Bir Yönetim Modeli Olarak “Rüşvet Devleti!”

Yorum | Naci Karadağ

Levent Kazak ülkenin kıymetini pek bilmediği senaristlerden. Onun senaryosunu kaleme aldığı “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” çok katmanlı yapısı, ince işçiliği ve muazzam emek harcanmasına rağmen, belli bir ruhu yakalayamamanın kurbanı oldu, hak ettiği ilgiyi görmediği gibi, Türk sinemasının sulu zırtlak komedileriyle aynı rafı paylaşma talihsizliğini yaşadı.
Film, kozmopolit bir toplumun, aşiretten devlete geçiş sürecini minimal örneklerle ele alırken enfes ayrıntılarla bezenmiştir.
Bunlardan biri de “Rüşvet” kavramıdır…


Demokrasisi çürük, adalet sistemi yamuk ekonomik durumu perişan ülkelerde hukuku işletmek yerine rüşvet vererek, mafyöz yöntemlerle eğitimci kaçırmanız ülke içinde “Vay be Reis yine paketlemiş” övgülerine sebep olabilir ama tüm özgür dünya nezdinde sizin uluslararası bir rüşvetçi ve çeteci olduğunuzun kanıtıdır!

Zamanla Osmanlı’nın iliklerine kadar sızan bu ölümcül virüsün dip koçanını görmek için Orhan Gazi dönemine kadar gitmek gerekiyor.

