İngiliz Financial Times gazetesi, 15 Temmuz tiyatro darbe girişiminden sonra kamu görevlerinden ihraç edilen, tutuklanan ya da kaybolanların yakınlarıyla konuştu.
Financial Times gazetesinde yayınlanan Mehul Srivastava imzalı haberde, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra olağanüstü halin geçici olarak ilan edildiği, ancak son olarak bu yılın Temmuz ortasına kadar uzatıldığı, böylece ülkenin en az bir yıl OHAL altında yönetilmiş olacağı kaydediliyor.
BBC Türkçe servisinin aktardığı haberde, “OHAL Türkiye’nin hapishanelerini doldurdu, mahkemelerini taşırdı, aileleri birbirinden ayırdı ve Erdoğan’ın bütün güçlerin onda toplandığı, neredeyse sorgulanamaz bir başkanlığa erişmesine yardımcı oldu” ifadesi yer alıyor.
Haberde olağanüstü halin ilanından sonra “Cumhurbaşkanı’nın ilk hedefi Fethullah Gülen’in sempatizanları olduğu ancak daha sonra hedef alanının genişlediği” belirtiliyor:
“Rejimi sinirlendiren herkesi süpürdü. Türkiye’yi modern çağa uygun bir McCarthycilik (yeterli delil olmadan hükümeti devirme ve vatana ihanet gibi suçlamalarda bulunma uygulaması) sardı. 40 binden fazla kişi tutuklandı, en az 150 bin kişi işten atıldı ve kara listeye alındı. Hiç kimse mahkumiyet giymedi, binlerce kişi hapse atıldı, on binlerce kişi mahkemeye çıkarılmayı bekliyor.”
Haberde, “Erdoğan’ın temizliğinin bazı kurbanları” olarak tanımlanan, kamu görevlerinden ihraç edilmiş, tutuklanmış ya da kaybolan kişilerin yakınlarının görüşleri de yer alıyor.
BETÜL CELEP: KARARNAME İLE KOVULMUŞSANIZ, CÜZAMLI GİBİSİNİZ
Financial Times, “Betül Celep resmi gazetede adını okuduğunda, bildiği anlamdaki hayatı son buldu” ifadesi yer alıyor. Valiliğin bir yardım kuruluşunda çalışan 36 yaşındaki Celep’in, bazı iş arkadaşlarının daha önce işten çıkarılması nedeniyle gergin bir şekilde resmi gazeteyi kontrol ettiği belirtiliyor.
Yalnız yaşayan Betül Celep’in ismini okuduğunda aklına ilk gelen bakımını üstlendiği 50 kedi olmuş.
Haberde işten çıkarma için bir sebep gösterilmediği ve temyiz şansı bulunmadığı yazıyor. Celep, “Hiçbir zaman elime bir belge, bir açıklama geçmedi” diyor: “Solcuydum, sendika temsilcisiydim, feministtim. Size bir neden göstermediklerinde, nedeni tahmin etmek zorunda kalıyorsunuz. İnşa ettikleri yeni Türkiye’de benim gibi birini istemediler.”
Şimdiki hayatı OHAL’den önceki hayatından oldukça farklı.
“Eğer kararname ile kovulmuşsanız, cüzamlı gibisiniz” diyor. “Kimse sizinle konuşmak istemiyor, kimse size dokunmak istemiyor, kimse davanızı üstlenmek istemiyor, kimse size yaklaşmak istemiyor. Bu toplumda bizim gibi insanlar için yer yok.”
Celep, işten çıkarıldığından beri İstanbul’un Kadıköy semtinde her gün OHAL’den etkilenenlere dikkat çekmek için birkaç kişiyle birlikte eylem düzenliyor.
İstanbul Üniversitesi’nde cinsiyet çalışmaları üzerine yüksek lisans yapmak için biriktirdiği parayı harcayarak yaşıyor, ancak bunun çok uzun sürmeyeceğini belirtiyor. Celep eylemlerde yer aldıktan sonra polisin eve gelmesi üzerine kendi işini de kaybetmekten endişelenen ev arkadaşı, evden taşınmış.
“Etrafınızdaki bütün ilişkiler değişiyor. Bir zamanlar arkadaşınız olanlar sizi aramamaya başlıyor ve onun yerine yeni arkadaşlar ediniyorsunuz, yeni ilişkiler kuruyorsunuz. Şimdi polis yetkilileri beni tanıyor. Kahve içerken ya da sokakta beni gördüklerinde selam veriyorlar.”
Celep, “Çok fazlayız. Gücümüzü kullanabilirsek, zulmü bitirebiliriz” diyor.
SEZGİN YURDAKUL: ZİNCİRDEKİ EN ZAYIF HALKAYIZ VE ELENDİK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait şehir hatlarında çalışan Sezgin Yurdakul, bir gün kızının gittiği okula ve Bank Asya’daki hesabına ait belgelerin işverenleri tarafından önüne serildiği bir toplantıyla işten çıkarılmış.
40 yaşındaki Sezgin Yurdakul, kızının okuduğu okulun Milli Eğitim Bakanlığı onaylı bir okul olduğunu ve okul ücretini ödeyebilmek için işverenlerinden yardım aldığını, bu yardımın da Bank Asya’ya yatırıldığını söylüyor.
“Ben kızımı bu okula göndererek terörizme katkı sunduysam, bana yardım eden yetkililerin kabahati nedir?” diye soruyor.
Bank Asya’yı faiz almayarak İslami bankacılık ilkelerine göre çalıştığı için seçtiğini anlatan Yurdakul, şimdi işsizlik maaşı da alamıyor. Bugüne dek 20 işe başvurmuş, “Hikayenizi anlattığınızda, kimse size iş vermiyor” diyor.
