Neden Türk Tipi Başkanlık, Şimdi Anlaşıldı

[Analiz: Ahmet Dönmez]

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 30 Ocak 2015 tarihinde TRT canlı yayınında, “Amerika’da olunca padişahlık olmuyor da Türkiye’de niye oluyor?” diye sormuştu. Konu elbette başkanlık sistemiydi. Muhalefetin, “Türk tipi başkanlık diktatörlüğe dönüşür”, “Erdoğan padişahlık istiyor” eleştirilerine karşılık bu soruyu yöneltiyordu. “Amerika’da niye olmuyor”un cevabını şimdi Amerikalılar çok güzel veriyor. “Türkiye’de niye olsun ki”nin cevabını da 10 gün önce Meclis’ten geçen anayasa değişikliği paketi vermişti.
Bugünlerde ABD’de yaşananlar, oradaki sistemin Erdoğan’ın hayallerini niye süslemediğinin güzel bir cevabı. Amerikan halkı geçtiğimiz cumadan beri sokaklarda. Başkan Donald Trump’ın 7 Müslüman ülke vatandaşlarına giriş yasağı getiren kararnamesi sert bir şekilde protesto ediliyor. On binlerce insan havaalanları ve meydanlara akın etti. “Hepimiz Müslümanız”, “Yasaklara, duvarlara hayır”, “Korkuya, nefrete hayır, sığınmacılara evet”, “Müslümanların ve hepimizin haklarını savunun”, “Gerçeklere dayalı politikalar üretin, korkulara değil” yazılı dövizlerle yürüyüşler yapıldı. Cher, Alec Baldwin, Robert De Niro, Mark Ruffalo gibi sanatçılar eylemlere destek verdi. Trump henüz, “Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” demedi. Fakat taksicilere varıncaya kadar halkın önemli bir kesimi, utanç verici bu yasağa karşı set kurdu.
ABD’DE MAZLUMA KARŞI ‘AMA SEN DE’ DENMİYOR
‘Ama’ ile başlayan cümleler de henüz duyamadık. “E ama Müslümanlar da masum değil. Birçok terörist Müslümanlar arasından çıkıyor. Ülkemizi kana bulayan İslamcı teröristleri unutmadık” türü cümlelere rastlamıyoruz. Çünkü kendini gerçekten aydın, demokrat, özgürlükçü olarak tanımlayan insanlar, suçlu ile masumu ayırt etmek gibi son derece basit ve temel bir bilinçten mahrum değil.
Türkiye’de de 3 yıldır toplumun bir kesimi, ‘kolektif suç’ üretilerek topluca infaz ediliyor. 80 yaşında ihtiyarlar, burs verdiği için kelepçelenerek götürülüyor. Eşine ulaşılamayınca yeni doğum yapmış bir kadın gözaltına alınıyor. Binlerce insan gazete abonelikleri, banka hesapları, sendika üyelikleri yüzünden tutuklu. İçeride işkenceden ölümler, şüpheli intihar vakaları eksik olmuyor. 105 bin insan gözaltına alınmış, 42 bini tutuklanmış. Fakat cemaat dışında kalan toplumun neredeyse tamamı, bu insanlık dışı uygulamalara kör ve sağır. Ne muhalifler ne de kendilerine ‘aydın’ diyenlerden güçlü bir itiraz duyulmuyor. “Ama Cemaat de masum değil” ile başlayıp “E ama siz de dün…” ile devam eden bir sürü tevil cümlesine rastlamak mümkün.
“Bize de F..cü” derler mi gibi ilkel bir korkunun arkasında ‘aydıncılık’, ‘muhalifçilik’ oynayanlar da var. Amerika’da da “Bize terörist derler mi?” kaygısı ilkelerin önüne geçseydi, o havaalanları, meydanlar, caddeler boş kalacaktı bugün.
‘DEVLETE KARŞI GELİNMEZ’ DİYEN DE YOK
New York’ta taşınan dövizlerden birinde, “Biz birbirimizi sevecek ve koruyacağız” yazıyordu. “Devlete karşı gelinmez. Devletimiz böyle buyurmuşsa doğrudur” tavrını göremedik. “Devlete nasıl karşı gelirsin!”, “Bu devlete ihanet etmenin bedelini ödeyeceksiniz!” diyen gazeteci bozuntuları da yok.
Yine Trump’a karşı binlerce akademisyen bildiri imzaladı. Bir mafya babası çıkıp “Kanlarınızda duş alacağız” demedi. Deseydi de muhtemelen bu dışarıdaki son özgür günü olacaktı. Savcılar onun twitlerini veya basın açıklamalarını günaşırı seyrediyor olmayacaktı.
New York Doğu Bölgesi Federal Mahkemesi, Trump’ın kararnamesine karşı “yürütmeyi durdurma kararı” aldı. 16 eyaletin başsavcıları Trump’ın kararnamesini “anayasaya aykırı” ve “Amerikan değerlerine aykırı” olarak niteleyip bu karara karşı harekete geçeceklerini duyurdu. “Yargı, yürütmenin üzerinde vesayet kuruyor” diyen olmadı. Tam tersi, “İyi ki böyle bir denge ve denetim sistemi var. İyi ki bağımsız yargıçlar var” denildi.
