Yurtta Haydutluk, Cihanda Haydutluk

Yorum | Bülent Keneş

İnsanın, ömrünü medeni, özgürlükçü, çoğulcu demokratik bir hukuk devleti olması için harcadığı kendi ülkesinden bahsederken “haydut devlet” tabirini kullanması elbette ki çok acı verici. Ancak bunun vebali, olanı tespit için bu kavramı kullanmak zorunda kalanların değil. Tam tersine bu ağır vebal, benzer rejimleri tanımlamakta kullanılan söz konusu kavramdan başka bir ifadeyle açıklamanın imkansız hale geldiği ülkenin mevcut durumuna yol açan yoz ve yobazların.
Kim ne derse desin, maalesef İslamofaşist Erdoğan rejiminin tahakkümü altındaki Türkiye, tam teşekküllü bir haydut devlet haline çoktan geldi. Bu korkunç rejimin sadece yurt içindeki hukuksuzlukları, keyfilikleri, işkenceleri, katliamları, yağma ve talanları değil, aynısını dünyanın yakın ya da uzak diyarlarında tekrarlama çabası da Türkiye’yi yakından takip edenlere bu kavramı kullanmaktan başka bir çare bırakmıyor.
Erdoğan rejiminin ahlak ve sınır tanımaz haydutlukları elbette ki yeni bir konu değil. Ancak, her yeni vakayla birlikte berbat imajı daha da güçleniyor ve “haydut devlet” tanımı üzerine daha fazla oturuyor. Çünkü, ulusal ve uluslararası eylemleriyle tipik bir çeteye dönüştürdüğü MİT ve yönlendirmesi altındaki türlü kirli yapılar marifetiyle giriştiği hukuksuzlukların, haydutlukların, cinayetlerin, suikastların yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında da haddi hesabı yok.

Mesela, MİT, polis ya da yandaş paramiliter gruplar tarafından gündüz gözüne Ankara’nın göbeğinde kaçırılan insanların pek çoğunun akıbetinden halen haber alınamıyor. Öte yandan, Paris’in göbeğinde infaz ettikleri üç muhalif Kürt kadını da suç hanelerinde yazılı, en son Afrin bölgesini talan ettikleri Suriye başta olmak üzere, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde silahlandırarak imkana boğdukları radikal İslamcı terör örgütleriyle giriştikleri alengirli ilişkiler de…
TÜRKİYE’NİN MERAMI DÜNYANIN EN ÜCRA KÖŞESİNDE BİLE ANLAŞILMIŞTI
Oysa Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak ardı arkası gelmeyen savaşların, kaos ve karmaşanın edindirdiği acı tecrübelerle huzuru kendi sınırları içerisinde arayıp dünyanın geri kalanıyla sadece dostluk ilişkileri peşinde olmakta karar kılarak bu kararını ve kararlılığını “yurtta sulh, cihanda sulh” mottosu ile dünyaya ilan eden Türkiye Cumhuriyeti’nin samimi meramı, dünyanın en ücra köşesinde bile anlaşılmış ve bu duruşa büyük bir sempati ile yaklaşılmıştı.
Ya peki bugün? Koskoca ülkeyi şahsi hırslarının, gayr-i meşru ihtiraslarının peşinde maceradan maceraya sürükleyen, 80 milyonun başını beladan belaya sokan Erdoğan, tüm dünyanın daha düne kadar kendisinden emin olduğu Türkiye’yi öngörülemez, güvenilemez bir serseri devlet haline getirdi. Koskoca ülkenin her an her şeyi yapabileceğinden şüphe duyulan, atacağı her adımı endişeyle takip edilen, bir sonraki adımının ne olacağı tahmin edilemeyen, birkaç saat sonrası bile kestirilemeyen, ne yapacağının akli muvazenesini yitirmiş bir dengesizin tamamen iki dudağı arasında olduğu düşünülen, bu yüzden kafası kesik horoz gibi ortalıkta tepinen bir deli dana muamelesi görmesinden herkes memnunsa diyecek bir sözümüz yok. Ama bu fecaate yol açan Erdoğan rejiminin üzerine oturduğu toplumsal dayanağın ne kadarının memnuniyetten, ne kadarının korku ve mecburiyetten kaynaklandığını söylemek mümkün değil.
