[Analiz: Erman Yalaz]
Biz gazeteciler çok iddianame okuruz. Çok mahkemeye gideriz, çok savcı görürüz. Mesleğin duayenlerinin en azından her darbe dönemine ait hapishane anısı, tutsaklığı vardır. Marifet olduğundan değil. Gazeteciler muktedirlerin hep hedefi olduğundan. Biz gazeteciler çok hedef oluruz. Sağ sol ayırmaz bu. Uğur Mumcu’yu alır aranızdan, bir vakit gelir Hırant Dink’i vurur kirli eller. Sabahattin Ali’yi katleder sürgün ve gurbet yollarında. Nazlı Ilıcak’ı, Taha Akyol’u gazeteci; Ekrem Dumanlı’yı genç bir lise talebesi olarak hapse atar. Güç sahipleri hıncını alamazsa asmak ister. Susturmak için cinayet, suikast işler-işletir. Yeni dönemin suikastları böyle; yani AKP ve Erdoğan Rejimi’nin gazetecilere kestiği cezalar seçilmiş savcı-hakimler eliyle veriliyor.
İki haftadır medya mensuplarının terör örgütü üyesi suçlamasıyla ilgili yargılanmasına ilişkin bir dizi gelişmeye şahit olduk. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gözaltına alınıp tutuklanan, attıkları twitlerden başka suç unsuru bulunmadığı için bu suçlamalarla yargılanan 25 gazetecinin 21’nin tahliyesi mahkeme kararına rağmen rejimin ali menfaatleri ve yandaş gazetecilerin talimatlarıyla durduruldu. Hafta başında ise Cumhuriyet Gazetesi’nin tutuklu yöneticilerinin iddianamesi tamamlandı. Cumhuriyet’e iki ana suçlama yönetiliyor 400 küsür sayfalık iddianamede. Gazetecilerin konuştuğu irtibat kurduğu çevrelerin içinde Bylock kullanıcılarının olması, Cumhuriyet’in yayın çizgisinin 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandallarının ortaya çıkmasıyla değişmesi. Can Dündar’ın bir numaralı sanık olarak yer aldığı iddianamede 19 sanık hakkında ‘terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, yardım yataklık’ suçlamasıyla 7.5 yıldan 43 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Örgütler PKK, ‘F..Ö’, DHKP-C…
SEN MİSİN BYLOCK’ÇULARLA KANKA OLAN
İlk suçlama iddianamenin girişini epey bir kaplıyor. Bylokçularla kanka olma meselesi. Kadri Gürsel’in Bylock kullanıcısı 92 kişiyle ve F..Ö/PDY yargılamasında adı geçen 21 kişiyle irtibatı tespit edilmiş. İddianameyi okuyan Gürsel, tepkilerini avukatları aracılığıyla iletti. “Kimi aramışım, ne görüşmüşüm, twitlerimi rt edenler de var mı ?” diye sordu savcılara.
Fethullah Gülen, Gülen Cemaati ile fikri uyuşmazlık sahibi Hikmet Çetinkaya’nın bile Bylock’çu kankaları varmış. Düşünün artık. Ya Bylock ve cemaat her yeri sarmış. Ya da iddianame ve fezleke hazırlayan savcı ve polislerin paranoyası her yerde.
Bir de İsmail Saymaz var. Hürriyet’ten Bylock’un patentini elinde tutan David Keynes ile çarşaf çarşaf konuştu. Kanka meselesinin ötesinde birşey hani, yandaşları da kızdırdı. Hatta Bylock yalanlarını ve efsanelerini çökertti. Bu iş ona da uzanır mı?
Asıl mesele Kadri Gürsel’in sosyalliği ise diyecek bir şey yok. Kim peki Kadri Gürsel? Uluslararası Basın Enstitüsü(IPI) Türkiye temsilcisi. Gazetecilerle veya haber kaynağı olarak kendini arayanlarla konuşmayacak mı?
Can Dündar, Hüseyin Avni Mutlu’yu aramış. Vali Mutlu örgütten tutuklu. O zaman Dündar da suçlu! Eeee her hafta sonu bir dizi bakanı başbakanı karşılıyordu sayın Vali. Ne olacak şimdi? İstanbul’un yarısı suçlu? Vali meşhur. Tanınıyor.
