[Faik Can]
Garip, genellikle gurbete düşmüş insana denir. Doğrudur; yurdundan, yuvasından, arkadaşlarından ve sevdiklerinden uzak kalmıştır çünkü. Bir de gerçek garipler var ki, onların gurbeti farklıdır. Akraba ve dostlarının arasında bulunup memleketinde yaşasa da yalnızdırlar. Böyle bir garibin halinden anlayanı yoktur. Yüksek ideallerin, elmaslardan kıymetli mefkûrelerin sahibidir o. İnandığı değerler uğruna her türlü fedakârlığı ortaya koyan bir adanmıştır. Bu yüzden kendi toplumunun menfaatperest, hayatı dünyadan ibaret sayan, üç beş kuruşluk dünyalığa bel bağlayan kitleleri tarafından anlaşılamaz. Anlaşılmamakla kalmaz, horlanır, dışlanır, hakir görülür ve hatta hakarete uğrar.
Yardımlarına koştuğu, maddi manevi her türlü sıkıntılarını gidermek adına kendini paraladığı, evlatlarına sahip çıktığı yığınlar onu kapılarından kovarlar. “Necip milletim” diye her namazında dua ettiği, hüsnü zan beslediği insanlar onu ‘terörist’ ilan edip ya zindanlara tıkarlar, ya da sürgüne yollarlar. Kendi iktidarını koruyup ailesini zengin etmekten başka bir gayesi olmayan zamane tiranlarının arkasına takılıp bu garibe darağaçları hazırlarlar. “Aman vermen, öldürün!” naraları arasında ona yapılan her zulme alkış tutarlar.
ZAMANE GARİPLERİ
Garip bunlara takılmaz. Milletinin kaybettiği necabetinin, yitirdiği asaletinin inkisarıyla iki büklümdür. Her an ayrı bir ölümle pençeleşirken bile, bir mağdurun imdadına koşmaya çalışır. Milletinin evladıdır ama içine düştükleri zavallılığın karşısında yüreği yanmış bir ana gibi inler durur. İnler durur da “milletim” dediği insanlar cefadan usanmaz!
Bugün çilenin, ızdırabın, yalnızlığın, hakaretin bin türlüsünü yaşayan zamane garipleri, her şeyini kaybetmiş toplumlara hayat sunmak, onlara kaybettikleri değerleri yeniden kazandırmak niyetindeydiler. Bu maksatla her Allah’ın günü insanların kapısına dikildiler, gönül pınarlarından süzülüp gelen mâ-i zülâli muhtaç sinelere boşalttılar. Bu yaptıklarına karşı hiçbir dünyevi menfaat beklemediler. Hatta çok defa tartaklandılar, azar işittiler, defalarca kovuldular; ama kat’iyyen yılmadılar, usanmadılar ve çok sevdikleri o insanlara asla darılmadılar. Onları anlayıp kapılarını ve sinelerini açanlar ebedi varlığa erdiler. Onlara düşmanlık edip tavır takınanlar kim bilir neler neler kaybettiler!
HAYATIN DEĞİŞMEYEN RENGİ
Garipler hep muzdariptiler ama şu son senelerde ızdırap onlar için hayatın değişmeyen rengi haline geldi. Başlarına gelen belalardan şikâyetçi değiller. Bağrında yetiştikleri toplumun tavrına kalpleri kırık, gönülleri buruk olsa da, gözlerinde yaş, dillerinde dua, yaşananları hikmet nazarıyla seyredip arkasındaki murâd-ı ilâhîyi çözmeye çalışıyorlar. Aynı zamanda imanlı, ümitli ve fevkalâde gerilim içindeler. Herkesin onları dışlayıp yalnızlaştırmak istediği bu zamanda, “Allah bes, bâkî heves” deyip Rabblerine öncesine göre daha yoğun ve daha içten teveccüh etmenin neşesini ve huzurunu yaşıyorlar.
