Türk basınının duayen ismi Hasan Cemal “Meslektaşlarım, dostlarım gazetecilik yaptıkları için, yazı yazdıkları için, bir iktidarı eleştirdikleri için yargılanıyorlar” dediği Çağlayan Adliyesi’ne gitti ve Zaman Gazetesi Davası‘nı T24 için yazdı.
“Çağlayan‘da geçirdiğim iki uzun günün sonunda cuma akşamı çıkan mahkeme kararları…
Bir yanda sevinç çığlıkları…
Ali Bulaç‘a tahliye…
22 aydır hapis yatan Ali Bulaç’ın üç kızı göz yaşlarıyla birbirlerine sarılıyor.
Şahin Alpay‘ın ev hapsi kalkıyor.
Oğlu Acar ve torunu Defne, sevgili Şahin’i sevinçle kucaklıyor.
Gazeteci Hasan Cemal T24 için kaleme aldığı yazıda Çağlayan Adliyesi’nde yargılanan meslektaşlarını yazdı: “Cuma akşam vakti Çağlayan’dan çıkarken, yaşlıca bir kadın yanıma geliyor, “Kocaman yer, adı Adalet Sarayı ama adalet yok!” deyip uzaklaşıyor.”
Diğer yanda hüzün…
Hukuk katledildiği için yaşanan hüzün…
Adalet duygusu yerle bir edildiği için yaşanan hüzün…
Ahmet Turan Alkan‘a, Mustafa Ünal‘a, Mümtazer Türköne‘ye tahliye yok.
Yüzlerde sevinç ve hüzün içiçe.
Bu çileden nasıl kurtulacak Türkiye?..
Akşam vakti Çağlayan’dan çıkıyorum.
Yağmur yağıyor.
Perşembe sabahı gelirken de hava yağmurluydu, kasvetliydi.
Bir yer, bir köşe bulup adliye koridorlarında geçen şu iki uzun günün kısa hikâyesini yazmalıyım.
Neden?
Mecbur musun?..
Evet mecburum.
Her şeyden önce gazeteciyim.
Ayrıca meslektaşlarım, dostlarım gazetecilik yaptıkları için, yazı yazdıkları için, bir iktidarı eleştirdikleri için yargılanıyorlar.
Üstelik darbeci diye, terörist diye yargılanıyorlar.
Akıl alır gibi değil.
Bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa sonuna kadar karşı olduğum için de yazmaya mecburum bu iki günü kısaca…
Bir yakınma:
Duruşmalar hiç zamanında başlamıyor.
Perşembe sabahı 10’da demişlerdi, 11.30’da başladı. Cuma günü 10.30 dediler, 12’ye doğru salona alındık.
Hep böyle.
Yani eziyet daha adliye koridorlarında hissedilmeye başlıyor.
Ama asıl eziyetin ne olduğunu savunmalarla birlikte anlıyor insan.
Türkiye’nin hukuktan nasıl uzaklaştığı o zaman çok daha iyi anlaşılıyor.
22 aydır demir parmaklık arkasında yatan eski Zaman gazetesinin Ankara temsilcisi ve köşe yazarı Mustafa Ünal‘ın dün öğleden sonra üç saat süren savunmasını dinlerken içim acıyor.
Bazen gözlerim doluyor.
Burada yargılanan ben değilim.
Benim şahsımda, bir ayet yargılanıyor.
Düşünce ve fikir hürriyeti yargılanıyor.
Gazetecilik ve ifade özgürlüğü yargılanıyor.
Masumiyet yargılanıyor.
TC’nin ‘Hukuk Devleti’ vasfı ve ‘Anayasa’ yargılanıyor.
Burada aslında AK Parti yargılanıyor.
AK Parti’nin rüyası bu değildi.
Vaat ettiği Türkiye bu değildi.
Düşünce özgür olacaktı.
Fikir hürriyetinin önündeki bütün engeller kalkacaktı. Yasaklar yasaklanacaktı.
Sanık sandalyesinden oturanlara iyi bakınız…
Bu fotoğraf dünya döndükçe unutulmayacak.
Özgürlük türküleriyle iktidara gelen AK Parti’nin utancı olarak hatırlanacak.
Sormak zorundayım.
Ey Numan Kurtulmuş!
