[Veysel Ayhan, yazdı]
Hz. Yusuf’un ‘medrese-i Yusufiye’de 7 yıl kaldığı söylenir. İftiraya uğrar. Zindana atılması için haklı bir gerekçe yoktur. Ama o korkunç şartlarda kalmayı “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir.”(12/33) diyerek günaha girmeye tercih eder. Kadere itiraz etmez. Esbaba takılmayarak sabırla peygamberliğe erişir.
Yaklaşık 90 yıl önce. Hz. Bediüzzaman, yolu bile olmayan ücra bir köy olan Barla’da gerekçesiz bir sürgündedir. Yıllar süren sürgün cezası Ankara’yı mutlu etmeye yetmez. Çevresinde 3-5 talebe vardır ama “Gizli cemiyet kurmak, dini siyasete alet etmek ve devletin düzenini değiştirmek” gibi hayali suçlarla itham edilir. Eskişehir Hapishanesi’ne atılır. Kışın tuvaleti bile bulunmayan soğuk hücrede tek başına 3 ay tutulur. Sonra Denizli hapsi. Hapse düşmeyen Nur talebesi kalmaz. Yüzlerce talebe hapisten hapse sürüklenir. Bediüzzaman son olarak “Rejimin temel düzenini yıkmak, aykırı fikirler neşretmek”ten eksi 20’leri gören Afyon’da “sobasız, camları kırık” bir koğuşta ölüme terk edilir. Toplam 40 ay hapis yatar. Muhatabı kader-i ilahidir. Zalimin yüzüne bakmaya tenezzül etmez. Şunu der: “Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim.”
‘BENİ ALLAH TUTMUŞ KİM EDER AZAT?’
Yaklaşık 60 yıl önce. Gazeteci Ahmet Emin Yalman Malatya’da liseli bir genç tarafından vurularak yaralanır. Necip Fazıl, Yalman’a suikastın azmettiricisi olmakla suçlanır ve hakkında dava açılır. Dava gerekçesi oldukça komiktir: “Liseli genç Necip Fazıl’ın yazılarından etkilenmiş olabilir.”
Necip Fazıl ne hükümete ne de adliyeye takılır. Kaderin terbiye ediciliğine boyun eğmiştir. Şiirinde ifade eder:
“…Çatık kaş… Hükûmet dedikleri zat… /Beni Allah tutmuş, kim eder azat? …/ Ses demir, su demir ve ekmek demir… / İstersen demirde muhali kemir, /Ne gelir ki elden, kader bu, emir… / Garip pencerecik, küçük, daracık; /Dünyaya kapalı, Allah’a açık.”
Üç mazlum: Biri peygamber, ikincisi ulu’l azm müstesna bir veli ve üçüncüsü çilekeş bir şair. Kader bizi bunlarla yoldaş yaptıysa ne büyük bahtiyarlık!
Zalime suç bulduğu için zulmetmez. Tiran olduğu için zulmeder. Zulmün hiçbir devirde gerekçesi olmamıştır. Şunlar olmasaydı bu zulüm yaşanmayacaktı, bunlar yapılmasaydı bu bu insanlar işkence görmeyecekti, demek boş laflar.
ZULMÜ BEŞER İÇİNDE İNÂYET-İ RABBÂNİYE
Hz. Bediüzzaman hapishanelerde kendisinden teselli bekleyen talebelerine şunları der:
“Hem kalbime geldi ki, madem İmam-ı Âzam gibi eâzım-ı müçtehidîn hapis çekmiş ve İmam-ı Ahmed ibni Hanbel gibi bir mücahid-i ekber, Kur’ân’ın bir tek meselesi için hapiste pek çok azap verilmiş ve şekvâ etmeyerek, kemâl-i sabırla sebat edip o meselelerde sükût etmemiş. Ve pek çok imamlar ve allâmeler, sizlerden pek çok ziyade azap verildiği halde, kemâl-i sabır içinde şükredip sarsılmamışlar. Elbette sizler, Kur’ân’ın müteaddit hakikatleri için pek büyük sevap ve kazanç aldığınız halde pek az zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuzdur. Evet, zulm-ü beşer içinde bir cilve-i inâyet-i Rabbâniye…”
Bediüzzaman hazretleri, hapishanede zehirlenen talebesi Hafız Ali (ks) ağabeye mektup yazar: “Aziz kardeşim Hâfız Ali! Hastalığından dolayı endişelenme. Cenab-ı Hak şifa versin! Hapiste her bir saat ibadet on iki saat ibadet yerinde bulunduğundan, çok kârlısın.” der.