ENGİN AĞABEY SEN YANMIŞSIN! NE SULH NE SELAMET…
13 numaralı Aydın Engin’in kabahati daha büyük. Ben de tanıyorum şahsen. Adam gibi gazeteci, her dönem hakkı tutmuş, çilekeş, mahpus yüzü görmüş, ama mesleğinden ve Türkiye’den umudunu kesmemiş bir aydın. Neyle suçlanıyor? 13 Temmuz 2016’da Cumhuriyet’teki köşesinde ‘Cihanda sulh, peki yurtta ne?’ başlıklı bir yazı yazmış. Darbeden iki gün önce üstelik. Olacak iş değil. Engin Ağabey İstanbul’da mukim. Savcıların iddiasına göre o bu yazıyı yazdığı gün darbedeki rolü hala çözülümeyen Adil Öksüz denen kişi, üstelik Bylock kullanıcısı, yurda dönmüş. İstanbul’a. O yurda dönmüş, Aydın Engin de darbecilerin Yurtta Sulh Konseyi adını verdiği yapısına talimatı çakmış yazısıyla. Şaka değil, ciddi. İddianame böyle diyor. Zamanlama manidar Aydın Ağabey. Bu suçlamadan zor yırtarsın!
İyi de Aydın Engin ne yazmış o yazıda? Barış yazmış.Atatürk’ün ‘yurtta sulh cihanda sulh’ sözünden ilhamla Türkiye’nin kısa tarihini, AKP (Tayyip Erdoğan ) dönemi iç ve dış politika yanlışlarını yazmış. Mesela One Minute, Ey Eset, Ey Putin atarlanmalarının hikaye olduğunu anlatmış. Binali Yıldırım’ın büyük barış projesini de kaleme almış objektif şekilde. Soru sormuş ama haddi olmayarak. Cemil Çiçek’in ‘içerde barış lazım’ çıkışına değinmiş ve eklemiş: “Peki, kimlerle barışacak AKP iktidarı ve onun başı Tayyip Erdoğan? Kürtlerle mi? Alevilerle mi? Akademisyenlerle mi? Öğrencilerle mi? İşçilerle mi? Gazetecilerle mi? Soru, cevabını içinde taşıyor gibi. Galiba yanılmıyorum…”
Bu yazı darbe talimatı. Yurtta Sulh Konseyi diye birşey var sonuçta üç kelimeden ikisi Aydın Engin’in yazısında geçiyor. Savcı tutuklama talep etmeyecek de ne yapacak!
BYLOCK YOK, ENGİN ABİNİN DOSTLUKLARI VAR…
Bir de Bylokçularla, örgüt(!) üyeleriyle teması tespit edilmiş Engin Aydın’ın. Kendisi araştırıp yazdı; “Bir de iddianamede uzun uzun yer alan ByLock konusu var. Ancak benim ByLock ilişkimde bir tuhaflık var. Harun Tokak’la da telefon irtibatım tespit edilmiş. Olabilir. Harun Tokak’ı tanıyorum. Cemaatin vitrindeki ve galiba önde gelenlerinden biriydi. Savcı, Harun Tokak’la Haziran 2008’de konuştuğumu saptamış. Eeee? Google sordum o tarihte ByLock henüz icat edilmemiş. Bu bir. 2008’de ben Cumhuriyet’te çalışmıyordum. Bu da iki.”
Eee sayın savcım!? Ne olacak şimdi? Engin Ağabey hanımına bile Bylock varsa konuşmam diyor telefonlarda artık.
Karikatürist Musa Kart bile Bylockçularla irtibatlı bulunmuş. Adam çizer, yazmıyor ki. Bylock’u kullanarak mı çiziyormuş! Absürtlük üstüne absürtlük.