Yurtiçindeki haydutluklarını, bazı küçük revizyonlarla, bunların dökümünün genişçe yapıldığı son İHD raporu üzerinden özetleyeceğim. Dünyanın dört bir köşesinde giriştikleri haydutlukları ise, sosyal medya marifetiyle neredeyse her gün canlı izliyoruz. Bir gün adres Kosova oluyor, ertesi gün Gabon ya da Afganistan. Erdoğan’ın özellikle kendisi ve çevresindekiler gibi rüşvetle, menfaatle satın alınabilecek kadroların bolca olduğu yoz ve paçoz rejimlerin hakim olduğu ülkelerde öncelik verdiği haydutluklarında ciddi yol aldığını esefle belirtmeliyiz. Çoğu on yıllardır Türkiye’de yaşamayan, maddi bir imkan bulabilirlerse şayet yılda en fazla birkaç günlüğüne sılayı rahim yapabilen, dolayısıyla darbeyle marbeyle alakası mümkün olmayan gariban öğretmenlere musallat olup birkaçını ülkeye getirmeyi başardığında muzaffer bir Firavun havasına girmekten kendisini alamıyor.
Malezya’da kaçırtıp günlerce işkence yaptırttığı öğretmenlerle başlayan haydutlukları, Myanmar, Suudi Arabistan, Kuzey Irak, Bulgaristan, Bahreyn, Myanmar, Pakistan, Sudan, Kosova ve Gabon’la devam etti. Şimdilerde ise gözünü Afganistan gibi ülkelere dikti.
Erdoğan’ı ve çevresindeki yoz güruhu hakkıyla temsil eden en karikatür tiplerden biri olan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın ağzını yaya yaya söylediklerine bakılırsa, bugüne kadar 18 ülkeden 80 Hizmet Hareketi gönüllüsü haydutlukla kaçırılarak Türkiye’ye getirilmiş. Neredeyse tamamı öğretmen olan bu insanların hem kaçırıldıkları ülkelerde hem de getirildikleri Türkiye’de yoğun ve ağır işkencelere maruz kaldıklarını bilmem söylemeye gerek var mı?
NAMUSU PAYİMAL OLMUŞ MİT YERİN DİBİNE GEÇECEĞİNE ÖVÜNÜYOR
Kendi üst düzey yöneticilerini PKK’ya kaptıracak ve neredeyse 10 aydır kaderlerine terkedecek kadar marifetli MİT, bülbül gibi şakıyan bu yöneticilerini PKK’nın elinde bıraktığı her dakika için utancından yerin dibine geçeceğine, eline tebeşirden başka bir şey almamış gariban öğretmenleri, yoz yetkililerini rüşvete boğdukları gariban ülkelerden hukuk dışı yollarla alıp getirmekle övünüyor.
MİT’in kolaycı ekipleri, en ufak bir direnişleriyle karşı karşıya kalma risklerinin olmadığını çok iyi bildikleri bu gariban insanları yaka paça ülkeye getirdikçe çapsız ağababaları müthiş bir doyuma ulaşma hazzı yaşıyor ve bu kepazeliğin üzerinde tepiniyor. Bir propaganda malzemesine dönüştürerek peşine taktığı ahmak sürülerinin doldurduğu yandaş tribünlere caka satıyor. Biri de çıkıp, “Yılların eli kanlı gerçek terör örgütlerinden hangisinin tek bir elemanını o çok övündüğün uluslararası operasyonlarla alıp ülkeye getirebildin, a bre sahtekar?” diye sormuyor.
Bulmuşlar tabii işin kolayını. Karıncayı bile incitmekten çekinen insanlara “terörist” yaftası yapıştırmak her türlü işlerine geliyor. Barış, emniyet ve huzur timsali bu insanlara burunlarının bile kanamayacağından emin oldukları güya afili operasyonlar yapıp tribünlere oynamak duruyorken, Kuzey Irak’ta üst düzey yöneticilerinin başına geldiği gibi, giriştikleri her operasyonu ellerine yüzlerine bulaştırıp başlarını belaya sokma riski bulunan gerçek teröristlerle niye uğraşsınlar?