Bir başka yerde “Günahlardan korunuyorsunuz, bir saat ibadetiniz çok saatler hükmüne geçiyor. Ve ahiretiniz için musibette geçen dakikalar bir ibadet ve tesbih taneleri gibi olur.” buyurur.
Kendisi medrese-i Yusufiye’deki tecrid ve inzivadan şikayet etmez bilakis talebelerine yazdığı bir mektubunda şunları ifade eder: “Ehl-i riyazet ve münzevîlerin dağlardaki mağaralarının çok fevkinde, hem mağaranın faide-i uhreviyesini, hem hakaik-i imaniye ve Kur’âniyenin mücahidâne hizmetini verdi. Hattâ ben azmetmiştim ki, arkadaşlarımın beraatlerinden sonra bir suç gösterip hapiste kalacağım. Hüsrev ve Feyzi gibi mücerredler benim yanımda kalsın ve bir bahane ile insanlarla görüşmemek ve vaktimi lüzumsuz sohbetlerle ve tasannu ve hodfuruşlukla geçirmemek için tecrid koğuşunda bulunacağım.”
HASRETİN VESİLE OLACAĞI LÜTUFLAR
Bugüne gelince… Hayatlarını topluma adamış insanlar, burs ve yardım toplayan, öğretmenlik yapan 40 bin masum, şekavetin ve haramiliğin temsilcilerince zulmen tevkif edildi. Hiçbiri hayatında daha önce karakol görmüş değil. Çoğunun hakkında en ufak bir suçlama yapılamadığından henüz iddianame bile yazılmadı.
Zalime muhatap olmaya gerek yok. Allah tahliye murad buyurduğunda o zindan kapıları domino taşları gibi yıkılır gider. Allah’ın muradına teslim olmak lazım.
Hz. Yusuf, hiç bir zaman “ben de keşke kardeşlerim gibi dışarıda olsaydım. Mısır’a vezir olmam için hapse düşmem şart mıydı?” dememiştir. Bediüzzaman’ın talebeleri “Nerden düştük buraya, keşke Risale-i Nur’la hiç tanışmasaydık!” diye düşünmemiştir.
Kader, milyonlarca insan içinden birilerini seçip peygamberlerle, velilerle hemhâl ettiyse başka teselliye gerek yok. Allah’ın hatırı için ve Allah adına bir meşakkate katlanmaktan, bir mihnete maruz kalmaktan daha şerefli ne olabilir ki? Bu onur ve kıvanç onlara yeter.
HİCRANLA DİLGİR OLAN AİLELERE GELİNCE…
“Bunlar da geçer.” Ahirette insanlar “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız” sorusuna “Bir gün veya daha da az.” diye cevap verir. Milyonlarca yılın yanında sıfır olduğu bir sonsuzluk söz konusu… Sonsuz bir hayat meşakkatsiz kazanılmıyor.
Annesini zulmün pençesinde şehit veren Hikmet, babalarının göz aydınlığı Mehmet’ler, Emin’ler, Duygu’lar, Dilruba’lar; Elif’ler, Fatma’lar ve babalarına sarılamayan binlerce çocuk, yüzlerce bebek… Sabır kahramanı eşler… Dağ gibi analar… Metanet timsali babalar…
İlerde bu hasretin vesile olduğu ilahi lütufları görünce gözleri kamaşacak. Cenab-ı Hak nazarındaki yerlerini gördüklerinde, çektiklerinin dünyada ve ötesinde nelere tekabül ettiğini hayretle öğrenecekler. Şükürle iki büklüm olup, muhteşem bir şehrayine ‘bedel olmanın’ sevinciyle mesrur olacaklardır.