DEĞİŞİM CUMHURİYET MANŞETLERİNDE GİZLİ
400 küsür sayfa yorulmaya gerek yok. İlk başta yazılan manşetleri hatırlasak yeter. Çünkü bu manşetler Cumhuriyet’in yayın çizgisinin değiştiğinin ispatıymış! Bakalım sırayla: Ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya, Kandil’den Hakan Fidan için sarsıcı açıklama, MİT suç işledi, Erdoğan’la IŞID’i yenemeyiz, O tır MİT’in, İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar, Nusaybin yerle bir, Bodrum’a baskın: onlarca ölü, Hükümetin planı, seçim sonrası savaş, 1 Numara Erdoğan’dı, Yüce Divana gitse hayatı bitmiş olurdu, Tekbirle patlattı, Pimi çektiler, Gece yarısı bir el durdurdu, O savcılar gitti, Yedi Tır’lık kriz, Çöküş korkusu, Katliam ülkesi, Kadınlar Çelik’e saldırdı…
Gazeteciyiz biz. Soru sormaya meraklıyız. Savcı bu manşetlerle Türkiye Cumhuriyeti hükümetine iftira atıldığını, F…. PKK-KCK örgütlerinin propagandasının yapıldığını düşünüyor. O yüzden bu manşetler suç. Basın kanunu ortada, suçsa bu manşetlerin yargılanmış olması gerekir. MİT tırları haberi dışında yargılanması yapılmış haberi hatırlayamadım ben. Bir önemli soru daha. Bu haberlerin içinde geçen gizli özne kim peki? Receeeep. Tayyyiiiiip. Erdoğaaaaaan. Savcı davayı kimin için açmış, iddianame neden hazırlanmış? İşte cevabı bu.
IŞİD HABERLERİ, TIR MANŞETLERİ GERÇEKTE NE ANLATIYOR?
Ne anlatıyor bu manşetler? Devletin kimyasını bozan, mafya düzeni kurup IŞİD, El Nusra’ya silah aktaran; anayasa kanun dinlemeden Kürt vatandaşların yoğun olduğu yere PKK’nın silah mühimmat biriktirmesine göz yuman, sonra vatandaşının üstüne tank süren, evini bombalayan devleti anlatıyor. Atatürk Havalimanında, Sultanahmet’te, Vezneciler’de Diyarbakırda patlayan canlı bombaları, göz yumulan IŞİD’cileri, Cihat, savaş deyip ortalığı kana bulayanları, İslamı kirletip terör yapanları anlatıyor.
Ama savcı böyle düşünmüyor. Yayın çizgisi değişmiş! Bence iyi olmuş. İyi bir Cumhuriyet okuru olarak hükümetin ve çevresinin ne naneler yediğini güzel güzel öğreniyorduk.
AHMET ŞIK’I İKİNCİ KEZ İÇERİYE ALDIRAN İRADE
İddianameye 19. sıradan eklenen Ahmet Şık’ın durumu ise vahim. Ahmet’i de meslektaş olarak tanıyorum. Taksim’de, Beşiktaş’ta sol örgütleri, PKK’yı, DHKPC’yi takip ederken polisten yediği dayağın, gazın haddi hesabı yoktur. Bizim meslekte saha muhabiri, görmüş geçirmiş adamdır. Ya coplanır bir yerde ya mutlaka eylemin gazını yiyenlerin yanında iki kare fotoğraf çekerken öksürüklere hıçkırıklara boğulur. Bu kez Ahmet Şık’ı fena yakalamış savcılar.
EL NUSRAYI, CİZREYİ, TAHİR ELÇİYİ SORMUŞ… SUÇ OLMUŞ
”Suikastçının Nusra’cı değil F…’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız?’ diye sormuş Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un kameraların gözü önünde katledilmesine tepki olarak.
”Cizre’de evlerin bodrumlarında yakılanlarla İstanbul’da bomba ile parçalananları kıyaslayacağına ikisini de itiraz et. İkisi de şiddet” demiş. ”Devleti mafyalaştıranların suçlarının soruşturulmasını engellemek için savaş çıkardığına inananlar, bomba patlatılacağına neden inanmaz”diye twit atmış 28 Kasım’da.
”Tahir Elçi’yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız” demiş. ”ABD ve AB’nin cihatçı teröre karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olmaz mı?” demiş.
Evet aynı soruları soruyorum. Katılıyorum yazdıklarına. Olamaz mı? Görmedik mi bir büyükelçinin bir AK polisi tarafından öldürülmesinin üstünün nasıl örtüldüğünü? El Nusra türküleri söylerken görmezden gelindiğini? Tahir Elçi’nin bir gün önce tutuklanmak üzere Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na çağrıldığını; bir ‘Barış Elçisi’nin bir gün sonra katledildiğini görmedik mi? Ahmet Hakan’ın kıl payı soruşturmadan yırttığına şahit olmadık mı? Devletin bir mafya düzeninde yönetildiğini, yönetilmeye devam edildiğine şahit olmadık mı?
