KURGU: ABDULLAH SALİH GÜVEN
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Emekli bir Diyanet İşleri Başkanı olarak bana bu imkânı sunan Başkanımıza teşekkürlerimi ifade ederek hutbeme başlamak istiyorum.
Muhterem Müslümanlar!
Tam 10 yıl önce bugün 15 Temmuz’da tarihimizin en ağır imtihanlarından diye nitelendirdiğim bir olay yaşandı Türkiye’mizde. “Hain darbe girişimi” koyduk bunun adını. Aradan geçen 10 yıl içinde birçok şey değişti. 15 Temmuz 2016-15 Temmuz 2026 yılları arasında geçen her bir gün “Doğruların bir gün mutlaka açığa çıkma gibi bir huyu vardır” ve “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” vecizelerinin hayata geçtiği günler oldu.
Hatırlayın, darbe girişiminin hemen akabindeki o acılı günleri. Devletimizin seçilmiş ve atanmış yönetici kadrosunun bizlere verdikleri bilgilere inanmıştık. Bu hain darbe girişiminin faillerinin, daha girişim devam ederken Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen Fethullah Gülen Cemaati ve onun ordu, emniyet ve sivil devlet kurumları içinde görev yapan sempatizanları olduğuna neredeyse iman etmiştik. Sorgulamamıştık o günlerde bu beyanları. Kur’an’ın ‘Ey iman edenler, herhangi bir fasık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz’ ayetini kulak ardı etmiştik. Darbenin bir numarası olarak gösterilen Fethullah Gülen, “Uluslararası bir araştırma komisyonu kurulsun, vereceği karara razıyım” derken, devletimizin başı 249 vatandaşımızın şehit olduğu bu feci olaya neden “Allah’ın lütfu” diyor diye mukayese bile yapmadık. Sanki Fethullah Gülen şeytan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da melekti. Devam eden OHAL günlerinde KHK ile yüz binlerce insanın işinden edilmesi, ev hanımları da dâhil 50 bini aşkın masum insanın terör örgütü suçlamasıyla hapishanelere atılmasına seyirci kalmıştık. Kendilerinden o günkü suskunluğumuzdan dolayı helallik dilemeye bile yüzüm yok. Dilesem “Hakkımız helal olsun” derler mi bilmiyorum ama yüzüm yere baka baka onlardan ve sizlerden helallik, Allah’tan da af diliyorum.
Muhterem Müslümanlar
15 Temmuz 2017 darbenin birinci yılı münasebetiyle başkanı bulduğum Diyanet İşlerinin aylık yayın organında bir başyazı yazmıştım. Yazının bütününe bakarsanız siz de göreceksiniz, sahip olduğumuz bilgiler ışığında o yazıda üç şeye vurgu yaptım. Henüz kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın darbe girişiminin suçlusu olarak ilan edilen Fethullah Gülen ve cemaatine -ki o dönemler ağzımızı doldura doldura “Fethullahçı Terör Örgütü” diyorduk- yönelik suçlamaları ezberden tekrar etme; ikincisi şehitlerimiz ve gazilerimiz üzerinden vatan sevgisi ve müdaafası; üçüncü olarak da dünyadaki ve özellikle yaşadığımız coğrafyadaki Müslüman ülkelerin ümidi olan Türkiye’de millet olarak birliğimizi koruma.
Son iki noktada söylediklerimin altına bugün de imzamı atarım. Bugün o metni yazsam, noktasına ve virgülüne kadar aynen yazarım. Fakat birinci hususla alakalı düşüncelerim ortaya çıkan gerçeklerden dolayı bütün bütün değişti.
Kendimle, gerçeklerle, aldattığım muhataplarımla ve Allah ile yüzleşmeye geçmeden son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; yukarıda da dediğim gibi aradan geçen bu 10 yıl gösterdi ki meğer ki ortada başarılı olması için planlanan ne bir darbe ne de bir darbe girişimi varmış. Aksine başarısız olması için ortaya konan bir oyun varmış ve ne yazık ki bu oyunun sahibi devletimizin üst düzey yöneticilerinin bilerek veya bilmeyerek içinde olduğu bir yapı imiş. Derin devlet, özel harp dairesi, gladyo adına ne derseniz deyin bu oyunu en ince ayrıntılarına kadar planlayan ve sahneye süren onlarmış. Cumhurbaşkanı, Başbakan, MİT müsteşarı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve bu oyunda etkin rol alan herkes kendi milletine, kendi ordusuna kumpas kuran insanlarmış. İşin aslı, asıl hain onlarmış.