Devri iktidarınızda Ali Bulaç terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı?
Ey Naci Bostancı!
Devri iktidarınızda Ahmet Turan Alkan terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı?
Ey Mustafa Şentop!
Devri iktidarınızda Mümtazer Türköne terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı?
Ey Nabi Avcı!
Devri iktidarınızda Şahin Alpay terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı?
Ey Recep Tayyip Erdoğan!
Sayın Cumhurbaşkanım! Zat-ı Alinizi Pınarhisar Cezaevi’nde ziyaret eden BEN, Mustafa Ünal.. Bütün medya size cüzzamlı muamelesi yaparken, yanınızda duran BEN…
AK Parti’yi kapatma davasında, 27 Nisan e-muhtırasında, 15 Nisan’da, hatta 15 Temmuz’da demokrasiden yana tavır koyan BEN…
AK Parti’nin kuruluş günlerinde, en zor zamanlarınızda sizlere kimse ilgi göstermezken, sizin sesinizi duyuran BEN…
Devr-i iktidarınızda ben terörist ve darbeci ithamı ve müebbet talebiyle yargılanıyorum… Haberiniz var mı?
Akıl ve vicdan sahibi AK Partililere soruyorum: Biz tek eylemi yazı olan gazeteciler terörist ve darbeci iddiasıyla müebbetle yargılanıyoruz…
Haberiniz var mı?
Bugün MS 10 Mayıs 2018…
Ülkenin yönetiminde kendisini muhafazakâr – demokrat olarak tanımlayan mütedeyyin kişilerin oluşturduğu AK Parti var.
Buradan AK Partililerin kulaklarını çınlatıyorum.
Alarm veriyorum.
Duyun sesimi…
Devr-i iktidarınızda bir ayeti kelime ‘suç delili’ olarak kayıtlara girdi.
Ben bunu tanımlayacak bir kelime, bir kavram bulamıyorum. Dil kifayetsiz kalıyor. Skandal sözcüğü çok hafif düşüyor…
Bir ayetin ‘suç delili’ olarak Esas Hakkındaki Mütalaada yer alması bu davanın özetidir. Benzer davalar için de fikir vermektedir.
‘Türkiye’de işler nasıl?’ diye sorarlarsa ‘Bir ayet suç delili’ olarak mahkemelerde yargılanıyor deyiniz…
Kafidir.
Mustafa Ünal’ın savunmasının bir bölümünde adım geçiyor.
Duygulanıyorum.
Benim son kitabımdan söz ediyor.
Bir proje mahkeme olan sulh ceza hakiminin bir gece yarısı, ‘hepinizi tutukluyoruz’ dediği zaman – Hasan Cemal’in kitabında okumuştum – romancı Anna Seghers’in yazdığı gibi benim için de,“Bütün gündüzlere son veren o gece başladı”.
Artık gündüzler karanlık, geceler karanlıktı benim, ailem ve sevenlerim için.
Hücrenin açıldığı minik bahçe bile kafeslendi.
Bir avuç gökyüzü tellerle perdeli….
Bir ay önce kaybettiğimiz Ülkü Tamer’in bir dizesinde söylediği gibi ‘İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür’… Silivri’de içime çekebileceğim temiz, berrak gökyüzüm yok. Hayatı cezaevlerinde geçmiş Sabahattin Ali’nin meşhur şiirinde dile getirdiği gibi…
‘Görmek istersen denizi /
Yukarı çevir yüzü /
Deniz gibidir gökyüzü…’.
Benim gökyüzüm deniz gibi değil, tellerin ardında…
Devlet ya da bugünün iktidar sahipleri bana Çetin Altan’ın deyişiyle bir avuç gökyüzünü bile çok gördü…
Alacakları olsun…
Mustafa Ünal‘ın savunmasını dinlerken bazı yerlerde helal olsun demek geliyor içimden…
Bir yerde şunları söylüyor:
Gazetecilerden, yazarlardan, düşünce ve fikirden bu kadar korkunun sebebi nedir?
Ortada suç falan yok.
Dosya bomboş.
İddianame çürük.
Mütalaa ondan da fecaat…
Delil diye öne sürülen hiçbir yazı metninde suç unsuru yok. Olsaydı zamanında dava açılırdı.