SAVCI KİRAZ’IN ÖLÜMÜNÜ AYDINLATAMAYANLAR GAZETECİLERDEN NE İSTER
Bir de şehit savcı Mehmet Selim Kiraz’ın manşetlerdeki fotoğrafları, Ahmet Şık’ın vurulan DHKPC’lilerle röportajı delil olmuş. Savcının katilleri, silahların içeriye nasıl girdiği, acemi bir polis operasyonu ile müzakerenin ortasında nasıl katledildiği, cesedinden kaç polis mermisi çıktığı sorulmuyor, sorgulanmıyor. Bir gazetecinin ulaşıp konuşabildiği kişileri devletin niye ikna etmediği, Savcı Kiraz’ı nasıl kurban ettiğini soran yok!
Aynı soru yine aklıma düşüyor. Ahmet Şık’ın yazdığı bu twit mesajlarının, yorumlarının gizli öznesi kim? Recep Tayyip Erdoğan. Bu iddianameler ve yaşadıklarımız içinde gerçek failleri de barındırıyor anlayacağınız.
İDDİANAMEDE ASIL FAİLLER DE VAR….
Bir de olayın ters köşesinde tanık gazeteciler var. Mesela Mustafa Balbay, Alev Coşkun, Mehmet Faraç, Rıza Zelyut, Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce tanık olmuş. Bir grup eski Cumhuriyet yazar çizer yöneticisi. Diğeri yürüyen zulüm iktidarının kalemşörü, tetikçileri. Balbay ile Coşkun’un şikayet mektuplarıyla başlayan süreçte Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri ve vakıf yönetiminin zaten süren bir dava ve yargılaması var. Savcı ‘yayın politikasının değiştiğini’ bu tanıkları şahit tutarak anlatıyor. Tam bir ‘bozacının şahidi, şıracı’ olayı.
Neden bunu yapıyorlar? Tarihler o gazetecilerin mahkeme salonlarına gittiğini gösterdiğinde öğreneceğiz.
YARGIYA BRİFİNG VEREN MİT…
Bir son notu da aktarmadan geçmek istemiyorum. Tutuklu 21 gazetecinin salıverilmesinden sonra Akşam’dan Murat Kelkitlioğlu isimli bir başka yandaş yazar önemli bir bilgiyi ifşa etti. Kelkitlioğlu’nun yazdığına göre, MİT işi gücü bırakmış adliye adliye gezip hakim savcılara ‘Bylock birifingi’ veriyormuş. Dün 28 Şubat postmodern darbesinde Ankara’ya toplanıp yargıçlara ayar verilmesinden fark ne? Farkı, hizmet ayağa kadar gidiyor. Sonra söz dinlemeyen hakim-savcılar, ‘Bu bylock delil olmaz, suç unsuru yok’ diyenler bir sonraki HSYK toplantısının yolunu gözlemeye başlıyor. Adalet, hukuk, demokrasi… Sizlere ömür.
Gazetecileri tutuklatan irade, gizli özne böyle istiyor.
CUMHURİYETTEKİ MESLEK BÜYÜKLERİM, MESLEKTAŞLARIMA….
Kırılmazlarsa hapis çilesi çeken meslektaşlarım ve Cumhuriyet’e gönül veren gazetecilere de bir şey demek isterim. Bylock da, örgüt üyeliği iddiaları da hikaye. Dert şu; gizli öznenin ayağına bastık. 17/25 Aralık’ta bu gizli özne fena yakalandı. Örtmek istedi hırsızlıkları, yolsuzlukları… Bir savcılar, bir Cumhuriyet, bir Zaman, bir Sözcü, bir Bugün kurcaladı. Kurcaladıkça ardı geldi. Çorap söküğü gibi. Gizli özne bakanlarını kurtardı, öte yanda ‘Sır Küpü’ tırları yakalattı. İşler yine mahvoldu. Kalem bu gözü kör olsun. Yazıyor, yazdıkça gizli özne kızıyor. Bütün mesele bu!