Şimdi; helallik dilemenin en etkin yolu bu olsa gerektir diye o gün ne dedim bugün ne düşünüyor ve ne diyorum şeklinde bir mukayese yapacağım huzurunuzda.
Demiştim ki: ‘Arkasına birçok şer odağının desteğini alarak güçlenen ve sadece darbe değil, aynı zamanda katliam planları yapan FETÖ yapılanmasının…’
Diyorum ki: Arkasına birçok şer odağının desteğini alarak güçlenen ve sadece darbe değil, aynı zamanda katliam planları yapan Gülen Cemaati değil yukarıda ifade ettiğim derin devletin, özel harbin, gladyonun, halktan aldığı yetki ile bu millete hizmet etmek için hükümette görev alan seçilmişler ve onların atadığı bürokratik kadronun ta kendileriymiş. Kim bunlar derseniz? Daha nasıl açık nasıl söyleyeyim bilmiyorum ama deneyeyim; perde arkasındaki şer odağı destekçileri, yurt dışı uzantıları kimlerdir kesin ve keskin bir kanaatim yok ama perde önündekiler maalesef ve maalesef Cumhurbaşkanı imiş, Başbakan imiş, Genelkurmay başkanı imiş, MİT Başkanı imiş. Açıkça ifade edeyim, bu topraklar kendi halkına, kendi ordusuna, kendi polis teşkilatına, kendi memuruna böylesi bir tuzak ve kumpas kurmamış, idare edenlerin edilenlere yönelik gerçekleştirdiği böylesi bir ihaneti tarihi boyunca görmemiştir. Keşke o zamanlar gözlerimiz biraz daha açık olsaydı, en azından hapse atılan HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın 15 Temmuz darbesi için yaptığı “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kumpaslarından biriyle karşı karşıyadır” tespitini iyi okuyabilseydik.
Demiştim ki: “Devletimizin bütün kurumlarını yerle yeksan etmeyi, irademizi çökertmeyi, milletimizi sindirmeyi ve İslam ümmetinin umudunu toprağa gömmeyi hedefleyenler, rezil ve zelil olmuşlardır. Aklını, idrakini, izanını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi tuzaklarında boğulmuşlardır.”
Diyorum ki: Bu düşüncelerimde hiçbir değişiklik olmadı. Aynen katılıyorum ancak şu an itibariyle cevaplanması gereken önemli bir soru var ve bu soru yukarıdaki soru ile aynı; kim bunlar? Bu cümleleri kaleme aldığım dönemde kim bunlar sorusunun cevabı belliydi: o zamanlar adına terör örgütü ilavesi de yaptığımız Fethullah Gülen ve cemaatiydi. Ama şimdi gördük ki; yanılmışız. Devleti bütün kurumları ile yok etmeyi amaçlayan, milleti sindirmeyi, ümmetin umudunu toprağa gömmeyi hedefleyen, akıl, idrak iz’an ve vicdanını karanlık odaklara kiralayanlar maalesef o zaman başımızın üstünde tuttuğumuz iktidar partisiymiş. Haydi daha insaflı davranalım, genelleme yapmayalım ve şöyle diyelim; AKP içinde ipi eline geçirmiş belli bir zümreymiş.
Demiştim ki: “Aradan bir yıl geçtikten sonra bugün daha net bir biçim de görmekteyiz ki, kendilerine din-i mübin-i İslam’dan meşruiyet zemini üretmeye çalışan ayrılıkçı ideolojiler, siyasi ve iktisadi emellerine ulaşabilmek adına Allah’ın kelamını kullanmaya yeltenenler ümmete çok büyük zararlar vermektedir. Yaşadıklarımız, sadece din istismarının değil, aynı zamanda dış mihrakların da emperyalist hesaplarına ulaşmak adına dini ve din adamı kimliğini nasıl hunharca harcayabileceğinin acı bir ispatıdır.”
