[Nazif Apak]
28 Şubat postmodern darbesinin en cafcaflı zamanında ilginç bir basın toplantısı yapılır. Ev sahibi, başbakan Necmeddin Erbakan’dır. Davetlilerin büyük çoğunluğu Ankara gazetecisi ve köşe yazarı. Erbakan, yoğun eleştirileri dağıtmak istemekte, havayı yumuşatıcı mesajlar vermektedir. Gazetecilerin karşısına çıkarken milletvekillerini de yanına almıştır Başbakan. Önce kısa bir konuşma yapar, ardından sorulara geçilir. Dananın kuyruğu da orada kopar.
28 Şubat’ın (belki de her baskıcı dönemin) hızlı köşe yazarlarından Fikret Bila söz alır ve asker cenahından yükselen alengirli bir konuyu gündeme getirmek için soru cümlelerini art arda sıralamaya baslar. Ne var ki cümle bitirilemez. O günlerde Refah Partisi milletvekili olan ve hayatı boyunca gazetecilikten hiç kopmamış bulunan Nazlı Ilıcak devreye girer. “Fikret!” diye gürler önce ve ardından ekler: “Sen bu soruları sormadan önce yazdığın/yazdırdığın haberleri bir düşün” manasına gelen sert bir giriş yapar. Azarlayıcı üslubunda demokrasi vurgusu vardır ve gazetecilerin askerin yörüngesine girerek yaptığı yayınları eleştirmektedir. Fikret Bila bu gür seda karşısında sessizliğe bürünür.
Gece yarısı toplantı bitmiş herkes gazetelerin Ankara bürosuna dönmekte, son dakika haberi geçebilmek için birbiriyle yarışmaktadır. O gece gazetecilerin aklında kalan en belirgin hatıra hep Nazlı Hanim’ın Fikret Bila karşısındaki sözleridir.
NAZLI ILICAK HAPİSTE, FİKRET BİLA YANDAŞ!
Gecenin karanlığına karışmak üzere olan gazeteciler arasında şöyle bir konuşma geçtiğini biliyor musunuz? O günlerde de ürkek ve korkak olup kendi pısırıklığını Cemaat’in ‘hoşgörü ve diyalog’ mesajları ile kapatmaya çalışan birisi, Yavuz Gökmen’e der ki: “Nazlı Hanım çok sert konuştu be!” Rahmetlik Yavuz Gökmen adamın yüzüne istihza ile bakar ve son bir cümleyle gecenin finalini yapmış olur: Daha bu ne ki! Sen bu Nazlı Ilıcak’ı daha gençken görecektin!
Gökmen haklıdır. Nazlı Ilıcak askeri darbelerin de sivil darbelerin de karşısında durdu aslanlar gibi. 28 Şubat’ta dimdik durarak başörtülü mağdurlara cesaret aşıladı.
Ve şimdi alçak bir iftira ile (tıpkı diğer gazeteci ve yazarlara yapıldığı gibi) darbecilik suçlaması yapılıyor. Türkiye’nin bütün demokratlarına topyekûn darbeci diyen ve onları hapse atan adam(lar)a ne denir sizce? Darbeci mi, diktatör mü, zalim mi, yalancı mi, müfteri mi? Belki de hepsi birden…
Sinsi bir taktikle sivil darbe yapanlar, bir yandan demokrat ve özgürlükçü insanları darbeci deyip hapse atarken; diğer yandan da hayatı boyunca anti-demokratik duruş sergilemiş kişileri baştacı yapmakta.
Bak şu kaderin cilvesine! Nazlı Ilıcak’ı anlamsız ve saçma bir yakıştırma ile aylardır hapishanede tutan kafa Hürriyet Gazetesi’nin başına Fikret Bila’yı getirmek için baskı yapıyor.
YARANABİLDİ Mİ? NE GEZER!
Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ, Doğan Grubu’nun anahtarlarını Erdoğan’a teslim ederken suç üstü yakalanmıştı malum. Meğer iki damat (Aydin Doğan’ın damadı ve Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak) kafa kafaya vermiş medya grubunu ‘büyük patron’un keyfine uygun hale getirmek için çaba sarf ediyormuş. “Berat’ın kutusu” internet korsanları tarafından açılıp saçılınca saraya kadar uzayan gizli planlar tek tek ortaya çıktı. Sonuçta Yalçındağ istifa etmek zorunda kaldı. Diğer damat ise bakanlığın ve petrol başta olmak üzere enerji kaynaklarının kaymağını yemenin tadını çıkarıyor. Fikret Bila işte o planların bir parçasıydı. Sedat Ergin’in dikkatli ve temkinli tavrına bile tahammül edemeyen yandaş sürüsü Doğan Grubu’na el konulacağını dile getire getire adamları deli etti. Aklı başından gitmiş insanların medya grubunu kurtarabilmek ve hapisten uzak durabilmek için yapmayacağı fedakârlık (!) kalmadı. Yaranabildi mi? Ne gezeeer!
Hatırlayınız lütfen: Damat gözetimindeki Sabah’ın başında da yıllardır ünlü bir 28 Şubatçı durmakta. Erdal Şafak’ın 28 Şubat’taki etkin rolünü unutan, ya hafıza kaybı yaşıyordur ya da tetikçi beslemektedir. Kaldı ki bir de davranış uyuşmazlığından söz edilir hep. Mesela Şafak’ın aşırı alkol alması ve bazı toplantılara o haliyle katılmasına bizzat Erdoğan tanıklık etti. Sokakta sigara içerken gördüğü bir vatandaşa müdahale etmeden duramayan bir Erdoğan portresi, yurt dişi gezilerine davet ettiği Erdal Şafak’ın kör kütük sarhoş olmasına, içki bulmadığı Arap ülkeleri seyahatlerinde krize girdiğine ve olay çıkardığına tanıklık etmedi mi? Sokaktaki vatandaşın yasam tarzına müdahale etmeyi kendine görev sayan Erdoğan niye katlanıyor birilerine ve bu birileri neden hep 28 Şubat darbesinin etkin elemanları durumunda acaba?
SİVİL DARBE, KIDEMLİ DARBECİLERİN ELİYLE
Fikret Bila’ya dönelim. 28 Şubat’ı her daim savundu, Erbakan hükümetinin alaşağı edilmesini demokrasiye aykırı bulmadı, anayasal bir hak olarak gördüğünü söyledi ve oradaki tutumundan dolayı hem askerleri hem Demirel’i savundu.
Bırakın 28 Şubat’ı. Arşivleri tarayın, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olurken Bila neler yapmış ona bakın bari. Canlı yayında bir kitabı açıp Gül’ün soyunu sopunu soran/sorgulayan Bila değil miydi? Gül de o gün bir hata yapmış sanki Ermeni olmak bir insanlık suçuymuş gibi soy ağacından falan bahsetmişti. Peki, soru sorulduktan sonra masa altına atılan gizemli kitap kimindi ve içinde daha neler yazıyordu, bilen var mı? Bila’nın canlı yayında alıntı yaparak Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı çıktığı kitabın yazarı Ergun Poyraz’dı. O kitapta Erdoğan’a da Yahudi dönmesi ve kriptosu deniyor ve buna dair ‘deliller’ sergileniyordu. Erdoğan bu iddialara cevap vermedi; belki de dikkate değecek kadar bilimsel bulmadı. Peki, şimdi Erdoğan taraftarlarının Fikret Bila aşkı nereden geliyor?
Aslında, açık söylemek gerekirse, Hürriyet’in başına kimin geleceğinin pek de önemi yok. Fikret Bila’ya karşı bir husumetim de yok. Ancak bir noktaya dikkat çekmekte fayda var: Bugün demokrat ve özgürlükçü bütün kalemleri hapse ve sürgüne mahkum eden sivil faşistler, etkin gördükleri her yere (ve tabi ki en başta medyaya) eski ve kıdemli statüko yanlılarını getirmekte. Neden acaba? Kendi yetiştirdikleri kadronun ucube yayıncılığından bıktıkları için mi; yoksa sivil darbeyi emektar darbecilerle yapmakta fayda gördükleri için mi? Kararı siz verin. Nazlı Ilıcak hapiste, Fikret Bila Saray fanatiklerinin zoruyla yayın yönetmeni oluyor. 28 Şubat’ın Fatih Çekirge’si bile başkanlık sistemi deyip kendini yerden yere atıyor…
Birkaç gün önce 28 Şubat mağdurları bir toplantı yaptı ve bugün yapılan zulmün 28 Şubat’tan da 12 Eylül’den de daha kötü olduğunu söyledi. Normal değil mi: Bugünkü zalimler gücünü o dönemlerin kurmaylarından alıyor. Perinçek ve ‘Ergenekoncu’ tayfanın Erdoğan aşkı nereden geliyor sizce?
