Hırsızlar Bağırıyor, Soyulan Sessiz?..

Yorum | Barbaros J. Kartal

Duruşma tarihi yaklaştıkça Reza ile ilgili son teyitler davanın seyrini değiştirecek nitelik kazandı. Reza’nın savcılıkla işbirliği yapacağı Amerikan medyasına da düştü. Kabaca bildiklerimiz ve uzmanların aktardıklarına göre ABD hukuk sisteminde sanıklar suçlarını itiraf etme ve yargılamaya yardımcı oldukları takdirde haklarındaki ceza işlemi ile ilgili olarak ciddi bir indirim hatta bir daha hapishaneye dönmemeye varan kazanımlar elde ediyor. Milyar dolarları olan, lüks bir yaşama alışmış Reza’nın gençliğini bir Amerikan hapishanesinin bir hücresinde tek başına çürütmeyeceğini söyledik durduk nitekim gelişmeler bunu doğrular nitelikte. Zaten Reza’nın Amerika’ya neden gittiği ya da nasıl yollandığı ortaya çıktığında her şey daha net görülecek.
Erdoğan ve hükümetin Reza ABD’de tutuklandığından beri bitmeyen çabaları önce salıverilmesi için girişimler, salıverilmeyince bu kez itirafçı yapacaklar diye dünyayı ayağa kaldırırız şeklinde demeçlerinden anlaşılıyor ki bu sadece bir yolsuzluk davası değil. Sadece yolsuzluk davası olsa Erdoğan’ın umurunda bile olmaz. Erdoğan’ın çok iyi bildiği şey uluslararası suç teşkil edecek ilişkilerinin ve eylemlerinin ortaya çıkacak olması. Ve tabii ki Erdoğan Ailesi’nin kurulan çarkta piramidin en tepesinde olduğu tescil edilmiş olacak. Türgev ve Emine Erdoğan’a yaptığı bağışlar ki bunlar bilinenler, meblağ olarak önemsiz bile sayılabilir, direk Erdoğan’ın aldığı rüşvetler de gün yüzüne çıkacak.
Havuz tekerlemelere başladı
Havuz medyasının bunu bir komplo, hükümeti devirmek için yeni bir oyun gibi sunmasından anlaşılıyor ki durum ciddi. Milli bankamız Halkbank tekerlemeleri yine dolaşıma girdi.
“ABD’nin ambargosuna uymak zorunda mıyız? Egemen bir devlet olarak istediğimizle ticaret yaparız. ABD’yi takmayıp İran ile ticaret yapmışız, bağımsızlığımızın bedelini ödüyoruz” şeklinde vatan-millet-Sakarya söylemin gerçekle hiç bir alakasının olmadığını elbette biliyorlar. Ama bir şekilde bunu böyle sunmak zorundalar. Bir hırsızlığı savunmak için bütün havuz gazetecilerinin seferber olması hayatları boyunca taşıyacakları bir leke olarak alınlarında kalacak. Ne kadar kötü ve onursuz insanlar olduklarını defalarca ispat ettikleri için bunun bir önemi olduğunu sanmıyorum.
Yeri gelmişken, 17-25 dosyası hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin, kendi mütevazi imkanları ile internette önemli işler yapan Erkam Tufan Aytav ile gazeteci Kamil Maman’ın bu dava üzerine yayınlanan programını izlemelerini şiddetle tavsiye ederim. Son derece  karmaşık bir zinciri çok anlaşılır bir şekilde ifade ediyorlar.
Gelişmekte olan bir ülke iseniz ve üretemediğiniz petrol ya da doğalgaz gibi hacimce ve meblağ olarak yoğun bir ithalat yapıyorsanız doğal olarak bu ticareti  yaptığınız ülke ile ciddi bir ticaret dengesizliği yaşarsınız. Neticede sattığınız ürünlerle bu farkı kapatmanız zordur. Kaldı ki muhatap ülke  karşılığında sizden ürün almak zorunda değildir.
İran ambargosu dedikleri şey aslında Türkiye gibi bir ülke için tam bir nimet. Herkesin ABD’nin ambargosu zannettiği Türkiye’nin BM’de de altına imza attığı şekliyle olay şudur: İran’dan doğal gaz ya da petrol alacaksan karşılığında para verme çünkü İran’ın bu parayı terör finansmanında kullandığı ile ilgili endişeler var onun yerine gıda ve sağlık ürünü olarak mal ver. Yani ticaretin en eski yöntemi olan takası öngören bir sistem. Ve Türkiye gibi enerji bağımlısı bir ülke için tam bir piyango. Yani İran’a diyorsunuz ki senden 100 liralık petrol alırsam sana 100 liralık buğday, un, sağlık malzemesi vb veririm.
Türkiye’nin tamamen lehine olan bu sistem gereği ticaret başlıyor. Ama beklendiği üzere bizimkiler bunu nasıl suistimal eder ve yolumuzu buluruz diye oturup planlar yapıyorlar.
Kabaca söylersek; hayali faturalar, komisyonlar, hiç gelmemiş doğalgaz, hiç gitmemiş buğday ve sonuçta büyük bir kirli para trafiği. Bu ticaretin elbette İran’da da bir ayağı var. Karşılıklı olarak hem burası hem orası bu yolsuzluktan nemalanıyor.