Nasıl olsa alan memnun, satan memnun. Baksanıza AKP Başkanı Erdoğan, partisinin Denizli İl Kongresi’nde yapılan haydutluktan duyduğu memnuniyeti nasıl da ballandıra balandıra anlatıyor. Karşısında yığılan ahmak sürülerine gariban öğretmenlerle eşlerini ve çocuklarını kaçırmayı nasıl da büyük bir uluslararası istihbarat başarısı gibi satıyor. “80 kadar ‘F..’ militanını farklı ülkelerden bulup, paketleyip Türkiye’ye getirdik, devam edeceğiz,” dediğinde aldığı coşkulu alkış kıyamet Erdoğan’ın haydutluktaki suç ortaklarının ne kadar çok olduğuna dair ciddi bir fikir veriyor.
Neresinden baksan mide bulandırıcı bu iğrenç tablo karşısında insanın “A bre martavalcı şarlatan, madem sen ve haramilerin bu kadar becerikli, gönder o mahir ve cesur ajan bozuntularını da PKK’nın elinde payimal olmuş kendi namusunu kurtar,” diyesi geliyor.
İdarecilerini rüşvetle, menfaatle satın aldığın Gabon gibi ülkelerden on yıllardır o ülkenin yoksul çocuklarına eğitim vermekten başka bir uğraşı olmayan gariban öğretmenleri, çoluk çocuk demeden aileleriyle birlikte kaçırıp getirmek kolay. Hadi bakalım, yüreğin yetiyorsa bu yaptığının aynısını PKK’nın, DHKP-C’nin vb gerçek terör örgütlerinin lider kadrosuna da yapmaya bir kalksana! Kalk ki, sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstersinler!..
MÜSLİM’İ ÇEKYA’DAN ALAMIYOR AMA MASUM ÖĞRETMENLERİ KAÇIRIYOR
Veya ne hukuku ne demokrasisi yerli yerine oturmuş kıytırık rejimlerin olduğu gariban ülkelerde ya da Malezya’da olduğu gibi seninkisine çok benzeyen yoz haydutluk rejimlerinin bulunduğu ülkelerde değil de hukuk ve demokrasinin kurumsallaştığı ülkelerde bu yaptığın haydutlukları denemeye bir kalksana! Kalk ki dünyanın kaç bucak olduğunu bir de o ülkeler öğretsinler sana. Gerçi boyunun ölçüsünü daha yakınlarda peşine düştüğün Salih Müslim konusunda Çek Cumhuriyeti bile göstermeye yetmişti ama olsun sen yine de bir dene bakalım…

Sanma ki dünya alem, hukuk ve nizamın müesses olduğu o ülkelerde de bazı farklı ve kirli haydutluklar peşinde olduğunu, türlü şeytanlıklara girişmek için oralarda da can attığını bilmiyor. Hangi çetelerle iş tuttuğunu, hangi terör örgütleriyle ilişki içerisinde olduğunu emin ol ki herkes biliyor. Adam kaçırmayla kalmayıp infazlara, suikastlara bile girişebileceğin herkesin dilinde. Bu yönde atacağın herhangi bir adımın seni mukadder sonuna daha da yaklaştıracağını bildiğinden için gidiyor ama yerinden kımıldayamıyorsun. Çünkü, oralar ne Haşim Taçi’nin Kosovası, ne Afrika’nın Gabon’u, ne de Taliban/el-Kaide eskisi eli kanlı radikal İslamcı dostlarının cirit attığı Afganistan…
Şurası muhakkak ki, ufku gördüğü kadar olan horoz en fazla kendi çöplüğünde ötüyor. Bu yüzden haydutluklarının zirve yaptığı yeri de zirvesine çöktüğü Türkiye oluşturuyor. Erdoğan, “Allah’ın bir lütfu” olarak kurguladığı 15 Temmuz darbe kumpası sayesinde ilan ettiği olağanüstü hal rejimiyle Türkiye’ye, sıkıyönetimin kaldırıldığı 1987’den bu yana maruz kaldığı en sıkı deli gömleğini giydirmiş bulunuyor. Bu deli gömleğinin içerisinde insanlık, hak ve hukuk ile özgürlükler dışında ne ararsanız var.
12 Eylül 1980 askeri rejiminin insan hakları ihlalleri ile mücadele etmek üzere kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD), 6 Nisan günü yayınladığı bir raporla ülkede yaşanan yaygın ve sistematik insan hakları ihlallerini kayıt altına almış. Esas olarak 2017, genel olarak ise 15 Temmuz 2016’dan bu yana ülkede yaşanan insan hakları ihlallerinin geniş bir bilançosunu çıkarmış.