Levent Kazak, filmde Kadı Pervane’yi konuşturur:
“Arap ülkelerinde teze bir fikür vardır; adı rüşvettür.” İlk kez duyulan kelimenin anlamını da açıklıyor sonrasında, bakalım bu rüşvet neymiş:
“Her kim kiş işü dövlete düşer üse işini yapturmağ içün vireceğü paradur. İş ne kadar zor üse rüşvet o kadar büyür. Röşvet ilen halledülmez iş kalmaz. İcabında Cenk iderken kılıcun açamadığı kapıyu rüşvet açar.”
Kadı Pervane aslında olaydan iki yüz yıl önce yaşayan Muinüddin Süleyman ise de senarist, birbirine yakın bu iki kişiliği tek karakterde birleştirmiştir. Bunu yaparken şüphesiz epey kaynak taradığı belli. Zira filmin konuşma dili ve ağzı bize “Rüşvet” konusundaki temel referans hakkında önemi bir ipucu verir: Aşıkpaşazade…
Aşıkpaşazade Derviş Ahmed 1393’te Amasya’da Elvan Çelebi köyünde doğmuştur. Tasavvuf şairi Aşık Paşa’nın torun çocuğu olduğu için “Aşıkî” mahlasını kullanmıştır.1413 yılında hastalanıp Orhan Gazi’nin imamının oğlu Yahşi Fakih’in evinde kaldığında Yıldırım Bayazıd’a kadar yazılmış bir Osmanlı tarihini okuması, kendisini bu işe vermiştir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan vefat ettiği 15. yüzyıl sonlarına kadar yaşanılan olayları anlatan “Tevarih-i Al-i Osman” isimli önemli eseri yazmaya başladığında 86 yaşındaydı. Yazdığı bu ilk Osmanlı tarihi kitabı görgü tanığı anlatımları ya da bilgin kişilerin anlatımları olması dolayısıyla, Osmanlı tarihinin ilk dönemlerini anlatan en önemli birincil kaynak arasındadır. Aşıkpaşazade’yi önemli yapan bir diğer husus ise ilk Osmanlı tarihçileri arasında yer alan Orhan Gazi’nin imamı İshak Fakih’in oğlu Yahşi Fakih’in 14. yüzyıl olaylarını kaleme aldığı eserinden faydalanmış olmasıdır.
Ve bizim yazımızla ilgili olan kısmı ise Derviş Ahmet’in “Rüşvet” kanserini ilk keşfeden isimlerden olmasıdır. Bunu da kaleme aldığı eserde anlatarak bu tehlikeye karşı üzerine düşeni yapmıştır.
Daha o dönem rüşvetçi hâkimlerden bahseder Derviş Ahmed. Aktardığına göre Anadolu ve Rûm-ili’nde 80 tane “Kâdi-i zalim” vardır.
Tevarih-i Al-i Osman’da günümüze benzer çok enteresan ayrıntılar mevcuttur. Mesela bunlardan biri nüfuzlu kişilerin oğullarını askere yazdırırken rüşvet vermeleri ve torpil yapmaları. Aynı kaynak Çandarlı’nın milletin malına mülküne nasıl çöktüğünü ve ağır vergilerle devleti nasıl daha kurulurken tükenme noktasına getirdiğini şahitleriyle aktarır.
Derviş Ahmed Aşıkî’nin bu konudaki en temel tespiti şudur: “Osmanlı’ya rüşvet virüsünü bulaştırıp yaygın hale getirenler Türkmen baba ve Dervişleri değil, Acem-Arap kökenli din âlimi kisveli şahıslardır. Bunlar kendilerince kısa süre içerisinde bir “Molla/din adamı bürokrasisi” oluştururlar.”
Devlette çürüme böylece daha kurulurken başlamış olur.
Levent Kazak’ın senaryosunu yazdığı filmde Kadı Pervane’yi Çandarlı Halil olarak görürüz. Kadı Pervane hazinenin başına getirildiği şed kuşanma merasiminde yapar bu konuşmayı.
Tarihsel gerçekle ne derece uyumludur araştırmadım açıkçası ama popüler tarih dergilerinden birinde okuduğum kadarıyla Çandarlı’nın İstanbul’un Fethi’nde de “Rüşvet” silahını kullandığını okumuştum.
Filmin o kısmı şöyle, izleyin isterseniz.
https://www.youtube.com/watch?time_continue=6&v=sn7WF6_CoE4
Aslında bu perspektifle bakıldığında onu kullananlar için “Rüşvet” toplumları çürüten gayr-ı ahlaki bir yöntem değil, aksine devleti hızlandıran ve işleri yoluna koyan faydalı bir icattır.
Sanırım günümüz Tayyip Erdoğan rejimi de böyle inanıyor.
Öyle olmasa Hayrettin Karaman rüşvete cevaz vermezdi sanırım. Abdest alırken serçe parmağının arasına su gelmedi diye ödü kopan, iki büklüm olup parmak arasını dakikalarca ovalayan bir din adamının böylesi bir ahlaksızlığa durduk yere “olur” vermesinin başka mantıklı izahı olamaz zaten!
Haram yemek, yemeyi alışkanlık haline getirmek ve haram bağımlısı olmak; enteresan bir durumdur…
Suç çetelerinde, bir adayı çeteye üye yapmak için öncelikle suç işlettirildiği en eski gelenektir. Haram işlerinde de böyle sanırım. Harama bulaştırdıktan sonra o kişiye istediğinizi yaptırmak çok kolaylaşıyor anladığım kadarıyla.
Normal zamanda ahlaklı, vicdanlı zannettiğimiz pek çok insanın bir anda otoriteyi ve ahlaksızlığı savunur hale gelmesindeki temel motivasyonun bu olduğuna inanmaktayım. Yoksa Hülya Koçyiğit gibi (Tamamen örnek olsun diye yazıyorum, kişisel bir husumetim yoktur) her filmiyle gözlerimizi nemlendiren birinin bu tür toplara girmesinin ne gibi bir mantığı olabilir ki?
Recep Erdoğan ve çevresi özellikle 17/25 Aralık’ın vatan hainleri tarafından seçilmiş hükümeti düşürmek için hazırladığı bir komplo olarak görüyor.

Ancak, bugün yaşananlara ve artık ülkenin dümeninde kayıtsız şartsız tek başına oturmuş olan Erdoğan tarzı yönetime baktığımızda rüşvet hiç de öyle ayıplı bir mal ve yöntem değildir. Yemek ve yedirmek devlet yönetiminde son derece normaldir. Belki de bu yüzden en son Putin ve Ruhani toplantısında tüm katılımcılar masadaki ikramlara elini bile sürmezken, kendisi rahatlıkla bir tabak kuruyemişi gömmüştür. (burası işin mizahı)
Bir devlet başkanının böylesi beynelminel toplantılarda daha dikkatli olması gerekmez mi? Mesela, Putin ABD ziyaretinde uzatılan suyu içmediği gibi Trump ile görüşen Putin, görüşmenin ardından Fox News’te gazeteci Chris Wallace’ın kendisine uzattığı dosyayı almamış ve sehpaya koymasını işaret etmişti.