AK Parti’yi eleştirmenin suç kapsamına gireceği 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
AK Parti kuruluş felsefesi, reformcu kimliğiyle umuttu.
Sonra AKP’leşti.
Ve partide çeteleşmeler yaşandı.
Bunu Ankara’da yaşayan herkes biliyor.
Bu hukuku katleden bir dava…
Adaletin canına okuyan bir dava…
Bu davada hukuk yok…
Bu dava bir Hilkat Garibesi…
Hz. Hüseyin’in susuzluğu gibi adalete susuzum dedim. Bir damla adalet vermediniz. Bu dava adaletsizlikten kırılıyor.
Onun için Hukukun Kerbelası dedim bu dava için…
Çağlayan’da Perşembe günü de Mümtazer Türköne‘yle tutuksuz yargılanan Orhan Kemal Cengiz‘in savunmalarını dinledim.
Türköne’nin savunmasından şu cümlelerin altını çiziyorum:
Biz sadece makalelerden yargılanıyoruz.
Savcının esas hakkındaki mütalaası çok sayıda kanunu ihlal etmektedir.
Savcının bu dosyadan el çektirilmesi ve hakkında soruşturma açılmasını talep ediyorum.
Savcının hüküm verme konusundaki aceleciliği adil yargılama hakkı ihlali kuşkusu uyandırmaktadır.
Duruşma savcısı suç unsuru olmayan delilleri tekrar kullanarak Anayasa’ya meydan okumuştur.
Anayasa Mahkemesi, “gazete makalelerinden tutuklama yapılamaz” derken, savcı makalelerden hüküm istemektedir.
Hukukun üstünlüğünün olağanüstü hâlde de korunmasından yana yazılar yazdım.
Suç unsuru olarak iddianameye konulan yazılarımın tamamı benim lehime delil olarak kullanılabilir.
Ben kimseden talimat alarak yazı yazmam.
Özgürlüğüme düşkünüm.
Orhan Kemal Cengiz‘in savunmasında altını çizdiğim bazı cümleler de şöyle:
Ben yazılarım değil, avukatlık faaliyetim nedeniyle yargılanıyorum.
İddianamede fiil yok.
Adım oraya Zaman gazetesine kayyum atanmasına dair davayı Anayasa Mahkemesi‘ne götürdüğüm için eklendi.
Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın davalarını da AYM’ye ben götürdüm.
Bundan dolayı kriminalize edilmem kabul edilemez.
İddianamede hakkımda herhangi bir fiil yok, bu yüzden beraatimi talep ediyorum.
Sadece makale ve tweetlerimle yargılanıyorum.
Basın kanununun dava aşımı hükmü uygulanmalı ve dava benim açımdan düşmeli.
10 bin tweet atmışım, sadece üç tanesi seçilmiş.
Hak ihlalleri gibi konularda sık tweet atarım.
Herhangi birine yönelik bir hak ihlalini propaganda fiili olarak kabul edersek, insan hakları alanında hiç eleştiri yapamayız.
Çağlayan Adliyesi’nde geçirdiğim iki uzun gün içinde en çok seçimleri, 24 Haziran‘ı konuştuk koridorlarda.
HDP milletvekili Altan Tan‘la, muhafazakar Kürt oylarının AKP’den kaçmaya başlamasının nedenlerinden söz ederken, tartıştığımız bir konu da, 7 Haziran sonrası 24 Haziran öncesi tekrarlanabilir mi sorusuydu.
Silivri ve Çağlayan’da, yani mahkeme koridorlarında tanıştığım Ali Bulaç‘ın eşiyle, kardeşiyle kızlarıyla bir kez daha sohbet imkanı buldum.
Bulaç’ın üç kızından birinin başı açık, ikisinin örtülü. Dört numara oğlu da yurt dışında bankacı olarak çalışıyormuş.
Zaman yazarları davasının tutuksuz sanıkları Lale Kemal, İhsan Dağı, Nuriye Akman, Orhan Kemal Cengiz‘le de hasret giderdik.
Cuma akşam vakti Çağlayan’dan çıkarken, yaşlıca bir kadın yanıma geliyor, “Kocaman yer, adı Adalet Sarayı ama adalet yok!” deyip uzaklaşıyor.”