TÜRKİYE’NİN İNSAN HAKLARI EKSENİ BATI’DAN DOĞU’YA KAYDI
Sadece İHD raporunda yer alan korkunç verilere bakan biri bile Türkiye’nin ne demokrasi ne hukuk devleti ne özgür bir ülke ne de medeni dünyanın bir parçası olduğunu aklının ucundan geçirebilir. Bu korkunç bilançoyu görenin aklına üşüşecek ilk fikir, İslamofaşist Erdoğan rejimi yüzünden Türkiye’nin tam teşekküllü bir “haydut devleti”ne dönüştüğü olacaktır. Zaten hemen girişte “Bu koşullarda insan haklarından bahsetmenin oldukça zor olduğunu belirtmek isteriz,” denilen İHD raporu da “Türkiye’nin insan hakları ekseninin Batı’dan Doğu’ya doğru, yani AB’nin Kopenhag Kriterleri yerine Şangay Beşlisi’nin kriterlerine kaydığı,” tespitini yapıyor.
OHAL altında yapılan 16 Nisan 2017 referandumu ile Türkiye’nin, Sened-i İttifak’tan beri yöneldiği Batı değerlerine dayalı parlamenter demokratik rejimin yerine, tek adam yönetimine dayalı otoriter bir rejime zorlandığını kaydeden İHD, “olmalı” dediği temennilerle Türkiye’de nelerin olmadığını bir güzel sıralamış. Buna göre, tek adam yönetimine dayalı otoriter bir rejim olan Türkiye’nin, bu rejim devam ettiği müddetçe demokrasi ve insan hakları sorunlarını çözme ihtimali kalmamıştır. Türkiye’de demokrasiyle birlikte çoğulculuk, açıklık/şeffaflık ve katılımcılığa dayalı bir parlamenter sisteme sahip olma, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, farklı etnik ve inanç topluluklarının temel haklarını güvence altına alma, BM ve Avrupa Konseyi’nin temel hak ve özgürlüklerle ilgili sözleşme, beyanname, bildirge ve protokollerinde düzenlenen hakları anayasal güvence altında bulundurma durumu tamamen ortadan kalkmıştır.
Bunların ortadan kalkmasının faturası ise Türkiye’ye çok ağır olmuştur. Kürt sorunu içinden çıkılamaz bir hale gelmiş ve yeniden başlatılan çatışmanın yarattığı ağır hak ihlalleri tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştır. Bu sorunlara çözüm bulması gereken TBMM’nin bizzat kendisi ayrımcılığın odağı haline gelmiş ve 6 milyonu aşkın seçmenin tercihi olan HDP demokratik siyasetten dışlanarak sürekli gözaltı ve tutuklamaların hedefi olmuştur. Eski eş genel başkanları dahil 9 ‘u HDP’li, 1’i CHP’li 10 üyesi halen tutuklu olan Meclis’in milli iradenin tecelligahı olma iddiası da berhava olmuştur. Anayasa’nın 121. Maddesi, OHAL KHK’larının yayınlandıkları gün TBMM onayına sunulmasını şart koştuğu halde buna riayet edilmemesi ve KHK’larla yasama yetkisi gasp edilerek 300 civarındaki kanunda kalıcı değişiklikler yapılması Meclis’in saygınlığının ve işlevselliğinin sadece şekilden ibaret kaldığını ispatlamıştır.
SİSTEMATİK VE YAYGIN İNSAN HAKLARI BİLANÇOSU KORKUNÇ
İHD, 21 Temmuz 2016 tarihinde başlayan ve keyfi uygulamalar içeren 31 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yönetilen OHAL altında 2017 yılı sonuna kadar tespit edebildiği belli başlı insan hakları ihlallerini raporunda özetlemiş. Eriştiği bazı bilgi ve rakamlara dair farklı insan hakları kuruluşlarının eriştiği farklı bilgiler olmakla birlikte bu durum İHD’nin çabasının değerinden bir şey eksiltmiyor. Korkunç bilanço özetle şöyle:
23 Temmuz 2016’da yürürlüğe giren 667 sayılı KHK ile gözaltı süresi 30 güne çıkarılmış, 27 Temmuz’da yürürlüğe giren 668 sayılı KHK ile gözaltının ilk 5 gününe avukat ile görüş yasağı getirilmiştir. Bu uygulama 6 ay boyunca kesintisiz uygulanmıştır. 23 Ocak 2017’de yürürlüğe giren 682 sayılı KHK ile gözaltı süresi 30 günden 14 güne indirilmiş, gözaltında avukat görüş yasağı 1 güne indirilmiştir.