Diyorum ki: İlk cümlemdeki bir yılı, on yıl olarak değiştirin, bugün itibariyle aynı yerde durduğumuzu göreceksiniz. Maalesef bu çerçevede bir mesafe alınamadı. Hala daha siyasi ve iktisadi emellerine ulaşabilmek için dini kullanan, Allah ile aldatan, Allah’ı aldatan insanlar, gruplar, cemaatler, fırkalar, ideolojiler ülkemizde kol geziyor. Daha da acısı, asıl bunu yapanlar dün de bugün de devletin gücünü de arkasına alan İslamcılık ideolojisini gizli bir ajanda olarak benimseyip muhafazakâr demokrat kimliği ile siyasete atılan kişi ve partiler. Maziye bugünden bakınca gördüğümüz bu. Maalesef iktidarda kaldığı uzun yıllar boyunca göremediğimiz, belki de görmek istemediğimiz gerçek buymuş. Biz zannetmişiz ki bunu yapan kendi maddi imkânları ile ayakta durmaya çalışan küçük veya büyük cemaatlermiş, tarikatlarmış. Hâlbuki tehlikenin büyüğü bahsi geçen kimlikleri ile bizi idare eden devletlûlerimizmiş.
Açık ifade edeyim, o yıllarda ben de, kurum olarak biz de bu işin içindeydik. Hem de gırtlağına kadar. Camilerimizi siyaset meydanı haline getirdiğimiz günlerdi o günler. Vaazlarımıza, hutbelerimize, toplantılarımıza bakın. Amacımız halisti belki; vatanımızı, dinimizi, milletimizi, kültürümüzü koruyacağız diye yaptık bunları. Hâlbuki yaptıklarımız dinbaz siyasilerin yaptıklarına meşruiyet kazandırıyormuş. Halkımızın, terörle alakası olmayan 50 bin insanın tutuklanmasına bile bir taraftan şaşırıp öbür taraftan ses çıkarmaması, hatta bu kadar da bile olmaz dememesinin nedenlerinden belki de en önemlisi bizim farkında olarak ve olmayarak verdiğimiz destekten dolayı imiş. Sizlerden özür diliyorum. Helallik diliyorum. Aldanmışım. Aldatmışız.
Diyorum ki: O süreçte Cemaatin hiç mi suçu yoktu? Hayır, bunu da demiyorum. Hatasız kul olmaz. Bu kadar geniş bir kadroya sahip bir yapının içinde elbette yanlışlıklar, hatalar olur, olmuştur. O hain, başarısız olması için planlanan darbe görünümlü başarılı oyuna bilerek veya bilmeyerek katılanlar da olmuştur. Fakat ne olursa olsun bu hatalar, yüz binlerce insanın işinden edilmesini, 50 bini aşkın insanın tutuklanmasını, ailelerin parçalanmasını, hepsini bir tarafa koyalım terörist örgüt ilan edilmesini haklı çıkartacak hatalar değildi. Nerede masumiyet karinesi? Nerede suçun ve cezanın şahsiliği? Ahh, bu ilkeleri o zaman hatırlamalıydık, şimdi değil.
Hakkınızı helal eder misiniz bilmiyorum ama 90 milyonluk Türkiye halkından ve özellikle Cemaat mensubu olup o dönem katlanılması imkânsız acılar çeken, sıkıntılara düçâr olan kadın-erkek, çoluk-çocuk herkesten helallik, Allah’tan da af diliyorum. Allah milletimize böylesi günler bir daha yaşatmasın. Âmin!”
Sayın Başkan! Yukarıda okuduğunuz metin sizin er veya geç halka olmasa da aynanın karşısına geçtiğinizde kendinize ve daha da önemlisi yarın ahirette Hakkın önünde yapacağınız bir itirafnamedir. Bu itirafname hadiselerin görünen yüzünden hareketle benim kaleme aldığım bölük-pörçük düşüncelerden oluşuyor. Bir de sadece sizin, Erdoğan, Hakan Fidan, Hulusi Akar ve emsali oyun kurucuların ve elbette Allah’ın bildiği perde arkası var. Oralarda merkezinde kumpasın yerleştirildiği planlar var, projeler var. Siz onların bir parçası iseniz, tabii ki bu itirafnamede söyleyeceğiniz şeylerin kapsamı da, mahiyeti de dolayısıyla dileyeceğiniz helalliğin, göstereceğiniz pişmanlığın şiddet derecesi değişecektir. O artık sizin imanınıza, insafınıza kalmış. Tekrar söylüyorum: Bu muhtevadaki bir konuşmayı dünyada yapmasanız, yapamasanız da ahirette yapacaksınız. (tr724)