Şimdinin garipler ordusu, arkasından yürüdükleri asrın Garibi’ni daha iyi anlamaya başladılar. O’nun bütün ömrüne çile ve ızdırap adına neleri sığdırdığını düşündükçe “dava adamı” olmanın ne demek olduğunu kavradılar. Gurbetin gerçek manasını yaşayarak öğrendiler. Kırık kalblerinde ve bulanık bakışlarında bin hüzün ve bin keder nümayân şimdi! İniltileri, iftirayla zindana düşen Yusuf’un (as), evladı kardeşleri tarafından kuyuya atılmış Yakub’un (as), başı testereyle kesilen Zekeriya’nın (as) ve Taif’te akrabaları tarafından taşlanıp çok sevdiği Mekke’yi başına musallat olmuş zalimler sebebiyle terk etmek zorunda kalan Kutlu Nebi’nin (sas) ızdırabını hatırlatıyor. Onlar ızdırabı en tesirli dua olarak kabul ediyor. Aşk ile girdikleri bu yolda, servetleri yağma olup gitse, ocakları sönse de gam izhar eylemiyorlar. Hele milletin ruhuna saldıkları kıvılcımların günün birinde, bir baştan bir başa bütün ülkeyi saracağını düşündükçe başları cennetlere ermiş gibi heyecanlanıyorlar!
BİR DE GARİP YARATIKLAR VAR!
Bunlar gerçek garipler. Bir de kendi ülkesinde, kendi insanına, has evlatlarına düşmanlık yapan ve öz kültürüne, ait olduğu değerlere karşı her gün biraz daha yabancılaşanlar var! Onlara da garip denebilir ama ne idüğü belirsiz, garip yaratıklar manasında! Bunlar derbeder, perişan, ümitsiz ve inançsızdırlar. Bakmayın öyle ayet, hadis “salladıklarına!” Ne Allah’tan korkuları vardır, ne kuldan utanmaları! Ahiret onlar için camide dinledikleri üstûrelerden ibaret. Kul hakkı denen şey, ürperti oluşturmuyor içlerinde. İftiradan zevk alıyor, yalanı ekmek niyetine tüketiyorlar. Bin bir paradoksun ruhlarını aşındırdığı, her türlü erdemden mahrum bu sefiller, hayvandan da aşağı bir sınıfı temsil ediyorlar. İçleri kapkaranlık; düşünceleri sisli, bakışları bulanık ve dimağlarında tükenmek bilmeyen fitne ve fesatlarla daha çok cehennemdekileri hatırlatıyorlar.
Bu zavallılar, esas gurbeti herkesin birbirinden kaçtığı o dehşetli günde yaşayacaklar. Kimse bakmayacak yüzlerine. “Karnımızı doyuruyor” zannedip taptıkları tiranları da kendi derdine düşecek. Ne uğruna ahiretlerini feda ettikleri paraları, ne perestiş ettikleri menfaatleri orada bir işe yarayacak! Çaresizliğin pençesinde kıvranırken onları en çok vuran da bu dünyada gurbete terk ettikleri kudsilerin mazhar oldukları güzellikler olacak!
Yardımlarına koştuğu, maddi manevi her türlü sıkıntılarını gidermek adına kendini paraladığı, evlatlarına sahip çıktığı yığınlar onu kapılarından kovarlar. “Necip milletim” diye her namazında dua ettiği, hüsnü zan beslediği insanlar onu ‘terörist’ ilan edip ya zindanlara tıkarlar, ya da sürgüne yollarlar. Kendi iktidarını koruyup ailesini zengin etmekten başka bir gayesi olmayan zamane tiranlarının arkasına takılıp bu garibe darağaçları hazırlarlar. “Aman vermen, öldürün!” naraları arasında ona yapılan her zulme alkış tutarlar.
ZAMANE GARİPLERİ
Garip bunlara takılmaz. Milletinin kaybettiği necabetinin, yitirdiği asaletinin inkisarıyla iki büklümdür. Her an ayrı bir ölümle pençeleşirken bile, bir mağdurun imdadına koşmaya çalışır. Milletinin evladıdır ama içine düştükleri zavallılığın karşısında yüreği yanmış bir ana gibi inler durur. İnler durur da “milletim” dediği insanlar cefadan usanmaz!
