Hasan Cemal: Allah Mazlumların Ahını Zalimlerde Bırakmaz!

Zaman Gazetesi yazarları Ahmet Turan Alkan, Mümtaz'er Türköne, Mustafa Ünal ve İbrahim Karayeğen, elleri kelepçelenerek duruşmaya getirildi.

Duayen gazeteci ve T24 yazarı Hasan Cemal, iki gün devam eden Zaman Davası’nın karar duruşmasındaki izlenimlerini iki ayrı makalede kaleme aldı.
İşte ‘Zindanda bize acı çektirmekten keyif alıyor, Allah mazlumların ahını zalimlerde bırakmaz’ başlıklı o yazı:
Silivri diyeti…
Silivri hapishanesinde yatanlar ya da yeni çıkanlar tığ gibi, fazla kiloları yok.
Uzun zamandır dışarıda olanlar, yani tutuksuz yargılananlar ise, maşallah,  hepsinde bir göbek, bir ense kulak…
Şahin Alpay 8 kilo almış.
Orhan Kemal Cengiz 6-7 kilo diyor.
Ali Bulaç da göbeklenmiş.
Biri kenardan, “Size Silivri diyeti lazım” diye kafa buluyor.
Ahmet Turan Alkan galiba “Silivri diyeti”ni biraz abartmış, neredeyse bir deri bir kemik kalmış…
Avukatından öğreniyoruz, tam 30 kilo vermiş. “Ciddi sağlık sorunları var” diyor avukatı ve ekliyor:
Ama en büyük sağlık sorunu kahır!
Kahroluyor üç müebbetle yargılandığı için…

Ahmet Turan Alkan’ın alnında bir yara dikkatimi çekiyor.
Dün yoktu.
Silivri’de dün gece merdiven demirine çarpmış, alnı yarılmış. “Merak edecek bir şey yok” diyor her zamanki güleryüzlü, çelebi haliyle…
Sivas’tan dayısı gelmiş davayı izlemek için, bundan çok memnun. Beyaz saçlı, beyaz sakallı muhterem ihtiyarla selamlaşıyoruz.
Ahmet Turan Alkan’ın savunmasına kulak veriyorum.
Bazen notlar alıyorum, bazen yazılı metinden okuyorum.
Sözünü esirgemiyor.
Bu iddianame 17-25 Aralık iddianamesi…
Rüşvetçileri himaye edenler serbest, sorgulayanlar benim gibi hapiste…

Susan, seyreden takımından olsaydım bugün serbesttim, birçokları gibi muteber insandım. 
Öyle bir iddianame ki…
Şaşıya şaşı, engelliye engelli demeyecektin, diyor.
Susacaktın diyor.
Başını kuma gömecektin, diyor.
Yoksa…
Adamı beyaz sakalından tutar, zindanlarda süründürürüz, diyor, beni 23 aydır demir parmaklık arkasında tutan bu iddianame…
Ömrümün iki yılına el koydunuz.
Halk diliyle söylüyorum:
Vebali boynunuza!
Hapishanede çektikleri yalnızlığı anlatıyor.
Karıncalara, böceklere, hatta kara sineklerle sivri sineklere, betonların arasında fışkıran vahşi otlara gösterdikleri itinadan söz ediyor.
Avluya düşen bir serçe yavrusunu iyileştirip uçurdukları vakit hissettikleri mutluluğu dile getiriyor.
Sonra da ekliyor:
“Devlet bize kanlı katil muamelesi yapıyor, sosyal düşman muamelesi yapıyor. Vebali boynunuza…”
Ahmet Turan Alkan’ın şu sözlerinin altını çiziyorum:

  • Zindanda bize acı çektirmekten keyif alıyor.
  • Türkiye bugün çok büyük bir yargı terörü yaşıyor.
  • Hukukun siyasileştirilmesi büyük bir cinayettir.
  • Hukukun derhal normalleştirilmesi lazım.
  • Hukuku tutamazsak, doları hiç tutamayız.

Şöyle devam ediyor:

  • Kasabın bıçağını yalayacak değilim.
  • Beni hukuka göre mahkûm edemezsiniz.
  • Af dilemem, sizlerden özür dilemem, ne olur beni tahliye edin demem.
  • Hapis yatıyor olabilirim ama boynum bükük değildir.
  • Yoksa söz konusu vatansa, hukuk teferruat mı bu ülkede?..
  • Uluslararası kamuoyunda Türkiye’yi neredeyse haydut devlet yaptınız, muz cumhuriyeti yaptınız, yazık değil mi?