Evini satarak, ülkenin kuzeyindeki memleketine yerleşmeyi düşünen Yurdakul, bu sürecin kendisinden çok eşi ve kızı için zor olduğunu anlatıyor. Eşi psikoloğa görünmüş, antidepresan ve uyku hapları kullanmış. Yeni doğan bebeklerini emzirirken sütten kesilmiş. 13 yaşındaki kızı da yeni okuluna alışmakta zorluk çekiyor.
‘Hayatımız tepe taklak oldu. Büyük kızım okul değiştirmek zorunda kaldı ve yeni okulunda kendini yalnız hissediyor. ‘Babası F..Ö’ diyorlar. Hiç arkadaşı yok.”
Yurdakul öfkeli. Hükümetin, Bank Asya’yı daha fazla kişiyi tuzağa düşürmek için açık tuttuğunu ve eski işyerinin muhaliflere ilişkin kotayı doldurmak zorunda olduğu için işten çıkarıldığını düşünüyor.
“Siyasi bağları olan bazı kişiler tanıyorum ve onlar yırttı” diyor, “Siyasi bir bağımız ya da ‘Gel ve beni kurtar’ diyecek bir siyasetçi tanıdığımız yok. Biz zincirdeki en zayıf halkayız ve elendik.”
ESRA ER: EĞER EŞİN KATİL OLSAYDI SANA YARDIM EDERDİK…
Esra Er bir deniz subayının eşi. Kocası 22 Kasım’da işten çıkarıldı ve o gün en az 15 bin 408 kişi daha kovulmuştu.
Er’in en küçük oğlu Halim’in darbeden bir gün önce doğum kusuruyla doğduğu ve acil tıbbi yardıma ihtiyaç duyduğu kaydediliyor.
Esra Er, ‘ByLock kullanmak’ suçlamasıyla ocak ayında tutuklanan eşinin bu uygulamayı kullanmadığını söylüyor. Yetkililerin başka detay vermediği ve hala resmi olarak suçunun kendine iletilmesini beklediği kaydediliyor.
“Bize söyledikleri şu: ‘Suçlu olmadığını kanıtlayın. Onu yakaladık. Masum olduğunu kanıtlayın.’ Eğer herhangi bir kanıt sunsalardı eşimin masumiyetini kanıtlayabilirdik. Ama bunu yapamıyoruz.”
Esra Er şimdi nefes alma zorluğu yaşadığı için tüpe bağlı olan oğlu Halim’e bakmaya çalışıyor. Ameliyatının parasını ödeyemiyor. Haberde Esra Er’in sadece sosyal güvenlik ve sağlık sigortasından mahrum olmadığı, aynı zamanda tutuklanmasından iki ay sonra işsizlik maaşının da kesildiği, ayrıca yoksullara verilen sosyal yardım kartının da kendisine verilmediği belirtiliyor.
Sosyal güvenlik yetkilisinin şu sözlerini aktarıyor: “Eğer eşin uyuşturucudan ya da adam öldürmekten cezaevinde olsaydı, sana yardım ederdik, ama eğer Gülenciyse, senin için yapabileceğim bir şey yok.”
Haberde Esra Er’in ülkeden ayrılmaya çalıştığında da pasaportuna yurt dışına çıkış yasağı konduğunu öğrendiği yazıyor: “Burada yaşamama izin vermiyorlar, buradan ayrılmama izin vermiyorlar. Mahvoldum.”
AYŞE: EŞİM KAYIP, BEN DE BÜTÜN UMUTLARIMI KAYBETTİM
Financial Times’ın haberinde az sayıda insanın kaybolduğu iddialarına da değiniliyor ve bu vakaların çoğunlukla üzerlerinin örtülü kaldığı yazıyor.
Bir istihbarat görevlisinin eşi olan Ayşe gazeteye konuşmuş. Ayşe, eşinin ismini ya da soyadlarını vermek, fotoğraf çektirmek istememiş.
“1 Kasım’da Ayşe’nin eşi, 37 yaşındaki Türk istihbarat yetkilisi Ankara’da oğlunu anaokulundan aldı ve Ayşe’nin babasına bıraktı. Son görüntüleri mahalledeki CCTV kameralarında görüldü. O zamandan beri onu görmedi ya da ondan haber almadı” deniyor haberde.
Darbe girişimini izleyen günlerde Ayşe’nin eşinin işinden uzaklaştırıldığı ve en sonunda atıldığı kaydediliyor. Ayşe’ye takip edildiğinden endişe ettiğini ve muhbir olmaya zorlandığını, ancak hiçbir şey bilmediğini söylüyor.
Haberde söz konusu istihbaratçının kariyer basamaklarını tırmanmak için Türkiye’nin pek çok şehrinde ve Atina’da çalıştığı, özel araştırmalar yürütmek için zaman zaman Ankara’ya döndüğü anlatılıyor: “Bu işi alabilmek ve diplomat olabilmek için çok uğraştı. Uluslararası İlişkiler okudu. Gece gündüz çalışıyordu. Oğlumuzun çocukluğunu kaçırdı.”
Telefonu çalıyor ve 5 yaşındaki oğulları arıyor. Ayşe oğlunu zaman zaman kendi kendine konuşurken yakalıyor, kiminle konuştuğunu sorduğunda babasıyla oynadığı yanıtını alıyor.
“Bütün değerlerim yıkıldı. Bütün umutlarımı kaybettim. Bazen oğlumla birlikte ölmeyi ve bütün bu kargaşadan kurtulmayı düşünüyorum” diyor.