28 Şubat’ın (belki de her baskıcı dönemin) hızlı köşe yazarlarından Fikret Bila söz alır ve asker cenahından yükselen alengirli bir konuyu gündeme getirmek için soru cümlelerini art arda sıralamaya baslar. Ne var ki cümle bitirilemez. O günlerde Refah Partisi milletvekili olan ve hayatı boyunca gazetecilikten hiç kopmamış bulunan Nazlı Ilıcak devreye girer. “Fikret!” diye gürler önce ve ardından ekler: “Sen bu soruları sormadan önce yazdığın/yazdırdığın haberleri bir düşün” manasına gelen sert bir giriş yapar. Azarlayıcı üslubunda demokrasi vurgusu vardır ve gazetecilerin askerin yörüngesine girerek yaptığı yayınları eleştirmektedir. Fikret Bila bu gür seda karşısında sessizliğe bürünür.
Gece yarısı toplantı bitmiş herkes gazetelerin Ankara bürosuna dönmekte, son dakika haberi geçebilmek için birbiriyle yarışmaktadır. O gece gazetecilerin aklında kalan en belirgin hatıra hep Nazlı Hanim’ın Fikret Bila karşısındaki sözleridir.
NAZLI ILICAK HAPİSTE, FİKRET BİLA YANDAŞ!
Gecenin karanlığına karışmak üzere olan gazeteciler arasında şöyle bir konuşma geçtiğini biliyor musunuz? O günlerde de ürkek ve korkak olup kendi pısırıklığını Cemaat’in ‘hoşgörü ve diyalog’ mesajları ile kapatmaya çalışan birisi, Yavuz Gökmen’e der ki: “Nazlı Hanım çok sert konuştu be!” Rahmetlik Yavuz Gökmen adamın yüzüne istihza ile bakar ve son bir cümleyle gecenin finalini yapmış olur: Daha bu ne ki! Sen bu Nazlı Ilıcak’ı daha gençken görecektin!
Gökmen haklıdır. Nazlı Ilıcak askeri darbelerin de sivil darbelerin de karşısında durdu aslanlar gibi. 28 Şubat’ta dimdik durarak başörtülü mağdurlara cesaret aşıladı.
Ve şimdi alçak bir iftira ile (tıpkı diğer gazeteci ve yazarlara yapıldığı gibi) darbecilik suçlaması yapılıyor. Türkiye’nin bütün demokratlarına topyekûn darbeci diyen ve onları hapse atan adam(lar)a ne denir sizce? Darbeci mi, diktatör mü, zalim mi, yalancı mi, müfteri mi? Belki de hepsi birden…
Sinsi bir taktikle sivil darbe yapanlar, bir yandan demokrat ve özgürlükçü insanları darbeci deyip hapse atarken; diğer yandan da hayatı boyunca anti-demokratik duruş sergilemiş kişileri baştacı yapmakta.
Bak şu kaderin cilvesine! Nazlı Ilıcak’ı anlamsız ve saçma bir yakıştırma ile aylardır hapishanede tutan kafa Hürriyet Gazetesi’nin başına Fikret Bila’yı getirmek için baskı yapıyor.
YARANABİLDİ Mİ? NE GEZER!
Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ, Doğan Grubu’nun anahtarlarını Erdoğan’a teslim ederken suç üstü yakalanmıştı malum. Meğer iki damat (Aydin Doğan’ın damadı ve Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak) kafa kafaya vermiş medya grubunu ‘büyük patron’un keyfine uygun hale getirmek için çaba sarf ediyormuş. “Berat’ın kutusu” internet korsanları tarafından açılıp saçılınca saraya kadar uzayan gizli planlar tek tek ortaya çıktı. Sonuçta Yalçındağ istifa etmek zorunda kaldı. Diğer damat ise bakanlığın ve petrol başta olmak üzere enerji kaynaklarının kaymağını yemenin tadını çıkarıyor. Fikret Bila işte o planların bir parçasıydı. Sedat Ergin’in dikkatli ve temkinli tavrına bile tahammül edemeyen yandaş sürüsü Doğan Grubu’na el konulacağını dile getire getire adamları deli etti. Aklı başından gitmiş insanların medya grubunu kurtarabilmek ve hapisten uzak durabilmek için yapmayacağı fedakârlık (!) kalmadı. Yaranabildi mi? Ne gezeeer!