Ahmet Turan Alkan savunmasını şöyle noktalıyor:
Evet ben Ahmet Turan Alkan. Gazeteci ve yazarım. Zaman gazetesinde yazardım vaktiyle. Bu gazetede yolsuzluğu eleştiren, iktidarın canını sıkın öfkelendiren yazılar yazdım. Fikrimi belirttim. Hiçbir örgütün, cemaatin, siyasi partinin veya iktidarın üyesi, mensubu, maşası, militanı değilim; olmadım. Ben tek kişilik bir dünyayım kendimce.
Anayasayı ihlal etmedim, anayasayı savundum. Gazetecilik, yazarlık yaptım.
Ve gazetecilik suç değildir, ve gazetecilik suç değildir, ve gazetecilik suç değildir!
Ben benden ibaretim.
Adım Ahmet Turan Alkan. Gazeteci-yazar. Muktedirlerin, zalimlerin canını sıktım, yazı yazdım. Pişman değilim. Allah’dan gayrı kimseye eyvallah etmiyorum.
Allah beni utandırmasın.
Ben Allah’a tevekkül ettim, ona sığındım. Allah aziz’ül intikamdır.
Mazlumların ahını zalimlerde bırakmaz. Allah imhal eder fakat ihmal etmez.
Yolsuzlukla ilgili yazılar yazmak bir gazetecilik faaliyetidir. Beni yalnızca kendi eylemlerimden dolayı suçlayabilirsiniz
Nuriye Akman‘ın savunmasını dinliyorum. İddianamedeki çelişkileri bir bir sergiliyor. Sohbet eder gibi tatlı dille savunma yapıyor.
Güncel konularla ilgili gündemdeki insanlarla röportaj yapmak nasıl terör örgütüne yardım etmek oluyor? Röportaj yaptığım insanlarla sadece mesleki ilişki kurdum. Bir suç örgütüyle ilişkileri varsa ben bilemem. Darbelere her zaman karşı oldum. Cebir şiddet içeren hiçbir eylemde bulunmadım, bulunan insanlarla tanışmadım.
Gazetecilik suç olamaz.

Yolsuzlukla ilgili yazılar yazmak bir gazetecilik faaliyetidir. Beni yalnızca kendi eylemlerimden dolayı suçlayabilirsiniz. Beraatimi istiyorum.
Ara karar için ara veriliyor.
Koridorda tahliye umudu…
Ama umutlar suya düşüyor.
Mahkeme 5-6 Temmuz’a ertelenirken tahliye kararı çıkmıyor.
Ahmet Turan Alkan, Mustafa Ünal, Mümtazer Türköne, İbrahim Karayeğen, bileklerine kelepçe vurulmuş halde, jandarmaların arasında tek sıra önümüzden geçip Silivri zindanlarının yoluna koyuluyorlar.
Gözüm, arkalarından birbirine sarılıp ağlayan yakınlarına takılıyor, akşam vakti ben de fena oluyorum.
****
Hasan Cema’in ‘Bileklerine acımasızca kelepçe vuruluyor, üç satır yazıdan dolayı kelepçe…’ başlıklı makalesi ise şöyle:

Bileklerine kelepçe vuruluyor.
Üç satır yazıdan dolayı kelepçe…
İçim acıyor.
Bakışlarımı kaçırıyorum.
Bir an Ahmet Turan Alkan‘la göz göze geliyoruz.
Boşver Hasan Cemal” diyor gülerek, “Biz alıştık artık…
Mümtazer Türköne bileklerini kelepçeye uzatırken bana gülümsüyor.
Dün öğle vakti, Çağlayan Adliyesi.
Duruşmaya ara veriliyor.
Hemen çıkmıyorum salondan.
Jandarmalar, ellerinde kelepçeler…
Yaklaşıyorlar.
Ve hepsi ellerini bitiştirip, yukarı doğru kaldırıyor.
Ahmet Turan Alkan.
Mustafa Ünal.
Mümtazer Türköne.
İbrahim Karayeğen.
Jandarma kelepçeyi pat pat  bileklere vuruyor.
Ne kadar acımasız.
İki satır yazıdan bileklere kelepçe…
Yüreğim acıyor.
Onlar, acı acı gülüyor, sıkma canını der gibi bakıyorlar bana…
Ahmet Turan Alkan’ın eşi fena oluyor.
Ali Bulaç‘la, Şahin Alpay‘la göz göze geliyoruz.
Keder, ikisinin de yüzünden akıyor.
Sevgili Şahin “İnsanın vicdanı sızlıyor” diye özetliyor duygularını…
Aradan bir ses kulağıma çalınıyor:
“Alnı secdeye değen gazeteciler, yazarlar nerede?.. Bir sefer bile uğramadılar.”
Jandarmaların arasında tek sıra, bileklerinde kelepçelerle dışarıya çıkan dostlara, meslektaşlara arkalarından bakarken gözlerim doluyor.
Ne yaptı ki onlar?
İki satır yazdılar.
Hapse atıldılar.
Terör işbirlikçisi ilan edildiler.
Lale Kemal‘in savunmasını dinliyorum, iddianameyi delik deşik ediyor:
Zaman’da çıkan üç yazımdan cımbızla çekilen cümlelerle, “Terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım ve yataklık etmek”le suçlanıyorum. Delillere bakılmamış, hiçbir delile dayanmadan hakkımda suç isnadında bulunulmuştur. Hukukun temel kuralları gözardı edilmiştir. Ben herşeyi fikir özgürlüğü çerçevesinde yazdım. Şiddet ve cebir yoktur benim yazılarımda. Ben yazılarımda darbelere her zaman karşı çıktım.  Mal varlığıma el kondu. Banka hesaplarım donduruldu. Maddi ve manevi büyük acılar yaşadım. Derin bir hayal kırıklığına uğradım. Benim gözaltına alınan Ekrem Dumanlı’ya bir yazımda geçmiş olsun demem neden suç gibi sunuluyor iddianamede? Neden? Anayasa Mahkemesi, 2 Mayıs tarihli yeni bir kararında, gazeteciliğin nasıl yapılacağına mahkemelerin karar veremeyeceğini belirtmiştir. Tek bir delil olmadan cezaevine konuldum. Bu süreç sağlığımı olumsuz etkiledi. Benim hayati önemde ilaçlarım var. Sağlık Bakanlığı cezaevine ilaç sokulmaması için yazı yazmış, ailem bana çok zor şartlar altında ilaç yazdırabildi. İstenen cezayı son derece haksız buluyorum. Sarı basın kartımın ve pasaportumun geri verilmesini istiyorum.
Eziyet hiç eksik olmuyor.
Duruşma sabah 10’da başlayacak diye ilan ediliyor.
Sonra 10:30 deniyor.
11:35 ancak başlıyor.
12:10’da 13:30’a kadar öğle arası veriliyor.
13.45’de ancak başlıyor duruşma.
Bir avukat diyor ki:
“Uzatıyorlar davayı. Bitirmek istemiyorlar. Anlaşılan havayı koklamak istiyorlar 24 Haziran öncesi…”
Biri lafa giriyor:
“Ali Koç da kazandı! Şimdi bir değişim dalgası da dipten geliyor galiba, bu dalga da Erdoğan’ı götürmesin?..”
Çağlayan koridorlarında en çok konuşulan konular 24 Haziran, Ali Koç, Muharrem İnce

