritarian Populism başlıklı kitaplarında kaybolan (kültürel) ayrıcalıkları restore etme talebi ile dünyanın pek çok yerinde sağ otoriter popülizmin güçlendiğini gösterdiler. Bir yandan değerler bütün dünyada büyük bir hızla değişiyor ama öte yandan kuşaklar arasındaki değer farkı aynı hızla artıyordu. Hızlı kentleşme, gelir dağılımının bozulması, ekonomik eşitsizlik, artan güvencesizlik, siyasal parti sisteminin yükselen talepleri karşılamaktaki yetersizliği, sol partilerin geliri bölüşme yerine kimlik taleplerine öncelik vermesi, artan kutuplaşma gibi faktörlerin bu yazının başlangıcında sorduğum “neden insanlar bunca başarısızlığa rağmen” hâlâ Trump’a oy vermeye devam ediyor sorusunun yanıtı olabileceğini öğrendik. Küresel sistemik bir krizin ağırlığı altında bu yanıtlardan bazıları bazı zamanlar ve mekânlarda daha çok öne çıktılar.
Son dört yılda çok şey öğrendik. Ama belki de hâlâ eksik olan ne hissedeceğimizi ve bu yükselen dalga ile nasıl baş edeceğimizi bilmiyor olmamız. Bir salgının ortasında maske takmamayı özgürlük sanan, yüzbinlerce ölüm karşısında bile virüslerin uluslararası şirketlerin uydurması olduğuna inanan, eline fırsat geçtiği anda her tür özgürlüğü kısıtlayabileceğine inanan, cinsiyetçilik ve ırkçılığı önemli değerler olarak kucaklayan “ötekiler” karşısında ne hissetmeliyiz?
Her şeye rağmen Trump vb.lerine oy verenlerle bu dünya üzerinde paylaştığımız güvencesizlik üzerinden bir dayanışma hattı kurabilir miyiz?
Umudu kültürel restorasyon talebi dışında başka alanlarda yeşertebilir miyiz?
Hiç kimsenin kendi ülkesinde (belki bu dünyada) yabancı olmayacağı bir siyasal sistem tahayyül edebilir miyiz?
Sadece kaynakların değil saygınlık ve gücün farklı gruplara adil bir biçimde dağıtıldığı bir düzen mümkün müdür?
Yoksa artık ayrı dünyalara sahip olduğumuzu kabul etmenin zamanı mı geldi?
Bu sorular bugün Trump’a kimler oy veriyor diye sormaktan çok daha acil. Bu kutuplaşmış dünyada ekonomik yeniden dağıtım üzerinden kesişen dayanışma hatlarını yaratmak, karşılıklı saygıyı ve demokratik normları yeniden canlandırmak zorundayız.
Ekonomik yeniden bölüşüm biçimlerini olduğu kadar, geleneksel ayrıcalıkları geri yükleme taleplerini dışlayan ama farklı grupların sosyal kimlik ve özsaygı haklarını dikkate alan kültürel modernliğin yeni biçimlerini tahayyül etmek zorundayız.
Bugün daha fazla empatiye ya da daha çok öfkeye değil, daha fazla siyasete ihtiyacımız var. Dindar, beyaz, erkek, (eski) sendikalı işçilerin ayrıcalık kaybından kaynaklı öfkelerini gerçek kabul eden, ama cinsiyet ve ırk eşitliğinden, laiklik ve demokratik normlardan hiç ödün vermeyen bir siyasi çerçeveye ihtiyacımız var.