Güneydoğu’daki 99 belediyeye el konulmuş, seçilmiş 68 belediye eş başkanı tutuklanmıştır. HDP’li 28 il eş-başkanı ile 89 ilçe eş-başkanının yanısıra 780 HDP il ve ilçe yöneticisi tutuklanmıştır.
116,512 kamu görevlisi görevinden ihraç edilmiş, bunlardan sadece 3,833’ü görevine iade edilmiştir. Kapatılan özel eğitim kurumlarında görev yapan 22,474 öğretmenlerin lisansları iptal edilmiş, sonradan sadece 614’ünün çalışma izni iade edilmiştir.
4,308 hakim ve savcı görevlerinden ihraç edilmiş olup bunlardan sadece 166’sı bilahare görevlerine iade edilmiştir.
48 özel sağlık kuruluşu kapatılmış, bilahare sadece 2’si geri açılmıştır. Kapatılan özel eğitim/öğretim kurumlarının sayısı ise 2,281’dir. Bu arada 15 özel üniversite kapatılmış, 19 sendika ve konfederasyonun faaliyetlerine son verilmiştir. Kapatılan 15 üniversitenin toplam 3,041 kadrolu personeli işsiz kalmıştır.
Bu süre içerisinde devlet tarafından el konularak kayyum atanan şirket sayısı 985 (bilinen rakam 1,100 civarı) olup bunların ekonomik büyüklüğü 41 milyar Türk lirasıdır. Buralarda çalışan işçi sayısı ise 49,587’dir.
33 KİŞİ HAYDUT DEVLETİN YARGISIZ İNFAZINA KURBANI GİTTİ
Yazılı ve görsel medya başta olmak üzere 201 basın-yayın kuruluşu kapatılmış, bilahare sadece 25’inin açılmasına izin verilmiştir. OHAL süresince çok sayıda gazeteci tutuklanmış olup halen 213 (SCF listelerine göre 245) gazeteci tutuklu ve hükümlü olarak cezaevinde tutulmaktadır. Bu sürede, Wikipedia dahil olmak üzere, çok sayıda internet sitesine erişim engellenmiştir. Sadece 2016 yılında Erdoğan’a hakaret iddiasıyla, yani TCK 299’dan dolayı, 4,187 kişiye, Türklüğe hakareti düzenleyen TCK 301’den dolayı ise 482 kişiye dava açılmıştır. Yine yasadışı örgüt propagandası yaptıkları iddiasıyla 17,322 kişiye dava açılmıştır. Bu tablo 2017 yılında artarak devam etmiştir.
OHAL süresince 1,607 dernek kapatılmış, bilahare sadece 183’ünün geri açılmasına izin verilmiştir. Yine 168 vakıf kapatılmış, sadece 23’ünün yeniden açılmasına izin verilmiştir. Bu dernek ve vakıfların ağırlıklı çoğunluğu Hizmet Hareketi ile ilişkili oldukları iddiasıyla kapatılmıştır.
23 Ocak 2017 tarihli 685 sayılı KHK ile kurulan OHAL işlemlerini inceleme komisyonu sadece bir oyalama mekanizması işlevi görmüştür. Bugüne kadar sadece 6,400 başvuru dosyasını inceleyen komisyon, bunlardan sadece 100’ü için işe iade kararı vermiştir.
İHD raporuna göre, en temel insan hakkı olan yaşama hakkı bile ayaklar altına alınmıştır. En az 33 kişi kolluk güçlerinin yargısız infazı sonucu yaşamını yitirmiş, 62 kişi aynı şekilde yaralanmıştır. Bunlardan 7’sinin infazı ve 10’unun yaralanması silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) kullanımı sonucu gerçekleşmiştir. Yine 2017 yılında 3 kişi gözaltındayken hayatını yitirmiş, 1 kişi yaralanmıştır. Aynı dönemde 12 kişi faili meçhul saldırılarla yaşamını yitirmiş, 16 kişi ise aynı sebepten yaralanmıştır.
