CEVHERİ GÜVEN YAZDI…
Bir tost yapmak için 25 dakika uğraşır mısınız?
Peki, o tostu başkası yesin diye 7 metre yükseklikte bir duvardan fırlatır mısınız?
Bunu her sabah zevkle yapan birini tanıdım. İsmi: Murat Çapan…
Murat, Nokta Dergisi’nin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü’ydü. Erdoğan Rejimi’nin politikalarını eleştirdiğimiz için beraber tutuklanmıştık. İki ay, yan yana hücrelerde ama birbirimizi görmeden kaldık.
Demokrasi ile Erdoğan diktatörlüğünü ayıran Meriç’’i geçebilen Murat maalesef özgür dünyadan kopartıldı. Şimdi aramızda hücrelerimizi ayıran duvarlardan çok daha fazlası var. Özür dilerim Murat, senin için hiçbir şey yapamadım.
Benim yemek konusundaki umursamazlığımı ve cezaevinde zayıflayacağımı biliyordu. Sabahları hücremin duvarına vurduğunda hızla avluya çıkmam gerekiyordu. Sekiz adım genişliğindeki avlu, etrafı 7 metrelik duvarlarla çevrili beton bir kuyuydu aslında. Yan hücrenin 7 metrelik duvarından fırlatılan sıkı sıkıya gazete kağıtlarıyla sarılmış paketin içinden sıcacık enfes bir tost çıkardı.
Cezaevinde tost makinemiz yoktu elbette. Murat, su ısıtıcısının üzerine metal bir tabak koyup, kaynayan suyla tabağı ısıtıyor, üstüne başka bir metal tabakla bastırarak ve 25 dakika uğraşarak tost yapıyordu.
Hayatımda yediğim en enfes tostlar böylece yan hücremden geliyordu. Sonra Cumhuriyet Gazetesi’nden Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandılar ve onlar da tecrit hücrelerine koyuldular. Murat onlar için de tostlar yaptı.
Hücrede yalnızlığı en çok yemek yerken hissediyor insan. Kahvaltıda Murat’ın attığı tostu yakalamak, masada sıcak bir şeyin olması, yaşamayanın bilemeyeceği türden şeyler.
Murat zor bir çocukluk ve gençlik geçirmişti. Hayat onu pişirmişti. Ben ise neredeyse hiçbir zorluk yaşamamıştım ve aniden hücreye düşmenin şokunu yaşıyordum. Bir psikolog gibi her gün avluya çıkmamı sağlıyor, 7 metrelik duvarın üstünden beni bağıra bağıra konuşmamı sağlıyordu.
Kendini çevresindeki insanlardan sorumlu hissediyordu. Hatta gardiyanlardan bile.
Türkiye’de hukukun kısmen de olsa var olduğu günlerde beraberce Silivri Cezaevi’nden tahliye olduk. Ta ki, Türkiye’nin gazeteciler için cehenneme dönüşeceği günler gelene kadar.
Erdoğan’ın Olağanüstü Hal ilan ettiği Temmuz 2016’dan itibaren hayat Murat için de benim için de çekilmez hale geldi. Aranıyorduk, polis evlerimize geliyor, çocuklarımız ve ailemiz için durum katlanılmaz boyuta ilerliyordu.
Ben bir mülteci botuyla kaçak yollardan Avrupa’ya geçmeyi başarmıştım Murat’ı geride bırakarak. Umut dolu yüreği ona Türkiye’nin bu karanlık tünelden çabucak çıkacağını söylüyordu. Ama öyle olmadı.
Beraber yargılandığımız davada bizi tahliye eden mahkeme heyetini dağıttılar, hakimlerden birini ve avukatımızı tutukladılar. Yeni mahkeme heyeti bu şartlarda ikimize de ayrı ayrı 22.5 yıl hapis cezası verdi.
Ve Murat için de artık Türkiye’de yaşam şansı kalmamıştı. O da özgürlük yolunda bir mülteci botuna binmek zorundaydı.
Cezanın açıklanmasından iki gün sonra 24 Mayıs 2017’de ajanslara “Kapatılan Nokta Dergisi’nin müdürü Murat Çapan yakalandı” diye haber düştü.
Hellenic League of Human Rights’ın açıklamasıyla bütün dünya öğrendi ki Murat Özgürlüğe adım atmış, Yunanistan’a geçmeyi başarmış ancak hukuksuz biçimde Türkiye’ye geri atılmıştı.
Murat’ın geri atıldığını duyduğumda, kendimi evimin yakınındaki tarihi meydana atıp “Bunu nasıl yaparsınız” diye bağıra bağıra ağlamak, isyan etmek istedim.
Murat şimdi Erdoğan Rejimi’nin zindanlarından birinde 22.5 yıl hapis cezasını çekmek üzere tutsak. Üç çocuğu onu ayda bir kere ve sadece bir saat için görebilecekler. Kendi çocuklarıma vicdan azabıyla sarılabiliyorum.
2015’in son gününde Murat’la cezaevinden çıktığımızda nasıl olduğunu soran gazetecilere, “Haklı her zaman haklıdır, güçlü her zaman güçlü değildir.” demişti.
Erdoğan Rejimi’nin tıpkı diğer diktatörlükler gibi yıkılacağını biliyoruz. Gücü ilelebet devam etmeyecek. Ama pek çok insan telafi edilemez bedeller ödüyor. Batı demokrasilerinin bu süreçte, peşinde Erdoğan’ın silahlı adamlarının olduğu muhaliflere kapılarını açmaları gerekiyor. Murat’ın ve onun gibi özgür gazetecilerin, Kürtlerin, Gülenistlerin iadesi ya da geçiş kanallarının tıkanması sadece Erdoğan’ın diktatörlüğünü güçlendirmeye yarıyor.
Türkiye’de gazetecilik yapmak imkansız. Gazeteciler demokrasi mücadelesini ancak Avrupa kıtasından sürdürebilir. Şimdi bir kişi daha eksildik. Avrupa Birliği’nin demokrasi değerleriyle Erdoğan’ın diktatörlüğünü ayıran Meriç Nehri’ni geçebilen arkadaşım Murat maalesef özgür dünyadan kopartıldı. Bu Avrupa’ya hiçbir şey kazandırmadı. Erdoğan kurbanlar listesine yeni bir çentik atmıştır eminim.
Cezaevindeyken her akşam pencerelerimizi açar ve 7 metrelik duvarı aşacak kadar bağırarak birbirimize iyi geceler dilerdik. “Sana güzel bir şey söyleyim” der ve her gece yatmadan önce sihirli umut cümleleri kurardı. Beton duvarların arasında yatağa yalnız değil umutlarımla girmemi sağlardı.
Şimdi aramızda duvarlardan çok daha fazlası var. Ve ben hiçbir şey yapamamış olmanın utancıyla kendimi bir zavallı gibi hissediyorum.
Özür dilerim Murat, senin için hiçbir şey yapamadım. Beni affet..