Mahpusluğumuzun, 200 küsur gazeteci arkadaşımızın çilesi, binlercesinin işsiz kalması da bundan. 27 Mayıs cuntacılarının hakimi Salim Başol’un meşhur sözü burada da geçerli: Bu kez darbe sivil görünümlü. Bakmayın 15 Temmuz darbe girişimi soslarına. “Sizi, bizi, gazetecileri buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” Bizim gazeteciliğimize ‘F..Ö’ diyenler, sizinkine de ‘suyunun suyu’ deyip ceza kesiyor. Olay bu. (TR724)
İki haftadır medya mensuplarının terör örgütü üyesi suçlamasıyla ilgili yargılanmasına ilişkin bir dizi gelişmeye şahit olduk. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gözaltına alınıp tutuklanan, attıkları twitlerden başka suç unsuru bulunmadığı için bu suçlamalarla yargılanan 25 gazetecinin 21’nin tahliyesi mahkeme kararına rağmen rejimin ali menfaatleri ve yandaş gazetecilerin talimatlarıyla durduruldu. Hafta başında ise Cumhuriyet Gazetesi’nin tutuklu yöneticilerinin iddianamesi tamamlandı. Cumhuriyet’e iki ana suçlama yönetiliyor 400 küsür sayfalık iddianamede. Gazetecilerin konuştuğu irtibat kurduğu çevrelerin içinde Bylock kullanıcılarının olması, Cumhuriyet’in yayın çizgisinin 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandallarının ortaya çıkmasıyla değişmesi. Can Dündar’ın bir numaralı sanık olarak yer aldığı iddianamede 19 sanık hakkında ‘terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, yardım yataklık’ suçlamasıyla 7.5 yıldan 43 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Örgütler PKK, ‘F..Ö’, DHKP-C…
SEN MİSİN BYLOCK’ÇULARLA KANKA OLAN
İlk suçlama iddianamenin girişini epey bir kaplıyor. Bylokçularla kanka olma meselesi. Kadri Gürsel’in Bylock kullanıcısı 92 kişiyle ve F..Ö/PDY yargılamasında adı geçen 21 kişiyle irtibatı tespit edilmiş. İddianameyi okuyan Gürsel, tepkilerini avukatları aracılığıyla iletti. “Kimi aramışım, ne görüşmüşüm, twitlerimi rt edenler de var mı ?” diye sordu savcılara.
Fethullah Gülen, Gülen Cemaati ile fikri uyuşmazlık sahibi Hikmet Çetinkaya’nın bile Bylock’çu kankaları varmış. Düşünün artık. Ya Bylock ve cemaat her yeri sarmış. Ya da iddianame ve fezleke hazırlayan savcı ve polislerin paranoyası her yerde.
Bir de İsmail Saymaz var. Hürriyet’ten Bylock’un patentini elinde tutan David Keynes ile çarşaf çarşaf konuştu. Kanka meselesinin ötesinde birşey hani, yandaşları da kızdırdı. Hatta Bylock yalanlarını ve efsanelerini çökertti. Bu iş ona da uzanır mı?
Asıl mesele Kadri Gürsel’in sosyalliği ise diyecek bir şey yok. Kim peki Kadri Gürsel? Uluslararası Basın Enstitüsü(IPI) Türkiye temsilcisi. Gazetecilerle veya haber kaynağı olarak kendini arayanlarla konuşmayacak mı?
Can Dündar, Hüseyin Avni Mutlu’yu aramış. Vali Mutlu örgütten tutuklu. O zaman Dündar da suçlu! Eeee her hafta sonu bir dizi bakanı başbakanı karşılıyordu sayın Vali. Ne olacak şimdi? İstanbul’un yarısı suçlu? Vali meşhur. Tanınıyor.
