[Haber-Analiz: Ahmet Dönmez]
ABD’de tutuklanan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın FBI ile anlaşmış olma ihtimali çok yüksek. Bu tutuklama, 17 Aralık dosyasını bilenler için önemli bir gelişme. Kamuoyu Hakan Atilla’yı tanımayabilir ama tanıması gerekenlerin uykularını kaçıracak kadar kritik bir isim.
Peki, kim bu Hakan Atilla? 17 Aralık sabahı evinden çıkan para dolu ayakkabı kutuları ile meşhur, dönemin Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın kara kutusu. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Süleyman Aslan ve Reza Zarrab üçgeninde kurulan rüşvet çarkının tam ortasındaki bir isim. Atilla’nın burada iki boyutu var. Bir; Halkbank üzerinde kurulan yolsuzluk sisteminden haberdar ve tezgâhın içinde. İki; O dönem mızrağı çuvala sığdırma zahmetine bile girmeden yolsuzluğun hoyratça yapılmasına zaman zaman itiraz eden biriydi. “O kadar da değil”, “Bu kadar da gözümüze sokmayın” diye uyarılarda bulunuyordu. Yani tam anlamıyla pimi çekilmiş bomba. Hem çoğu şeyi biliyor hem de olanlardan rahatsız. Hani şu meşhur, ‘buğday yetişmeyen Dubai’den buğday ithal ediliyormuş gibi gösterilmesi’ ve ‘5 tonluk gemide 150 tonluk mal taşınıyormuş gibi’ evrak düzenlenmesi skandalları var ya… Hah işte Hakan Atilla tam bu alavere-dalaverenin ortasında, “Yok artık, o kadar da b.kunu çıkarmayın” diye Zarrab’a uyarı gönderen bankacı.
Bu dosyada İran’a uluslararası ambargonun delinmesi var, kara para aklama var, hayali ihracat var, dolandırıcılık var, kaçakçılık var, sahte evrak düzenleme var, rüşvet var, kamu bankasının zarara uğratılması var. Her şey var. Birçoğu Halkbank üzerinden oldu. Hakan Atilla, uluslararası bankacılıktan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak tamamından haberdar.
İranlı işadamı Zarrab, son derece karmaşık, işin uzmanlarının bile içinden çıkmakta zorlandığı, sofistike bir finansal suç mekanizması oluşturmuştu. Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar birçok ülkede kurduğu offshore hesaplar üzerinden Türkiye’ye kara para aktarıyordu. İşin merkezinde İran- Dubai-Türkiye-Rusya- Çin hattının bulunduğu bir para transferi söz konusuydu. ABD’nin İran ambargosunu sıkılaştırması nedeniyle 2012 yılına gelindiğinde altın ticareti ve hayali ihracatı da içine alan daha komplike bir yapı kurdu.
Bütün bu karmaşık ve kirli işleri yapabilmek için çok ama çok güvenebileceği bir banka olması gerekiyordu. İşi kılıfına uydurmasına göz yumacak, hatta yardım edecek bir banka… İyi ama kim niye böyle bir iyilik yapsındı 30 yaşındaki İranlı bir işadamına? İşte o banka Halkbank oldu. ‘Kim?’ sorusunun cevabı ise Bakan Çağlayan, Genel Müdür Süleyman Aslan ve yardımcısı M. Hakan Atilla. “Niyesini de siz bulun” demeyeceğim, çünkü gayet açık: Rüşvet!
BÜTÜN DELİLLER ABD YARGISININ ELİNDE
Zarrab’ın kurduğu sistem basitçe şöyle işliyordu: Çin’de tuttuğu paralar Halkbank üzerinden Türkiye’ye geliyor, bu paralarla altın alınıyor ve Dubai üzerinden İran’a sokuluyordu. Böylece İran’ın alması gereken petrol paraları, ambargo nedeniyle altın olarak ödenmiş gibi oluyordu. Türkiye de altın ihraç etmiş gibi görünüyor, Reza da bu sayede “Cari açığın yüzde 15’ini ben kapattım” diyebiliyordu.