Silahlı çatışmalar sonucu 161’i güvenlik gücü mensubu, 483’ü militan, 12’si sivil olmak üzere toplam 656 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde 309’u asker, polis ve korucu, 26’sı silahlı militan ve 14’ü sivil olmak üzere toplam 349 kişi yaralanmıştır. Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu 8’i çocuk olmak üzere toplam 23 kişi ölmüş, 6’sı çocuk olmak üzere 26 kişi yaralanmıştır. Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 6’sı çocuk olmak üzere toplam 7 kişi yaşamını yitirmiş, 17’si çocuk toplam 28 kişi yaralanmıştır.
Cezaevlerinde 3’ü çocuk olmak üzere en az 19 kişi yaşamını yitirmiştir. Adalet Bakanlığı verilerine göre ise, 2016 yılında cezaevlerinde 66 mahpus intihar etmiştir. 15 Temmuz 2016’dan bu yana ise 40 mahpus intihar etmiştir. Yine KHK ile ihraç edilen kamu görevlilerinden 19’u intihar etmek suretiyle yaşamına son vermiştir. Aynı sebepten intihar edenlerin sayısı 2016 yılında 24 kişiyi bulmuştu. 2017 yılında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 2,006 işçi yaşamını yitirmiştir.
İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE CEZASIZLIK VE DOKUNULMAZLIK TEŞVİĞİ
2017 yılında 427’si gözaltında kaba dayak ve diğer yöntemlerle, 1,855’i ise güvenlik güçleri tarafından müdahale edilen toplantı ve gösterilerde olmak üzere toplam 2,682 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. 2017 yılında en az 1,988 mahpus da işkence ve kötü muamele iddiasında bulunmuştur.
Aynı yıl çoğu Ankara’da olmak üzere 11 zorla kaçırma ve kaybetme vakası yaşanmıştır. Bu kişilerden 4’ü daha sonra serbest bırakılmış, bunlardan 1’i ise intihar etmiştir. Yıl içinde eklenen vakalarla birlikte halen 9 kişinin akıbeti bilinmemektedir. Bunun yanı sıra özelikle Ankara’da ve Güneydoğu’da çok sayıda kişi kaçırılarak tehdit edilmiş, bu sırada işkence ve kötü muameleye maruz kalmışlardır.

Cezasızlığın işkence ile mücadelede en önemli engel olduğunu hatırlatan İHD, raporunda, faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgususunu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsur olduğunun altını çiziyor. “OHAL süresince işkence ve kötü muamele uygulamaları yaygınlaşmış ve sıradanlaşmıştır,” diyen İHD, Adalet Bakanlığı’nın 2016 istatistiklerine göre, işkenceden açılan dava sayısının 42, daha az bir cezayı düzenleyen eziyet suçundan açılan dava sayısının 340 olduğunu, buna karşılık polise mukavemet iddiasıyla açılan dava sayısının 26,195 olduğunu kayıtlara geçirmiş.
Cezalandırma şöyle dursun, çıkarılan bir KHK ile işkenceye, kötü muameleye, yargısız infazlara, keyfi ve hukuksuz işlemlere yasal dokunmazlık sağlanmıştır. 696 sayılı KHK’nin 121. maddesi ile bu dokunulmazlık sivillere de teşmil edilmiştir. Böylece iktidar yandaşı olan “müteyakkız” sivil kitlelerin, sadece politik muhalifleri değil toplumsal veya ahlaki açıdan “sapkın” olarak gördükleri kişi ve davranışları bir tür ihkak-ı hak anlayışıyla keyfi biçimde “cezalandırmaya” kalkmalarının önü açılmıştır. Bu türden eylemleri cezasızlık zırhı ile koruma altına alınmıştır.
6 Ocak 2016 tarihinde barış için bildiri imzalayan 1,128 akademisyenin birçoğu kamu görevinden ihraç edilmiş, pek çoğu Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. İstanbul Savcılığı bu bildiri nedeniyle 148 akademisyen hakkında dava açmış ve bu davalarda hapis cezaları verilmeye başlanmıştır.
CEZAEVLERİ TOPLAMA KAMPLARINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
OHAL altında cezaevleri tam anlamıyla birer toplama kampına dönüştürülmüştür. 1 Kasım 2017 itibariyle cezaevlerinde toplam 230,735 tutuklu/hükümlü/hüküm özlü kişi bulunmaktadır. Bu sayı 2015 yılında 178,089, 2014 yılında 154,179 idi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında ise bu sayı 59,429 idi. TÜİK’in 2016 yılı nüfusu verilerine göre cezaevlerindeki nüfus Türkiye’nin 13 ilinin nüfuslarından fazladır.