ENGİN AĞABEY SEN YANMIŞSIN! NE SULH NE SELAMET…
13 numaralı Aydın Engin’in kabahati daha büyük. Ben de tanıyorum şahsen. Adam gibi gazeteci, her dönem hakkı tutmuş, çilekeş, mahpus yüzü görmüş, ama mesleğinden ve Türkiye’den umudunu kesmemiş bir aydın. Neyle suçlanıyor? 13 Temmuz 2016’da Cumhuriyet’teki köşesinde ‘Cihanda sulh, peki yurtta ne?’ başlıklı bir yazı yazmış. Darbeden iki gün önce üstelik. Olacak iş değil. Engin Ağabey İstanbul’da mukim. Savcıların iddiasına göre o bu yazıyı yazdığı gün darbedeki rolü hala çözülümeyen Adil Öksüz denen kişi, üstelik Bylock kullanıcısı, yurda dönmüş. İstanbul’a. O yurda dönmüş, Aydın Engin de darbecilerin Yurtta Sulh Konseyi adını verdiği yapısına talimatı çakmış yazısıyla. Şaka değil, ciddi. İddianame böyle diyor. Zamanlama manidar Aydın Ağabey. Bu suçlamadan zor yırtarsın!
İyi de Aydın Engin ne yazmış o yazıda? Barış yazmış.Atatürk’ün ‘yurtta sulh cihanda sulh’ sözünden ilhamla Türkiye’nin kısa tarihini, AKP (Tayyip Erdoğan ) dönemi iç ve dış politika yanlışlarını yazmış. Mesela One Minute, Ey Eset, Ey Putin atarlanmalarının hikaye olduğunu anlatmış. Binali Yıldırım’ın büyük barış projesini de kaleme almış objektif şekilde. Soru sormuş ama haddi olmayarak. Cemil Çiçek’in ‘içerde barış lazım’ çıkışına değinmiş ve eklemiş: “Peki, kimlerle barışacak AKP iktidarı ve onun başı Tayyip Erdoğan? Kürtlerle mi? Alevilerle mi? Akademisyenlerle mi? Öğrencilerle mi? İşçilerle mi? Gazetecilerle mi? Soru, cevabını içinde taşıyor gibi. Galiba yanılmıyorum…”
Bu yazı darbe talimatı. Yurtta Sulh Konseyi diye birşey var sonuçta üç kelimeden ikisi Aydın Engin’in yazısında geçiyor. Savcı tutuklama talep etmeyecek de ne yapacak!
BYLOCK YOK, ENGİN ABİNİN DOSTLUKLARI VAR…
Bir de Bylokçularla, örgüt(!) üyeleriyle teması tespit edilmiş Engin Aydın’ın. Kendisi araştırıp yazdı; “Bir de iddianamede uzun uzun yer alan ByLock konusu var. Ancak benim ByLock ilişkimde bir tuhaflık var. Harun Tokak’la da telefon irtibatım tespit edilmiş. Olabilir. Harun Tokak’ı tanıyorum. Cemaatin vitrindeki ve galiba önde gelenlerinden biriydi. Savcı, Harun Tokak’la Haziran 2008’de konuştuğumu saptamış. Eeee? Google sordum o tarihte ByLock henüz icat edilmemiş. Bu bir. 2008’de ben Cumhuriyet’te çalışmıyordum. Bu da iki.”
Eee sayın savcım!? Ne olacak şimdi? Engin Ağabey hanımına bile Bylock varsa konuşmam diyor telefonlarda artık.
Karikatürist Musa Kart bile Bylockçularla irtibatlı bulunmuş. Adam çizer, yazmıyor ki. Bylock’u kullanarak mı çiziyormuş! Absürtlük üstüne absürtlük.
DEĞİŞİM CUMHURİYET MANŞETLERİNDE GİZLİ
400 küsür sayfa yorulmaya gerek yok. İlk başta yazılan manşetleri hatırlasak yeter. Çünkü bu manşetler Cumhuriyet’in yayın çizgisinin değiştiğinin ispatıymış! Bakalım sırayla: Ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya, Kandil’den Hakan Fidan için sarsıcı açıklama, MİT suç işledi, Erdoğan’la IŞID’i yenemeyiz, O tır MİT’in, İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar, Nusaybin yerle bir, Bodrum’a baskın: onlarca ölü, Hükümetin planı, seçim sonrası savaş, 1 Numara Erdoğan’dı, Yüce Divana gitse hayatı bitmiş olurdu, Tekbirle patlattı, Pimi çektiler, Gece yarısı bir el durdurdu, O savcılar gitti, Yedi Tır’lık kriz, Çöküş korkusu, Katliam ülkesi, Kadınlar Çelik’e saldırdı…
Gazeteciyiz biz. Soru sormaya meraklıyız. Savcı bu manşetlerle Türkiye Cumhuriyeti hükümetine iftira atıldığını, F…. PKK-KCK örgütlerinin propagandasının yapıldığını düşünüyor. O yüzden bu manşetler suç. Basın kanunu ortada, suçsa bu manşetlerin yargılanmış olması gerekir. MİT tırları haberi dışında yargılanması yapılmış haberi hatırlayamadım ben. Bir önemli soru daha. Bu haberlerin içinde geçen gizli özne kim peki? Receeeep. Tayyyiiiiip. Erdoğaaaaaan. Savcı davayı kimin için açmış, iddianame neden hazırlanmış? İşte cevabı bu.