Fakat ABD’nin 2013 başında baskıyı artırması ile beraber farklı bir yöntem arayışına girildi. 26 Mart 2013 tarihinde Reza’yı Halkbank Genel Müdürlüğü’ne çağıran Süleyman Aslan, “Aklıma çok iyi bir fikir geldi. Ambargo gıda ve ilacı kapsamıyor. İran’a gıda ürünleri ve ilaç gönderiyormuş gibi yapın. Belgesi önemli değil. Dubai’den göster, Rusya’dan göster, bir yerden göster işte. Biz banka olarak esnek davranırız” dedi. Bunu nereden biliyoruz: ABD’deki Zarrab davasının eski savcısı Preet Bharara’nın tercüme ettirip dosyaya resmen eklettiği 17 Aralık fezlekesinden. Fezlekeye göre o gün Süleyman Aslan’ın yanından çıktıktan sonra saat 15.08’de sağ kolu Abdullah Happani’yi arayan Zarrab, bütün bunları bir bir anlattı.
Türkiye üzerinden İran’a transit ticaret yapılıyormuş gibi gösterilecek, bankaya bu yönde gümrük belgeleri sunulacak, daha sonra Çin’deki paralar bu ticaretin ödemesiymiş gibi Halkbank’a gelecek, ardından Dubai’ye havale edilecek ve oradan da İran’a sokulacaktı. Tabii bal tutan parmağını yalayacak ve herkes komisyonunu alacaktı.
İşte ABD’de tutuklanan Hakan Atilla ismi tam bu çarkın ortasında karşımıza çıkıyor. 10 Nisan 2013 saat 16.10’da Halkbank Genel Müdürlüğü’ne gelen Reza, görüşme bittikten sonra saat 18.58’de adamı Happani’yi aradı. İşin daha başında bazı ‘işgüzar’ memurlar taş koymaya başlamıştı. Zarrab, “Başlıyoruz, engel koydular. Bugün gittim oraya, onu kaldırdım işte. Benim yanımdan aradı adam (Süleyman Aslan), ‘Yapacaksınız bu işi’ dedi, anladın mı? Hakan Atilla taş koydu, o şey koydu” dedi. Böylece Hakan Atilla ismi karşımıza ilk kez çıkıyordu.
ATİLLA: 150 BİN TONLUK MALI NASIL 5 BİN TONLUK GEMİYLE TAŞIYORSUNUZ?
Fakat Genel Müdür’ün talimatı işe yaradı. Atilla o gece saat 20.02’de Zarrab’ı aradı. “Rıza Bey, nasıl yapalım?” diye sordu. Rıza Bey de tane tane anlattı. Ancak yine de bankada ‘evrak-mevrak’ istemeye devam eden memurlar vardı. Temmuz ayına gelindiğinde sıkıntı daha da büyümüştü. 2 Temmuz saat 15.12’de Zarrab’ı arayan Happani, “Halk Bankası diğer evraklar gelmeden de diyor işlem yapmayız. Yani konşimento istiyor abi, menşei şahadet (ürünün menşeinin neresi olduğunu gösteren belge) diye bir şey istiyorlar. SGS gözetim serfitikası…” diye anlatınca Zarrab, “Dur bi Hakan Atilla ile bir konuşayım” dedi. Saat 15.16’da Genel Müdür Yardımcısı’nı aradı. “Ya bunları daha önce konuşup halletmiştik hani” tarzında bir kaç cümle sarfetti. Bunun üzerine Atilla, çok can sıkıcı şeylerden söz etmeye başladı: “Şimdi ben şöyle izah edeyim, mesala atıyorum buğday için konuşursak… Bu 140-150 bin tonluk bir parti. Şimdi 140-150 bin tonluk bir partinin de yani 5 bin tonluk şeylerle taşınması biraz zor diye düşünüyorum”
‘ARKADAŞLAR GEREĞİNDEN FAZLA HASSAS DAVRANIYOR’
Ama dert bir değildi ki. Saat 15.35’de Hakan Atilla bir daha aradı genç işadamını. “Şimdi iletilen belgede malın menşeinin, yani buğdayın menşeini Dubai… Yani buğdayın Dubai menşeli olması mümkün olmadığı için…” diye başlayınca Reza’nın canı sıkıldı. Dubai’de buğday yetişmiyordu çünkü. 15.38’de tekrar Happani’yi aradı. “İşi karıştıran ne biliyor musun? Verdiğiniz evrak var ya, ‘Dubai’de buğday olmaz ki’ diyor adam.” dedi. Saat 18.37’de Genel Müdür Süleyman Aslan’ı arayan Atilla, durumu anlattı.
