Türköne’ye tek Köşe Yazısından 4 Yıl 2 Ay Hapis Cezası; İşte O Yazı!

15 Temmuz sonrası OHAL döneminde kapatılan Zaman Gazetesi yazarlarından Mümtaz’er Türköne yazdığı bir köşe yazısından dolayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaretten 4 yıl 2 ay hapis cezası aldı. Mahkeme, davada Türköne’nin ‘Tehdit’ suçunun sabit olduğunu iddia ederek kararı verdi.
Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya başka suçtan tutuklu bulunan Mümtaz’er Türköne, Ses ve Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Şikayetçi Erdoğan’ın ise duruşmada avukatı Ferah Yıldız temsil etti. Ferah Yıldız, sanığın cezalandırılmasını talep etti.
Türköne: Suçsuzum beraatimi talep ediyorum
Sanık Türköne de davaya konu yazısında Cumhurbaşkanını tehdit amacının söz konusu olmadığını belirterek, “Suçsuzum beraatimi talep ediyorum” dedi.
4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı
Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı tehdit suçunun işlendiğinin sabit olduğunu belirtti. Sanık Türköne’yi 5 yıl hapis cezasına çarptıran mahkeme heyeti, sanığın yargılama aşamasındaki tutum ve davranışlarını takdiri indirim sebebi sayarak cezayı 4 yıl 2 ay hapis cezasına indirdi. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede şüpheli Mümtaz’er Türköne’nin “Arınç Saray’ı Sur’daki tünellere sokuyor” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanına yönelik tehdit suçunu işlediği iddia ediliyordu. İddianamede Türköne’nin 5 yıldan az olmamak üzere hapisle cezalandırılması isteniyordu.
İşte o yazı;
Arınç Saray’ı, Sur’daki tünellere sokuyor
Mümtaz’er TÜRKÖNE
4.2.2016
Bülent Arınç’ın Saray’a yönelik salvolarını, hâlâ kişisel bir çekişme olarak yorumlayanlar, ayrıntılara ve doğrudan söylenen sözlere odaklanmalı.
Sözler açık, bağlantılar açık, hatta stratejiler bile çok açık bir şekilde formüle bağlanıyor. Bırakın kılıçların kınından çekilmesini, mermi namludan çıkmış vaziyette. Ne için? Bir iktidar bloku çöküyor, yerini yeni bir iktidar koalisyonu alıyor. Taktik çıkışlar, gevezelikler değil, iki farklı güç arasında iktidar mücadelesine noktayı koyacak yüksek strateji devrede.
Arınç Saray iktidarını, Sur ve Cizre’de PKK’nın açtığı hendeklere ve tünellere gömecek savaşı başlattı. Gömebilir mi? Devletin ve yüksek bürokrasinin de içinde yer aldığı Saray’a alternatif geniş bir koalisyonun “sözcüsü” olduğunu dikkate alırsanız, “evet, gömebilir”. Çelik’in, Başbakanlık başdanışmanlığından ayrılır ayrılmaz sıraladığı Çözüm Süreci’ne yönelik radikal eleştirileri, Arınç’ın çıkışının öncesine yerleştirirseniz, dışlanmış iki silah arkadaşı arasında uyumdan öte, kapsamlı bir stratejinin devreye sokulduğunu görebilirsiniz. Savaş alanı olarak “Dolmabahçe mutabakatı” üzerindeki yoğunlaşmayı, mutlaka PKK’nın Bahar’la birlikte 35 civarında şehir merkezine yayacağı “Devrimci Halk Savaşı” ile irtibatlamanız gerekecek. Devlet Güneydoğu’da köşeye sıkışmış vaziyette. Sorumlusu “Dolmabahçe Mutabakatı”nda kendini ele veren Saray iktidarı. Türkiye’nin bu badireden en az zararla çıkabilmesi için, idam cezasının geri gelmesi, Dolmabahçe’de noktalanan Çözüm Süreci’nin sahiplerinin ipe dizilmesi lâzım. Sakın yanlış anlamayın, bir öneride bulunmuyorum, devlet aklının bu tür badirelerden çıkış yöntemini hatırlatıyorum.
Dolmabahçe Mutabakatı, Erdoğan’ın ve çevresindeki Çözüm Ekibi’nin, PKK tarafından -argo tabirle- tufaya düşürülmesi idi. “Silah bırakılacak ve kamu düzeni ihlal edilmeyecek” vaadi yüzünden 10 maddelik Öcalan’ın propaganda metni resmiyet kazandı. Erdoğan’ın gözettiği asıl hedef ise 7 Haziran seçimlerinin sükûnetle atlatılması ve başkanlık sisteminin önünün açılmasıydı. PKK için bu mutabakatın taktik bir hamle olduğu, 12 saat sonra Demirtaş’ın değişen tavrıyla ortaya çıktı. Erdoğan’ın bu mutabakatı reddetmesi için, Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını devreye sokması ve tam üç haftanın geçmesi gerekti. Saray sözcülerinin “30 yıllık Kürt isyanı sona erdi” alkışlarının “aldatıldık” feryadına dönüşmesi de bu üç haftanın sonunda gerçekleşti. Davutoğlu da Arınç da bu teşebbüse karşı çıkmıştı.
Arınç ile Erdoğan arasında “Dolmabahçe Mutabakatı” ekseninde yoğunlaşan polemiğin ayrıntıları çok önemli. Arınç’ın, “Her aşamadan Cumhurbaşkanı’nın haberi vardı.” sözünü, “yalan” değil de “dürüstlüğe aykırı” diye Erdoğan’ın reddetmesi, bu konunun gizli kalması için verilen sözlere göndermede bulunuyor. Ayrıca Erdoğan “benim bilgim haricinde yapıldı” demiyor; tersine “Benzer toplantılar daha önce de Sadullah Ergin ve Beşir Atalay ile Ankara’da yapıldı.” diyor ve karşı çıktığı şeyin toplantının yapılması değil -Yalçın Akdoğan, Efkan Âlâ ve Mahir Ünal için- “Onlarla aynı fotoğraf karesinde olmanız doğru olmaz.” dediğini hatırlatıyor. Kısaca gizli saklı bir ayrıntı yok. Cumhurbaşkanı sadece Anadolu Ajansı muhabirinin salona alınıp, Atatürk tablosu önünde Yalçın Akdoğan ile Sırrı Süreyya Önder’in çektirdiği fotoğrafa itiraz ediyor.
İki kere ikinin dört ettiği gibi, Dolmabahçe’de yapılan toplantının öncesinin ve sonrasının sonucu, bugün koskoca devletin Sur ve Cizre’de kazılan hendeklere yuvarlanması, ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri. Devlet aklının bu durumlarda bulduğu çözüm standart: O hendekleri hatası olanlarla doldurup kapatmak. Tersine bugün iç güvenlik yönetimi hâlâ Dolmabahçe ekibinin elinde ise sözü geçen birinin, taşları yerinden oynatacak şekilde konuşmaya başlaması gerekiyor. Bülent Arınç işte bunu yapıyor. Saray iktidarını Sur’daki, Cizre’deki tünellerin içine sokup, üzerine duvar örüyor.