IŞİD HABERLERİ, TIR MANŞETLERİ GERÇEKTE NE ANLATIYOR?
Ne anlatıyor bu manşetler? Devletin kimyasını bozan, mafya düzeni kurup IŞİD, El Nusra’ya silah aktaran; anayasa kanun dinlemeden Kürt vatandaşların yoğun olduğu yere PKK’nın silah mühimmat biriktirmesine göz yuman, sonra vatandaşının üstüne tank süren, evini bombalayan devleti anlatıyor. Atatürk Havalimanında, Sultanahmet’te, Vezneciler’de Diyarbakırda patlayan canlı bombaları, göz yumulan IŞİD’cileri, Cihat, savaş deyip ortalığı kana bulayanları, İslamı kirletip terör yapanları anlatıyor.
Ama savcı böyle düşünmüyor. Yayın çizgisi değişmiş! Bence iyi olmuş. İyi bir Cumhuriyet okuru olarak hükümetin ve çevresinin ne naneler yediğini güzel güzel öğreniyorduk.
AHMET ŞIK’I İKİNCİ KEZ İÇERİYE ALDIRAN İRADE
İddianameye 19. sıradan eklenen Ahmet Şık’ın durumu ise vahim. Ahmet’i de meslektaş olarak tanıyorum. Taksim’de, Beşiktaş’ta sol örgütleri, PKK’yı, DHKPC’yi takip ederken polisten yediği dayağın, gazın haddi hesabı yoktur. Bizim meslekte saha muhabiri, görmüş geçirmiş adamdır. Ya coplanır bir yerde ya mutlaka eylemin gazını yiyenlerin yanında iki kare fotoğraf çekerken öksürüklere hıçkırıklara boğulur. Bu kez Ahmet Şık’ı fena yakalamış savcılar.
EL NUSRAYI, CİZREYİ, TAHİR ELÇİYİ SORMUŞ… SUÇ OLMUŞ
”Suikastçının Nusra’cı değil F…’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız?’ diye sormuş Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un kameraların gözü önünde katledilmesine tepki olarak.
”Cizre’de evlerin bodrumlarında yakılanlarla İstanbul’da bomba ile parçalananları kıyaslayacağına ikisini de itiraz et. İkisi de şiddet” demiş. ”Devleti mafyalaştıranların suçlarının soruşturulmasını engellemek için savaş çıkardığına inananlar, bomba patlatılacağına neden inanmaz”diye twit atmış 28 Kasım’da.
”Tahir Elçi’yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız” demiş. ”ABD ve AB’nin cihatçı teröre karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olmaz mı?” demiş.
Evet aynı soruları soruyorum. Katılıyorum yazdıklarına. Olamaz mı? Görmedik mi bir büyükelçinin bir AK polisi tarafından öldürülmesinin üstünün nasıl örtüldüğünü? El Nusra türküleri söylerken görmezden gelindiğini? Tahir Elçi’nin bir gün önce tutuklanmak üzere Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na çağrıldığını; bir ‘Barış Elçisi’nin bir gün sonra katledildiğini görmedik mi? Ahmet Hakan’ın kıl payı soruşturmadan yırttığına şahit olmadık mı? Devletin bir mafya düzeninde yönetildiğini, yönetilmeye devam edildiğine şahit olmadık mı?