Saat 21.06’da bir diğer adamı Rüçhan Bayar aradı Reza’yı. Halkbank’taki hesabın sahibi olan şirketin kendisinin üzerine kayıtlı olduğunu hatırlatarak, “Biz bunu senin adından çıkarsak abi. Çünkü bir sürü değişik evraklar veriyoruz. Ben rahatsız oldum. İleride sıkıntı olabilir. Çocuklardan birinin üstüne yapalım” teklifinde bulundu. Reza da onayladı. Ama ondan önce şu buğday ve evrak işleri vardı halledilmesi gereken. Artık burasına kadar gelmişti. Saat 22:04’de Süleyman Aslan’ı arayıp gidişattan şikayet etti. “Bu gıda ile alakalı çok zorlanıyoruz biz Sayın Genel Müdürüm. Yani Hakan Bey’de de çok takılmıyor aslında, aşağıda çok takılıyor” diye sitem etti. Sayın Genel Müdür ne cevap verdi dersiniz: “Peki Rıza Bey, yarın arkadaşlarımı bir toplayayım teker teker hepsinin üzerinden geçeyim ben. Arkadaşlar biraz gereğinden fazla hassas davranıyorlar. Size net şekilde ‘Şunlardır, başka belge istenmeyecektir’ diyelim. Çünkü ona göre bu işe girdik, bu işi yapmaya başladık. Hafifleştireceğim. Hızlandırıyorum tamam mı, söz verdiysek yapacağız.”
‘BUĞDAY YETİŞMEYEN DUBAİ’DEN BUĞDAY İTHAL EDİLİR Mİ?’
Yaptı da. Söz verdiği gibi, ‘biraz fazla hassas’ arkadaşlarının üzerinden tek tek geçti. Ertesi gün saat 12.29’da Reza’yı arayıp bilgilendirdi. “Şimdi dün akşam konuştuğumuz çerçevede arkadaşlarımı ben bir araya getirdim, konuştuk.” dedi. Sorun yoktu. Esneklik sağlanacaktı. Sadece şu buğday meselesine bir çeki düzen vermeleri gerekiyordu.
Hemen bu telefon görüşmesinin ardından 12.37’de Happani’yi arayan Zarrab, “Adam bana telefonda diyor ki, ‘açık verme’ diyor. ‘Tamam ben toparladım ama elemanların yanında b.kunu çıkarmayın’ diyor. Kalkıp da oraya buğday yazınca, Dubai yazınca, ‘Dubai’de buğday mı olur?’ diyorlar.” diye uyardı. Yaklaşık 2 saat sonra da Happani’yi tekrar arayıp yeni belgeler düzenlemesini, üzerine bir gümrük kaşesini basmasını, Süleyman Aslan’ın esnek davranacağını söyledi. Yani ellerinde bir gümrük kaşesi vardı ve bunu olur olmaz belgelerin üzerine basarak sahte evrak hazırlıyorlardı. Happani de “Basıyorum zaten” diyerek patronunu rahatlattı. Demek hep basıyordu, bunu hep yapıyorlardı.
Aynı gün saat 17.53’teki telefon konuşmasında Happani de Zarrab’ı uyarmak zorunda hissetti kendini. “Şu an yaptığımız şey doğru değil. Sonuçta gerçek olmayan evraklar. Evrakta sahtecilik hapis cezası gerektiren bir suç.” ikazını yaptı. Sonra da Rüçhan Bayar gibi, şirketin başkalarının üzerine yapılması önerisini getirdi. Bunun üzerine Zarrab, Volgam isimli şirketin ‘çocuklardan birinin üzerine’ yapılması talimatını verdi.
‘BU KADAR DA GÖZÜMÜZE SOKMAYIN’
Her şeye rağmen Hakan Atilla sorun çıkarmaya devam ediyordu. 9 Temmuz’da bu kez küçük gemiler için ‘rahatsız etti’ İranlı işadamını. Tamam, belki artık 150 bin tonluk malı 5 bin tonluk gemiye yüklemiyorlardı ama küçükmüş gibi gösterdikleri sevkiyatlarda bile aynı dikkatsizliği yapmaya devam ediyorlardı. Saat 12.19’da Zarrab’ı arayan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı, “Yüklemelerle tonajların uyumuna arkadaşların bir bakmasını istirham ediyorum. Mesela 13 bin, 14 bin tonajlı gemilerde de yüklemeler 20 bin olunca o da… Yani buna dikkat etsinler, tonajla birbirini tutsun” vurgusu yaptı.
Hemen ardından, saat 12.22’de Happani’ye dönen Reza, fırçayı bastı: “Adam artık açık açık diyor ki, ‘Yani bu kadar gözümüze sokmayın’ diyor. Adam daha ne desin…”
Tabi adam daha ne diyecek bilemiyoruz. Şimdi artık Amerikan yargısının elinde ve daha ne diyecek hep beraber göreceğiz.
(TR724)