Yurt Dışındaki Askerler, 15 Temmuz Sonrası Türkiye’ye Neden Dönmedi?

NATO’da görevliyken yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Ankara’ya dönen ve tutuklanarak 16 ay hapis yatan Türk subaylarından Cafer Topkaya, sürekli gündeme getirilen ‘Yurt dışındaki askerler, 15 Temmuz sonrası Türkiye’ye neden dönmedi?’ sorusuna tarihi iki anektot ile cevap cerdi.
Cezaevinden tahliye edildikten sonra ailesinin yaşadığı Brüksel’e dönen Topkaya, ”Yoğun olarak yurt dışına çıkışımı sorgulayan mesajlar alıyorum. Silah arkadaşlarımın tweetlerinin altında da neden Türkiye’ye dönmediklerini sorgulayan saldırgan yazılar görüyorum. Gerçekten öğrenmek isteyenler olabileceği düşüncesiyle kısa bir izahta bulunacağım müsaadenizle.” notuyla Twitter hesabından şunları paylaştı:
Efendim, devlette devamlılık esastır. TC, Osmanlı’dan sağlam bir devlet kültürü tevarüs etmiştir. O Osmanlı ki, başkenti işgal altındayken, 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan M.Kemal Paşa’nın refakat ve maiyetinde bulunanların tahsisat ve harcırahlarını hesap edip karşılıyordu.
Paşa’nın, eşkıya takibi vs. vazifeleri de yapması gerekeceğinden, fevkalade masrafların ortaya çıkması ihtimaline binaen kendilerine maaşlarının yarısı kadar bir zam yapılması Harbiye Nazırı Şakir Paşa tarafından uygun görülüp ödeme yapılması Maliye Nezareti’ne bildirilmişti.
Ve Gazi Samsun’a çıktıktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 9 Aralık 1917’de Kudüs’ten çekilir Osmanlı. İngilizlerin de onayıyla 53 neferden oluşan küçük bir artçı bölük bırakılır geride. Kolağası Mustafa Efendi, “buralar size emanet” der İstanbul’a dönmesi emredildiğinde.


Gazeteci İlhan Bardakçı 1972’de Kudüs’ü ziyaret ederken Mescid-i Aksa’nın avlusunda, yamalı elbiseleri içinde kalpaklı, ihtiyar bir çınar görür. Rehber “Her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Meczup bir ihtiyardır” der.
İlhan Bey yaklaşıp selam verince canlanır ihtiyar: “20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan!” Seneler içinde arkadaşları bir bir vefat etmiştir. O ise nöbetine tek başına da olsa devam etmektedir.

“Sana bir emanet var oğul” der ayrılırken. “Tokat sancağına yolun düşerse, beni nöbetçi bırakan kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki, Iğdırlı Onbaşı Hasan, bıraktığı yerde nöbetinin başındadır. Hayır dualarını beklemektedir.”
Türkiye’ye dönünce Devlet’in arşivlerinden (ki o arşivler çok sağlamdır; bugüne değin çoklarının canını çıra gibi yakmıştır ve dahi yakmaya da devam edecektir), Kolağası Mustafa Efendi’nin izini bulur İlhan Bardakçı, ama vefat edeli yıllar olmuştur…
Aradan yıllar geçer. 1982’de Kudüs’teki rehberden tek cümlelik bir telgraf alır: İlhan Bardakçı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün vefat etti.”
Hikâye çok… Yine aynı tarihler. Yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin Hâriciye Nezâreti, Nisan 1914’te Johannesburg Başkonsolosluğuna, eski Umur-u Mülkiye Müsteşarı Şerif Bey’in torunu, Adliye Nezareti Başkâtibi Rauf Beyin oğlu Mehmet Remzi Bey’i tayin eder.

Remzi Bey göreve başlarken Cihan Harbi patlak verir. Osmanlı, Güney Afrika’ya hâkim olan İngiltere’nin karşısındadır. İngiltere Konsolosluğumuza el koyar; Mehmet Remzi Bey’i eşi ve iki çocuğuyla birlikte sokağa atar.