Hatırlayınız lütfen: Damat gözetimindeki Sabah’ın başında da yıllardır ünlü bir 28 Şubatçı durmakta. Erdal Şafak’ın 28 Şubat’taki etkin rolünü unutan, ya hafıza kaybı yaşıyordur ya da tetikçi beslemektedir. Kaldı ki bir de davranış uyuşmazlığından söz edilir hep. Mesela Şafak’ın aşırı alkol alması ve bazı toplantılara o haliyle katılmasına bizzat Erdoğan tanıklık etti. Sokakta sigara içerken gördüğü bir vatandaşa müdahale etmeden duramayan bir Erdoğan portresi, yurt dişi gezilerine davet ettiği Erdal Şafak’ın kör kütük sarhoş olmasına, içki bulmadığı Arap ülkeleri seyahatlerinde krize girdiğine ve olay çıkardığına tanıklık etmedi mi? Sokaktaki vatandaşın yasam tarzına müdahale etmeyi kendine görev sayan Erdoğan niye katlanıyor birilerine ve bu birileri neden hep 28 Şubat darbesinin etkin elemanları durumunda acaba?
SİVİL DARBE, KIDEMLİ DARBECİLERİN ELİYLE
Fikret Bila’ya dönelim. 28 Şubat’ı her daim savundu, Erbakan hükümetinin alaşağı edilmesini demokrasiye aykırı bulmadı, anayasal bir hak olarak gördüğünü söyledi ve oradaki tutumundan dolayı hem askerleri hem Demirel’i savundu.
Bırakın 28 Şubat’ı. Arşivleri tarayın, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olurken Bila neler yapmış ona bakın bari. Canlı yayında bir kitabı açıp Gül’ün soyunu sopunu soran/sorgulayan Bila değil miydi? Gül de o gün bir hata yapmış sanki Ermeni olmak bir insanlık suçuymuş gibi soy ağacından falan bahsetmişti. Peki, soru sorulduktan sonra masa altına atılan gizemli kitap kimindi ve içinde daha neler yazıyordu, bilen var mı? Bila’nın canlı yayında alıntı yaparak Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı çıktığı kitabın yazarı Ergun Poyraz’dı. O kitapta Erdoğan’a da Yahudi dönmesi ve kriptosu deniyor ve buna dair ‘deliller’ sergileniyordu. Erdoğan bu iddialara cevap vermedi; belki de dikkate değecek kadar bilimsel bulmadı. Peki, şimdi Erdoğan taraftarlarının Fikret Bila aşkı nereden geliyor?
Aslında, açık söylemek gerekirse, Hürriyet’in başına kimin geleceğinin pek de önemi yok. Fikret Bila’ya karşı bir husumetim de yok. Ancak bir noktaya dikkat çekmekte fayda var: Bugün demokrat ve özgürlükçü bütün kalemleri hapse ve sürgüne mahkum eden sivil faşistler, etkin gördükleri her yere (ve tabi ki en başta medyaya) eski ve kıdemli statüko yanlılarını getirmekte. Neden acaba? Kendi yetiştirdikleri kadronun ucube yayıncılığından bıktıkları için mi; yoksa sivil darbeyi emektar darbecilerle yapmakta fayda gördükleri için mi? Kararı siz verin. Nazlı Ilıcak hapiste, Fikret Bila Saray fanatiklerinin zoruyla yayın yönetmeni oluyor. 28 Şubat’ın Fatih Çekirge’si bile başkanlık sistemi deyip kendini yerden yere atıyor…
Birkaç gün önce 28 Şubat mağdurları bir toplantı yaptı ve bugün yapılan zulmün 28 Şubat’tan da 12 Eylül’den de daha kötü olduğunu söyledi. Normal değil mi: Bugünkü zalimler gücünü o dönemlerin kurmaylarından alıyor. Perinçek ve ‘Ergenekoncu’ tayfanın Erdoğan aşkı nereden geliyor sizce?