Cezaevleri birer işkence merkezi haline gelmiştir. Kaba dayak, siyasi suçlardan tutuklananların “terörist” olarak suçlanması ve bu gerekçeyle dövülmeleri, çıplak arama uygulamaları, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, tek tip elbise dayatmaları, sürgün ve sevk uygulamaları yakın tarihte görülmedik boyutlara ulaşmıştır.
İHD raporuna göre, cezaevlerinde sağlık hakkı alanında da ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbi yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbi personelle araç ve gerecin cezaevlerinde bulunmadığı ifade edilmektedir. Rapora göre, cezaevlerinde 401’i ağır olmak üzere en az 1,154 hasta mahpus bulunmaktadır. Durumu ağır olan 401 hastanın insani ve hukuki açıdan bir an önce tahliye edilmesi gerekmektedir. Son beş yılda ağır hastalığı Adli Tıp Kurumu tarafından belirlenen 451 tutuklu ve hükümlü cezaevinde hayatını kaybetmiştir.
Kolluk güçleri 2017 yılında 735 toplantı ve gösteriye müdahale etmiştir. Bu müdahalelerde 2,193 işkence ve kötü muamele şikayetinde bulunmuştur. Bu kişilerin büyük çoğunluğu gözaltına alınmışlardır. Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda neredeyse tüm gösteriler yasaklanmıştır.
Kamudan ve özel sektörden ihraç edilip işsiz bırakılan 200,000 civarında emekçinin aileleri ile birlikte yaklaşık 1 milyon insan açlığa mahkûm edilmiştir. “Sivil ölüm” diye tabir edebilecek ihraçlar çok ağır bir ekonomik ve sosyal hak ihlali oluşturmuştur.
Sağlık alanında yaklaşık 700 yeni mezun hekim güvenlik soruşturmaları gerekçe gösterilerek keyfi bir şekilde işe başlatılmamıştır. Aynı şekilde, 500,000 taşeron işçinin kadroya geçirilmesi de güvenlik soruşturması gerekçesiyle yapılmamıştır.
ULUSAL VE ULUSLARARASI RAPORLAR HAYDUT DEVLETLİĞİNİ TESCİLLEDİ 
Bütün bu hak ihlalleri gerek aldıkları kararlar, gerekse yayınladıkları raporlar aracılığıyla uluslararası örgütler tarafından da tescil edilmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) 25 Nisan 2017’de Türkiye’yi yeniden siyasi denetime tabi tutma kararı almıştır. Bu durum Avrupa Konseyi’nde bir ilki oluşturmaktadır. Çok sayıda BM ve Avrupa Konseyi organının Türkiye ile ilgili hazırladıkları raporların Erdoğan rejimi tarafından ciddiye alınmaması Türkiye’yi uluslararası alanda çok sık eleştirilen bir ülke durumuna düşürmüştür.
OHAL süresince Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Türkiye’yi defalarca ziyaret etmiş, raporlar yazmıştır. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu da Türkiye’yi 4 kez ziyaret etmiş ve raporlar yazmıştır. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri’nin özel raportörlerinden 3’ü Türkiye’yi ziyaret etmiş ve raporlar yazmıştır. Bu raporlarda OHAL süresince temel hak ve özgürlüklere yönelik uluslararası sözleşmelerde öngörülen kısıtlamaların ötesinde keyfi uygulamalar yapıldığı ifade edilmiştir.
Yukarıda bahsi edilen uluslararası raporlar gibi İHD raporunda yer alan bilgiler de, İslamofaşist Erdoğan rejiminin gerek yurt içinde gerekse yurt dışında gerçekleştirdiği insanlık dışı uygulamalar ve haydutluklarla “haydut devlet” tanımını fazlasıyla hak ettiğini gözler önüne sermektedir. Türkiye, kendisine ve müktesebatına yakışmayan bu rejimden bir an önce kurtulmayı başaramazsa çok yakın gelecekte Türkiye’nin uluslararası alanda muhatap kalacağı tavır da bu tanıma göre olacaktır. Hiç kimsenin bundan şüphesi olmasın. Acı ama gerçek…
(TR724)