Dindarlık ve Tutarlılık..

Yorum | Hakan Zafer

Şu “dindar” kelimesini kullanırken hep dur-kalk yapıyorum nedense. Boş ver, her kelimeyi hemen devamında izah edersen karşındakine ayıp etmiş olursun diye kendimi ikna edecekken “hocam dindar diyorsunuz da…” diye başlayan itiraz cümlesini duyunca “dindar olduğu iddiasında bulunanlar” gibi afilli bir izaha karar veriyorum. Bu durum “hep böyle mi devam eder?” endişemi giderecek iyi manzaralar göremeyince de korkuya dönüşüyor.
Yeniden tanımlama iddiası beraberinde kızgınlıkları da taşıyor görüneceği için şimdilik ona yanaşmamayı tercih ediyorum. İçeriğine göz atmanın, mümkünse “dindarlık şehrinin iyileri” üzerinden tanımlamanın yararlı olduğunu düşünüyorum.

Kuran’ın uyarılarının tamamı insanın evvelce verdiği söze (A’raf 172) uyması için yapılmış tutarlılık uyarılarıdır. Bu uyarıları dikkate alan, tavır ve davranışlarıyla arasında bağlar kurduğu bazı ilkelere sahip dindar kimselerin inançlarıyla tutarlı ve uygun davranışlarına dini terminolojide “salih amel” denilir. Üstelik Allah, bu denli tutarlı inananları içinde bulunduğu toplumların örnek alacağı kimseler olarak nitelendirir. (Bakara 143)

Çok farklı dindarlık tarifleri var. Eğer bu tanımlardan herhangi birine mecbur değilseniz eninde sonunda biri vasıtasıyla kendinizi dindar ilan edebilirsiniz. Hiçbir işe yaramaz belki ama en azından istatistiğe küçük bir katkı sağlayıp, %99’u diye şişirilen balona bir nefes de siz vermiş olursunuz. Son dönem saha çalışmaları –ki şu sıra dindarlık ile ilgili yapılanlara temkinle bakmadan edemiyorum- söylenenin fevkalade altında rakamlarla bizi tanıştırdı. Ben en düşüğünün de çok iyimser olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü aldığınız cevapları yapılan tanım üzerinden değerlendirdiğinizde tanım ve kabuller değiştikçe oran değişir. Böyle olunca Diyanet’in namaz kılma oranı ile ilgili yaptığı bir çalışmada cami imamlarına işin yüklenmesi sonucu cemaate “namaz kılıyor musunuz?” sorusunu yöneltip, elde edilen verinin sınırlılıklarıyla beraber Türkiye ortalamasını ifade ettiğini belirtmek gibi garip vakalar yaşanabilir.
Her mahallenin dindar tanımı da değişiktir. Boynuna astığı muskasıyla dindar olanından, sabah yürüyüşünü maneviyat görüp kendine özeni dindarlık sayanından, mahallesinin orta yerine diktiği bayrağının altında olmayı yegâne yeterlilik olarak göreninden birçok farklı tanıma rastlamak mümkün. Bunların yanında gerçek anlamda inançlarına bağlı olup “dindar mısınız?” sorusunu bir “estağfirullah” ile geçiştirenlerin varlığını da saygıyla anmak durumundayım.
DİNDAR KİŞİLİĞİN OLUŞUMUNDA TEMEL İLKE TUTARLILIKTIR
Kimseyi tanım dışına itmek değil muradım. Kişi kendine dindarım diyorsa kabullenmek durumundayız. Ancak bu işin bir tutarlılığının olması gerektiğine, hatta tutarlı olmanın dindarlığın vazgeçemeyeceğimiz bir yanını oluşturduğuna inanıyorum.
Dindarlık iddiasında bulunan bireyin önceliği olması gereken tutarlık, tüm tanımlama çabalarında bir problem olarak gözüküyor. İnanmış birey, inandığı bağlayıcı prensip ve kuralların birbiriyle çelişen sonuçlar doğurmamasına özen gösterdikçe dindar kabul edilmelidir. Allah, hiçbir kimsenin içinde iki kalp yaratmadığı için (Ahzab 4) dindar kişiliğin oluşumunda temel ilke tutarlılıktır.
Unutur insan o yüzden tutarsız davranır. Zihninde kavradığı ne varsa birden bırakır unutur. İp eğiren bir kadının sıkı sıkıya eğirdiği ipi sona geldiğinde bağlamadan bırakıp çözmesi (Nahl 92), sonra yeniden başlaması gibi her seferinde en baştan alır. Tutarlılığın önüne her ne geçip bize unutturuyorsa alınması gereken tedbir hatıra toplayarak insanın kendini hatırlamasıdır. Üzerine hatıra bindireceği eşya ve mekânla barışık yaşaması gereken insan ne duygularını ne de eşyayı israf edebilir.
Bir mecliste Hz. Peygamber’den (sav) kötülüğü tanımlamasını istiyorlar. O da kişinin sonradan hatırladığında utanacağı hatta göğsünü daraltan, başkalarının duymasından da rahatsızlık duyacağı davranışlarını kötülük olarak tarif ediyor. (Müslim, Birr 15, (2553); Tirmizî, Zühd 52) Demek kötü de olsa yaptıklarını bir kenarda tutup arada hatırlamak o kötülükle mücadele etmenin başlıca yoludur.
Çelişir insan. Unutur, çelişir. Bilmiyormuş gibi yapar, işine gelir çelişir. Ama bu çelişkili halini kutsayamaz, uzattıkça uzatamaz. Hatırlar, anlar ait olduğu noktaya dönmenin yollarını arar. Bu yönüyle tövbe, kişinin yeniden tutarlı hale dönme niyetini ortaya koyduğu kaliteli hatırlayışlardır.
SALİH AMEL
Tutarlı olmak değişmemek de değildir. Değişir insan. Hem de tanınmaz olana dek değişir. Ama değişirken de tutarlılığını yitirmez. Bir arayışın neticesi olarak değişir. Bir kıvam tutturana dek halden hale geçer. (Tin 4)
Kuran’ın uyarılarının tamamı insanın evvelce verdiği söze (A’raf 172) uyması için yapılmış tutarlılık uyarılarıdır. Bu uyarıları dikkate alan, tavır ve davranışlarıyla arasında bağlar kurduğu bazı ilkelere sahip dindar kimselerin inançlarıyla tutarlı ve uygun davranışlarına dini terminolojide “salih amel” denilir. Üstelik Allah, bu denli tutarlı inananları içinde bulunduğu toplumların örnek alacağı kimseler olarak nitelendirir. (Bakara 143)
Söz tam örnek alınacak kıvamda dindar olmaya gelmişken son dönem çalışmalarından bir örnekle noktalayayım. Çalışma, İngiliz asıllı ve İngiltere’de yaşayan, Hıristiyan iken Müslüman olmuş bir örneklem üzerine yapılıyor. Mülakattaki sorulardan biri;
“İslam ülkelerinden birinde yaşayarak Müslüman olmayı ister miydiniz?”
Soruya örneklemin %73’ü hayır cevabını veriyor. Soruyu hayır olarak cevaplayanlara bağlı bir devam sorusu yöneltiliyor;
“Neden?”
Cevaplayanların neredeyse tamamı benzer ifadelerle
“ eğer öyle olsaydı o coğrafyaların yerelliğini, kültürünü ve yanlış dini yorumlarını İslam’dan zannederdik” şeklinde cevaplıyor.
(TR724)