SAVCI KİRAZ’IN ÖLÜMÜNÜ AYDINLATAMAYANLAR GAZETECİLERDEN NE İSTER
Bir de şehit savcı Mehmet Selim Kiraz’ın manşetlerdeki fotoğrafları, Ahmet Şık’ın vurulan DHKPC’lilerle röportajı delil olmuş. Savcının katilleri, silahların içeriye nasıl girdiği, acemi bir polis operasyonu ile müzakerenin ortasında nasıl katledildiği, cesedinden kaç polis mermisi çıktığı sorulmuyor, sorgulanmıyor. Bir gazetecinin ulaşıp konuşabildiği kişileri devletin niye ikna etmediği, Savcı Kiraz’ı nasıl kurban ettiğini soran yok!
Aynı soru yine aklıma düşüyor. Ahmet Şık’ın yazdığı bu twit mesajlarının, yorumlarının gizli öznesi kim? Recep Tayyip Erdoğan. Bu iddianameler ve yaşadıklarımız içinde gerçek failleri de barındırıyor anlayacağınız.
İDDİANAMEDE ASIL FAİLLER DE VAR….
Bir de olayın ters köşesinde tanık gazeteciler var. Mesela Mustafa Balbay, Alev Coşkun, Mehmet Faraç, Rıza Zelyut, Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce tanık olmuş. Bir grup eski Cumhuriyet yazar çizer yöneticisi. Diğeri yürüyen zulüm iktidarının kalemşörü, tetikçileri. Balbay ile Coşkun’un şikayet mektuplarıyla başlayan süreçte Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri ve vakıf yönetiminin zaten süren bir dava ve yargılaması var. Savcı ‘yayın politikasının değiştiğini’ bu tanıkları şahit tutarak anlatıyor. Tam bir ‘bozacının şahidi, şıracı’ olayı.
Neden bunu yapıyorlar? Tarihler o gazetecilerin mahkeme salonlarına gittiğini gösterdiğinde öğreneceğiz.
YARGIYA BRİFİNG VEREN MİT…
Bir son notu da aktarmadan geçmek istemiyorum. Tutuklu 21 gazetecinin salıverilmesinden sonra Akşam’dan Murat Kelkitlioğlu isimli bir başka yandaş yazar önemli bir bilgiyi ifşa etti. Kelkitlioğlu’nun yazdığına göre, MİT işi gücü bırakmış adliye adliye gezip hakim savcılara ‘Bylock birifingi’ veriyormuş. Dün 28 Şubat postmodern darbesinde Ankara’ya toplanıp yargıçlara ayar verilmesinden fark ne? Farkı, hizmet ayağa kadar gidiyor. Sonra söz dinlemeyen hakim-savcılar, ‘Bu bylock delil olmaz, suç unsuru yok’ diyenler bir sonraki HSYK toplantısının yolunu gözlemeye başlıyor. Adalet, hukuk, demokrasi… Sizlere ömür.
Gazetecileri tutuklatan irade, gizli özne böyle istiyor.
CUMHURİYETTEKİ MESLEK BÜYÜKLERİM, MESLEKTAŞLARIMA….
Kırılmazlarsa hapis çilesi çeken meslektaşlarım ve Cumhuriyet’e gönül veren gazetecilere de bir şey demek isterim. Bylock da, örgüt üyeliği iddiaları da hikaye. Dert şu; gizli öznenin ayağına bastık. 17/25 Aralık’ta bu gizli özne fena yakalandı. Örtmek istedi hırsızlıkları, yolsuzlukları… Bir savcılar, bir Cumhuriyet, bir Zaman, bir Sözcü, bir Bugün kurcaladı. Kurcaladıkça ardı geldi. Çorap söküğü gibi. Gizli özne bakanlarını kurtardı, öte yanda ‘Sır Küpü’ tırları yakalattı. İşler yine mahvoldu. Kalem bu gözü kör olsun. Yazıyor, yazdıkça gizli özne kızıyor. Bütün mesele bu!
Mahpusluğumuzun, 200 küsur gazeteci arkadaşımızın çilesi, binlercesinin işsiz kalması da bundan. 27 Mayıs cuntacılarının hakimi Salim Başol’un meşhur sözü burada da geçerli: Bu kez darbe sivil görünümlü. Bakmayın 15 Temmuz darbe girişimi soslarına. “Sizi, bizi, gazetecileri buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” Bizim gazeteciliğimize ‘F..Ö’ diyenler, sizinkine de ‘suyunun suyu’ deyip ceza kesiyor. Olay bu. (TR724)