Bizi O Gemiden Attınız

Yorum | Alper Ender Fırat

Yok biz aynı gemide değiliz. Siz o gemiden bizi attınız. Hem de denizin tam ortasındayken, hunhar bir şekilde sulara attınız. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç demeden insanlıktan çıkarak sulara bıraktınız. Çocuklarımız boğuldu, erkeklerimiz biçare kaldı, kadınlarımız denizin tam ortasında kollarının gücü bitene kadar bebeklerini taşımaya mecbur kaldı. Taşıyamaz hale gelince de bakmaya bile kıyamadıkları emanetlerini kendi canlarıyla birlikte her şeyin tek sahibine tekrar teslim ettiler. Hepiniz de seyrettiniz.
Oysa siz de çok iyi biliyordunuz ki onlar, bütün bir hayatlarını o geminin selametine vakfetmişlerdi. Her zaman iyilik söylüyor, kötü olanı ikaz ediyorlardı. Her daim iyilik yapıyor, her zaman iyilik için yaşıyorlardı. Hepiniz tek tek şahittiniz buna. Tek suçları gemiyi zalimce yöneten şebekeye böyle yaparsanız gemi buzdağlarına çarpar ve batar diye ikaz etmeleriydi. Geminin çocukları iyi yetişsin diye gecelerini gündüzlerine katan öğretmenlerdi onlar. Kermes düzenleyip yoksula el uzatan hacı teyzelerdi. Elinden hep iyilik gördüğünüz yan komşunuzdu. Her şeyinizi emanet ettiğiniz ‘Emin’ olanlardı.
Gemiyi ele geçiren hırsız bir şebeke ibreti alem olsun diye onları toplayıp denize attığında kiminiz zevkten, kiminiz korkudan, kiminiz mıymıntılıktan, kiminiz eyyamcılıktan, kiminiz sütü bozukluğunuzdan, kiminiz incik boncuğunuzun cazibesinden ses etmeyip seyrettiniz.
Seyrettiniz ama sanır mısınız ki bunlar yanınıza kalacak?
Hepinizin bildiği bir hikayedir ama yeniden hatırlamakta fayda var:
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.

Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…
Saç, sakal, bıyık, kaş. ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının saç kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
“Kabak aşagı, kabak yukarı.”
Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına saplanır.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyari sorar:
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..
Evet ve elbette kabağın sahibi var, mazlumun sahibi var, Meriç’te, Ege’de öldürdüğünüz bebeklerin, biçare bıraktığınız gencecik annelerin, lohusa kadınların sahibi var. Yanınıza kalır mı sandınız, yanınıza kalır mı sanıyorsunuz. Biz hakkımızı helal etsek de ‘Ya Müntakim’ yanınıza bırakır mı sanıyorsunuz!
(TR724)