Diplomatik dokunulmazlığı olduğu halde esir muamelesi yapılır, İstanbul’a dönmesine izin verilmez. Parasız-pulsuz, evsiz-barksız ortada kalmıştır daha düne kadar Devlet-i Aliye’nin Başkonsolosu olan Mehmet Remzi Bey. Çileli, zor günler başlamıştır.
Mehmet Remzi Bey’in durumunu, bağlı bulunduğu Hariciye Nezareti Müsteşarlığı 16 Ekim 1915 tarih ve 72623/321 sayılı yazısıyla Başvekil Talat Paşa’ya arz eder, 1 yıl kadar sonra…
“İngiltere Hükümeti ile münasebetlerimizin kesilmesinin ardından, yerinde alıkonulmuş olan Johannesburg Başkonsolosu Remzi Bey’in uğradığı müşkülat dikkate alınarak maaşlarıyla birlikte konsolosluk tahsisatının da ödenmesi kararlaştırılmıştı.
Tahsisatın ödenmesiyle ilgili emri kabul eden Dîvân-ı Muhâsebat, yaptığı incelemede Remzi Bey’in konsolosluk işleriyle ilgilenemediği cihetle tahsisat gönderilmesinin caiz olmayacağını ileri sürerek verilen ödeme emirlerini Hariciye Nezareti’ne iade etmiştir.
Konsolosluk Nizamnamesinin 16. maddesine göre konsolosların savaş çıkması ve sair zorunlu durumlarda bulundukları memuriyeti terk ve tatil ettikleri takdirde Hariciye Nezareti emri altında bulunacaklarından maaşlarının ödeneceği yazılıdır.
Hâlbuki Mehmet Remzi Bey İngiliz Hükümeti’nce alıkonulduğu için geri dönmesi elinde olmadığı gibi, ona gönderilecek tahsisatı konsolosluk işlerinde kullanması da beklenemez. Remzi Bey alacağı tahsisatı kapalı olduğu için muhakkak ki konsolosluğa harcayamayacaktır.
Ancak konsoloslukta kalmasına müsaade edilmediği için ayrı bir ikametgâh bulması vs. için bu paraya ihtiyacı vardır. Remzi Bey’in müşkülatına son vermek, çok zaruri hale gelmiştir. Durumun Şura-i Devlette görüşülmesi arz olunur.”
Şura-i Devlet 2 ay sonra, 15 Aralık 1915’te, toplanır. Remzi Bey’in durumunun Nizamname’nin 16. maddesine uymadığı, ancak cebren tutulduğundan, zarurî ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için maaşı dışında para gönderilmesinin zarurî olduğu kabul edilir.
Buna rağmen Hükümet bu parayı Maliyeden vermeyerek kendisinden para isteyen Hariciye Nezareti’nin münasip miktar para göndermesini kararlaştırır. Devlet-i Aliye’nin tahsisatı kendisine ulaşmadan, 14 Şubat 1916’da vefat eder bu değerli diplomat.
Mezar taşının bir yüzünde Osmanlı’nın ay-yıldızı vardır. Diğer yüzünde ise ‘Bugün benim burada ölü olarak bulunduğuma şaşırma. Yarın sen de nasıl olsa benim gibi olacaksın.’ yazılıdır. 100 yıl sonra biz de onun gibi olduk.

Devletin kılcal damarlarına sızan bir ihanet şebekesi ülkeyi esir aldı. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edildi, bütün tersanelerine girildi, bütün orduları dağıtıldı ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edildi.
Bizler, Devlet işgale uğrayıp hukuki ehliyetini yitirmeden önce görevlendirdiği gurbet ellerde kaldık. Devlette devamlılık esastır. Iğdırlı Onbaşı Hasan, Başkonsolos Mehmet Remzi Bey gibi son görev emirlerimize sadakat içinde bekliyoruz. Durum bundan ibarettir efendim.