Biri diyor ki:

“İkinci tur kesin… Erdoğan’la İnce kalacak… Meclis’i de Erdoğan’ın kaybetmesi yakın ihtimal… Muharrem İnce çok iyi gidiyor. Halkın ağzıyla konuşuyor. İnce eğer birinci turda yüzde 30’un altında kalmazsa… Erdoğan yüzde 45’i geçemez ve de Meclis’i kaybederse… Muharrem İnce de Ahmet Türk’ü, Meral Akşener’i ve Temel Karamollaoğlu’nu başkan yardımcıları ilan ederek meydanlara çıkarsa… Bu iş biter, Erdoğan gider!”
Ali Bulaç‘ın savunması 100 sayfa.
Öğledan sonra saat 4’e doğru okumaya başlıyor.
Üç bölümünün altını çiziyorum:
Birincisi:
Düşünce özgürlüğü demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü şoke edici ve rahatsızlık verici olabilir. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekliliğidir. Bu doğrudur, ama bu doğru bütün yazarlar, gazeteciler ve medya mensupları için de geçerli ve doğru olmalıdır. Hangi görüşe ve inanca sahip olursa olsun, hiç kimse düşüncelerinden dolayı yargılanmamalı, hapse atılmamalı, benim çektiğimi eziyete maruz kalmamalıdır.
İkincisi:
Fransız aydın geleneğinin en güçlü isimlerinden biri J. Paul Sartre idi. (1905-1980) Sartre, 1960’ta Fransa’nın Cezayir’deki varlığına karşı çıkıyor, Cezayir bağımsızlık savaşını destekliyordu. Aşırı sağcı militanlar sokaklarda “Sartre vatan hainidir, kurşuna dizilsin” diye bağırırlarken General De Gaulle “Biz Voltaire’i hapse atamayız” diye sokakları inleten güruha tek kuruşluk değer vermedi, sonra şu ünlü cümlesini kurdu: “Sartre’a dokundurtmam, Sartre Fransa’dır.”
Üçüncüsü:
Bu Türkiye kim?..
“Ben köşemde kimin ismini yazıyorsam ertesi gün gözaltına alınır ve Silivri’yi boylar” diyen iliştirilmiş gazeteciler mi? Yoksa yazı hayatları boyunca temel hak ve özgürlükleri savunan, sivil veya askeri vesayete, rejime ve darbelere karşı mücadele veren biz burada yargılanan gazeteciler, fikir adamları mı?
Şimdi Sn. Başkan, Sn. Üyeler, Sn. Savcı’ya soruyorum:
Buna sizler karar vereceksiniz!

Duruşma ertesi güne, cuma sabahına kalıyor.
Akşam vakti, uzun ve yorucu bir günü arkamda bırakıp sevgili Şahin’le Çağlayan Adliyesi’nden çıkarken, arkadaşlarımın bileklerine acımasızca vurulan o kelepçeler gözümün önünden gitmiyor.
Bugünlerin hesabı da bir gün hiç kuşkusuz sorulacak.