ERDOĞAN’IN SPATULASI: YARGI
abd özgürlük 2Bizde manzara tam tersi. Erdoğan’ın binlerce insanın ‘kökünü kazımak’ için ‘spatula’ olarak kullandığı bir yargı var. Daha kötüsü; “Spatulan olayım” tadında mesajlarla böyle bir kıyıma gönüllü yazılan yargı mensupları ile dolu. Sosyal medya hesaplarından “Seni seviyoruz uzun adam” yazanların köşebaşlarını tuttuğu, Erdoğan’ı gördüğünde olmayan düğmesini iliklemek için cüppesine davranan yüksek yargıçların terfi beklediği bir adalet camiasına sahibiz. Referandumda oylayacağımız pakette de bunu ‘anayasal’ hale getirecek maddeler var. Sonuç “Evet” çıkarsa cumhurbaşkanı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’ni tek başına belirleyecek. Belki sonra bir kararname ile cüppelere düğme dikilmesinin de önünü açabilir.
Hâlbuki başkanlık sistemini başarı ile uygulamanın bazı olmazsa olmazları vardır. Eğer bunlardan taviz verirseniz o sistemin diktatörlüğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu olmazsa olmazların başında da ‘kuvvetler ayrılığı’ gelmektedir. Yasama ve yargı, yürütmeden bağımsız değilse orada demokrasiden nasıl söz edilebilir ki?
Mesela Trump’ın kararnamesine karşı çıkanlar arasında 39 Cumhuriyetçi senatörün olması da yasama bağımsızlığının güzel bir örneği. Bu da ABD tipi başkanlık sisteminin bir başka olmazsa olmazıydı zira. Hem yasama bağımsızlığı hem de gevşek parti disiplini, başkanlık sisteminin vazgeçilmezleri arasında.
Başkan, aynı zamanda partinin lideri değil. Milletvekili listesini o oluşturmuyor. Dar bölge seçim sistemi ve ön seçim sayesinde hiç bir kongre üyesi Başkan’a karşı minnet duymuyor. Başkana karşı bağımsızlar. Kendi partisinden dahi olsa, yanlış bulduğu bir karara karşı muhaliflerle birlikte omuz omuza sokaklarda yürüyebiliyor. Kimse de onlara ‘hain’ damgası vurmuyor. Bizde ise her AKP’li sırtlarında peşin peşin ‘hain’ damgası ile yürüyor adeta. Ancak kabine girmeden açık oy kullanarak o etiketlerden kurtulabiliyorlar. Pakete karşı çıkmak veya eleştirmek ise sadece bir fanteziden ibaret.
Amerikalı eylemciler Beyaz Saray önünde toplanıp sloganlar atarken biber gazı kullanan polisler de göremedik. Trump’ın “Emri ben verdim” diyeceği manzaralar oluşmadı.
DEMEK Kİ DEMOKRASİ SADECE SANDIKTAN İBARET DEĞİLMİŞ
Demek ki demokrasi sadece sandık değilmiş. Demek ki güçlü kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü olmadan demokrasi olmuyormuş. Demokrasinin nimetleri ile işbaşına gelip sonra rejimi diktatörlüğe dönüştürebilecek çılgın yöneticilere karşı konulan fren mekanizmaları, “vesayet organları” demek değilmiş.
Demek ki bir siyasal sistemi tek belirleyen de lider değilmiş. O lidere yön; sisteme de ruh veren toplumu gözardı ederek rejim tartışması yapılamazmış. Gazetecisinden taksi şoförüne, sanatçısından akademisyenine, yargı mensubundan siyasetçisine kadar hemen her kesim temel insan hak ve özgürlüklerine saygıyı içselleştirmiş olmalıymış. En demokratının, en aydınının, en liberal, en solcusunun, en muhalifinin, en çağdaşının bile cümlelerine “Ama… onlar da…” ile başladığı bir ülkeye ABD tipi bir başkanlık gelmiyormuş.
BUNDAN FAZLASINI HAK EDİYOR MUYUZ GERÇEKTEN?
Eski İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın tarihe kaydolan bir övünç kaynağı vardı hatırlarsınız. 22 Ekim 2016 tarihli İstanbul Barosu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “F..’cüler bizden avukat istedi, vermedik. ‘Siz bizi aptal mı zannettiniz?’ dedik. Biz her zaman Cumhuriyet’i, Atatürk’ü, üniter yapıyı ve tam bağımsızlığı savunduk” dedi. Gurur duyduğu şey buydu. Eğer sizin Cumhuriyetçiliğiniz, Atatürkçülüğünüz hukukçularınıza bile böylesi bir “sosyal soykırıma” destek olmayı öğütlüyorsa, sizin önünüze olsa olsa böylesi “fena halde Türk tipi bir başkanlık sistemi” konulur. Avukatların havaalanlarına koşup mağdur Müslümanlara gönüllü danışmanlık hizmeti verdiği, Başkan’ın kararnamesine karşı çıkarken “Bu yasak, Amerika’ya ait değil” diyen başsavcıların olduğu ülkede ise ‘ABD tipi başkanlık’ oluyor. Bu kadar basit… “Hayır! Hayır!” diye hiç ağlamayacaksınız.