2018 yılında Harun Ataç çalışmakta olduğu özel yurtta gözaltına alınmıştı. FETÖ soruşturması kapsamında “örgüt üyeliği”nden yargılanacaktı.
Eşi Zekiye Ataç da aynı zamanda gözaltına alınmış, yurt dışı yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.
O günlerde altı yaşında olan Ahmet’e kemik kanseri teşhisi kondu.
Tedavinin Türkiye’de devam etmesi imkânsız görüldü, Almanya’ya gidilmesi gerekiyordu.
Annesi yasaklı olduğu için babaannesiyle gitti Ahmet tedaviye.
Oldukça zor ve ağır bir tedavi görürken annesini istedi yanında.
İzin verilmedi.
Tedavinin ilk safhası bittiğinde her çocuk gibi annesinin yanında olmak istedi, döndü.
İkinci safha için anne şartı koydu Ahmet, “Annem yoksa gitmeyeceğim” dedi.
İzin vermediler.
Sosyal medyada kampanyalar başladı; aktivistler, insan hakları savunucuları konunun takipçisi oldu ve güç bela annenin yasağı kaldırıldı.
Aradan uzun bir zaman geçmişti ve Almanya’daki doktorlar Ahmet’in değerlerini beğenmemiş, geç kalındığını, tedavinin sonuç vermeyeceğini, aksine sadece Ahmet’i daha çok hırpalayacağını söylemiş ve geri göndermişti.
Yeni bir kampanya başlatıldı.
Kanserle mücadelede moral çok önemliydi ve artık sekiz yaşında olan Ahmet’in en çok istediği şey babasını görmekti.
Cezaevinden özel izin istendi.
Ahmet babasını görsün diye.
Belki bir umut, moral ve motivasyonla Ahmet’in değerleri iyiye doğru dönerdi.
İzin uzun uğraşlar sonunda geldi, Ahmet babasını gördü.
Kimse bilmiyordu ama o son görüşüydü.
Aradan bir süre geçti.
Artık durumu iyice ağırlaşan Ahmet o süreyi, yanında annesiyle hastanede geçirmişti.
Çarşamba gecesi Ahmet’in doktoru cezaevi savcısıyla iletişim kurdu, durum anlatıldı. Ahmet kötüydü, her an daha da kötüleşebilirdi, baba acilen gelmeliydi.
Savcı bir süre düşündü ve cevabını verdi; “Hayır, ancak sabah gelebilir” demişti.
Ve günlerdir hasta yatağında babasını sayıklayan Ahmet ölmüştü.
Altı yaşında başladığı acı, özlem ve kahır dolu bu yolculuk sekiz yaşında son bulmuştu.
Devlet yine rolünü kötü adamlıktan yana seçmiş ve vicdanlarda yaratacağı yarayı önemsememişti.
Açık konuşalım, Ahmet’in babasına atfedilen suç doğrudur/değildir konumuzla yakından uzaktan ilgisi yoktur.
En basit anlatımıyla…
Bir çocuksa mesele orada her şeyden önce vicdan, orada hak, orada merhamet devreye girmelidir çünkü çocuk gelecektir.
Gelecekten ne bekleniyorsa çocuklara da o verilir.
Tuğçe Tatari’nin kaleme aldığı yazının tamamı için linke tıklayabilirsiniz.