Erdoğan ve çetesi bu ticaretten yüksek paralar kazanırken aslında olan İran’a oluyor. Bu ticarette esas dolandırılan İran.
İran kendi 17 Aralık’ını kendisi başlattı
İran’da baştakiler değişince bizimkilerin iş tuttuğu adamlara yönelik soruşturma açılıyor ve bizimkilerin İran ayağındaki adamları tutuklanıyor. Yani İran kendi 17 Aralık’ını kendisi başlatıyor ve Zencani şahsında bildiğimiz işadamı ve ekibini idama mahkum ediyor. İran idam cezasını hapse çevirmek bir şart sunuyor, “benim paramı getir”.
Yani İran’ın ambargoyu takmadınız, bizimle ticaret yaptınız gibi bir durumu yok zaten yukarıda da söylediğimiz gibi yapılan ticaret uluslararası anlaşmaların bir gereği. Bizim tek başımıza aldığımız bir karar da değil. Bir çok ülke benzer yöntemlerle İran ile bu ticareti yapıyor.
29 yaşında bir İranlı gencin Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bakanlarını hizaya çektiği bir durumla karşı karşı olduğumuzu herhalde duymayan kalmamıştır. Uzun yıllar devlette çalışmış bir tanesinin “Senin önüne yatarım” demesine mi ağlarsınız, bir hırsızı takip eden polisleri takip ettirdiğine mi? Pişkin diğer bir bakanın ayakkabı ve takım elbise çantasında rüşvet aldığının görüntüleri ve yasal telefon kayıtları malumunuz. Kola takılan saate takılmayın Çağlayan’ın Erdoğan adına yönettiği komisyonculukta o para bile değil.
ABD’lilerin zamanında Ali Babacan’a sakın bu işlere girmeyin diye uyardıkları ve herşeyden haberlerinin olduğunu kendisine ilettiklerini Ankara’daki bütün gazeteciler bilir. Zaten Reza’nın bir hırsız olduğu ile ilgili haberleri ilk yapan Yeni Şafak ve Akşam gazeteleridir.
Gelelim başlıktaki meseleye. Bütün bu işlerin muhatabı olan İran’ın neden sesi soluğu çıkmıyor. Ne Reza Türkiye’de yakalandığında ne de ABD’de yakalandığında diplomatik hiç bir girişimde bulunmayan İran’ın  mağdur olduğu halde sessiz kalması ilginç değil mi? Yoksa mağduriyet zannettiğimiz bu çarkta fazlası ile istediklerini almış olabilirler mi?
Erdoğan’ın ecdad ecdad diye tepindiği bin yıllık devlet geleneğini iğfal edercesine ikinci evim demesi boşuna değil mi yoksa? Devlet kademelerinde ne kadar etkili oldukları, Hakan Fidan ile nasıl iş tuttukları, kendi istihbarat birimlerinin Türkiye’de nasıl at koşturdukları bir çok kez belgeleri ile yayınlandı.
Nasıl bir devlet ki, başka bir devletin bu kadar içine girmesine müsaade etmiş diyemeyiz aslında. Devlet aklı bunları tespit edip yakalamış ve gereğini yapmış ama devletin başındaki adamlar bu işin içinde olunca maalesef fatura vazifesini yapanlara çıkmış.
Kim milliymiş, kim önden bahşişi alıp gereğini yapmış ortaya çıkacak
Reza’yı ve bağlantılarını deşifre eden, İranlı istihbaratçıları donlarına kadar ortaya döken insanlar bugün hapiste. Bu bile her şeyi anlatmıyor mu? Kim milliymiş kim bu ülkeyi peşkeş çekmiş resim aralanmaya başladıkça suç üstü yakalananların öfkesi daha da artacak.
İsrail için dünyadaki olan biten her şeyi kontrol ettiği şeklinde üretilen komplo teorilerinin benzeri İslam dünyası içinde İran için sıklıkla tekrarlanır. İran’ın o kadar güçlü bir devlet olduğuna şahsen inanmam. Ancak binlerce yıllık Pers devlet geleneği, diplomasi becerileri ve devrimden sonra hızlanarak artan yayılmacı siyasetlerinin getirdiği istihbarat tecrübesi ile bizimkilerden zeki oldukları ve parmaklarında oynattıkları kesin. Hiç umulmadık ülkelerle karşılıklı çıkar söz konusu olduğunda ortak çalıştıkları da bir çok kez deşifre oldu. Ehli sünnet ve bu çerçevedeki bileşenlerle her zaman bir mücadele içinde olduklarına da kimse itiraz etmez herhalde.
Devlet üst kademesinde satın alınamayacak kişilerin tasfiye olduğunu, Türk ordusunun tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşadığını, hariciyesinde diplomatların üçte birinin atıldığını, baştakilerin kirli işlerinin bütün istihbarat örgütlerinin elinde olup pazarlıklar yaptığını kayda geçelim.
Bütün yaşananları cemaat merkezli okumalar yaparak anlamlandırmaya çalışmak her zaman doğru olmaz, ancak şu da yanlış değildir; Türkiye işgale uğrasa yabancı ülkeler devlet sistemine en fazla AKP kadar zarar verirdi. Kim milliymiş, kim bu vatanın evladıymış ve kim önden bahşişi alıp gereğini yapmış eninde sonunda ortaya çıkacak. Kimsenin şüphesi olmasın.
(tr724)