Başkalarının bu kadar hassas olduğu ortamlarda bizimkilerin rahatlıkla yiyip içmesi, bu alışkanlığın bir karaktere dönüştüğünün de göstergesi olsa gerek!
17/25 Aralık süreci ve sonrasında rüşvet, adam kayırma, irtikâp, para cukkalama gibi iddiaları şiddetle reddeden Erdoğan ve yönetiminin, bugün uluslararası tüm icraatlarda rüşveti bir yöntem olarak kullanmasını nasıl izah edeceğiz?
Halkbank Müdürü Süleyman Bey’in ve Zarrab’ın ‘hayırsever’ olduğunu ileri sürenlerin, Hakan Atilla ve Zarrab’ı kurtarmak için davanın savcısı başta olmak üzere, hapishane müdüründen gardiyana, hâkimden devlet Başkanı Trump’a kadar rüşvet teklif etmesi neyin göstergesidir?
Siz böyle rüşvetle iş yürütmeyi devlet politikası haline getirirseniz, elin oğlu “Bizde yargı bağımsızdır, bu ülke hukuk devletidir” masallarınıza inanır mı sizce?
Demokrasisi çürük, adalet sistemi yamuk ekonomik durumu perişan ülkelerde hukuku işletmek yerine rüşvet vererek, mafyöz yöntemlerle eğitimci kaçırmanız ülke içinde “Vay be Reis yine paketlemiş” övgülerine sebep olabilir ama tüm özgür dünya nezdinde sizin uluslararası bir rüşvetçi ve çeteci olduğunuzun kanıtıdır!
Reuters’te yayınlanan bir röportajı hatırlıyorum. Avrupa’da yaşayan bir öğrenciye Tayyip Erdoğan denilince aklınıza ne geliyor sorusuna şu ibretlik cevabı vermişti: “Rüşvetlerin Efendisi!”
Siz istediğiniz kadar ahlaktan, Allah’tan, dinden, ümmetten filan bahsedin, her öğretmen için “1milyon TL”  ödediğinizi öğrenen batı medyası bunları yutar mı zannediyorsunuz?
Herkesi kör, alemi ahmak mı zannediyorsunuz ki, rüşvetin adını “Çikinova” yapınca kimse fark etmeyecek diye bekliyorsunuz.
“Bir referans mektubu için 100 bin dolar ödedim, baktım başa çıkamıyorum artık onların imzasını taklit etmeye başladım” itirafını yapan Zarrab en az sizin kadar “Hayırlı”dır emin olabilirsiniz!

Rüşvet yiyip yemediği liderlerin oturduğu masadaki fındık fıstık tabağına yumulmasından bile aşağı yukarı belli olan, kendisinin masum başka ülkelerin suçlu dediği Zarrab gibi isimleri hukuk yoluyla değil, rüşvet ve şantaj yoluyla geri getirebileceğini zanneden, bu kadar sıkıntı, problem ve yokluk içinde milyonlarca dolar harcayarak masum eğitimcileri rüşvet karşılığı getiren birinin aklı başında hiç kimseyi dürüstlüğüne, rüşvetçi olmadığına ve adil olduğuna inandırması mümkün değildir.

Hele bu saatten sonra hiç değildir.
Çandarlı gibi rüşveti bir devlet yönetme modeli olarak artık kalıcı hale getirmiştir çünkü.
Kimse kalkıp da herkesi ahmak yerine koyup, “Ne rüşveti, kim?” filan diyerek artistlik yapmasın bence!
Dünya tarihinde ilk kez bir ülke rüşveti resmi bir politika olarak uyguluyor ve bu gurur Erdoğan ve çetesinindir!
Mübarek olsun!
(TR724)