Bugün çilenin, ızdırabın, yalnızlığın, hakaretin bin türlüsünü yaşayan zamane garipleri, her şeyini kaybetmiş toplumlara hayat sunmak, onlara kaybettikleri değerleri yeniden kazandırmak niyetindeydiler. Bu maksatla her Allah’ın günü insanların kapısına dikildiler, gönül pınarlarından süzülüp gelen mâ-i zülâli muhtaç sinelere boşalttılar. Bu yaptıklarına karşı hiçbir dünyevi menfaat beklemediler. Hatta çok defa tartaklandılar, azar işittiler, defalarca kovuldular; ama kat’iyyen yılmadılar, usanmadılar ve çok sevdikleri o insanlara asla darılmadılar. Onları anlayıp kapılarını ve sinelerini açanlar ebedi varlığa erdiler. Onlara düşmanlık edip tavır takınanlar kim bilir neler neler kaybettiler!
HAYATIN DEĞİŞMEYEN RENGİ
Garipler hep muzdariptiler ama şu son senelerde ızdırap onlar için hayatın değişmeyen rengi haline geldi. Başlarına gelen belalardan şikâyetçi değiller. Bağrında yetiştikleri toplumun tavrına kalpleri kırık, gönülleri buruk olsa da, gözlerinde yaş, dillerinde dua, yaşananları hikmet nazarıyla seyredip arkasındaki murâd-ı ilâhîyi çözmeye çalışıyorlar. Aynı zamanda imanlı, ümitli ve fevkalâde gerilim içindeler. Herkesin onları dışlayıp yalnızlaştırmak istediği bu zamanda, “Allah bes, bâkî heves” deyip Rabblerine öncesine göre daha yoğun ve daha içten teveccüh etmenin neşesini ve huzurunu yaşıyorlar.
Şimdinin garipler ordusu, arkasından yürüdükleri asrın Garibi’ni daha iyi anlamaya başladılar. O’nun bütün ömrüne çile ve ızdırap adına neleri sığdırdığını düşündükçe “dava adamı” olmanın ne demek olduğunu kavradılar. Gurbetin gerçek manasını yaşayarak öğrendiler. Kırık kalblerinde ve bulanık bakışlarında bin hüzün ve bin keder nümayân şimdi! İniltileri, iftirayla zindana düşen Yusuf’un (as), evladı kardeşleri tarafından kuyuya atılmış Yakub’un (as), başı testereyle kesilen Zekeriya’nın (as) ve Taif’te akrabaları tarafından taşlanıp çok sevdiği Mekke’yi başına musallat olmuş zalimler sebebiyle terk etmek zorunda kalan Kutlu Nebi’nin (sas) ızdırabını hatırlatıyor. Onlar ızdırabı en tesirli dua olarak kabul ediyor. Aşk ile girdikleri bu yolda, servetleri yağma olup gitse, ocakları sönse de gam izhar eylemiyorlar. Hele milletin ruhuna saldıkları kıvılcımların günün birinde, bir baştan bir başa bütün ülkeyi saracağını düşündükçe başları cennetlere ermiş gibi heyecanlanıyorlar!
BİR DE GARİP YARATIKLAR VAR!
Bunlar gerçek garipler. Bir de kendi ülkesinde, kendi insanına, has evlatlarına düşmanlık yapan ve öz kültürüne, ait olduğu değerlere karşı her gün biraz daha yabancılaşanlar var! Onlara da garip denebilir ama ne idüğü belirsiz, garip yaratıklar manasında! Bunlar derbeder, perişan, ümitsiz ve inançsızdırlar. Bakmayın öyle ayet, hadis “salladıklarına!” Ne Allah’tan korkuları vardır, ne kuldan utanmaları! Ahiret onlar için camide dinledikleri üstûrelerden ibaret. Kul hakkı denen şey, ürperti oluşturmuyor içlerinde. İftiradan zevk alıyor, yalanı ekmek niyetine tüketiyorlar. Bin bir paradoksun ruhlarını aşındırdığı, her türlü erdemden mahrum bu sefiller, hayvandan da aşağı bir sınıfı temsil ediyorlar. İçleri kapkaranlık; düşünceleri sisli, bakışları bulanık ve dimağlarında tükenmek bilmeyen fitne ve fesatlarla daha çok cehennemdekileri hatırlatıyorlar.
Bu zavallılar, esas gurbeti herkesin birbirinden kaçtığı o dehşetli günde yaşayacaklar. Kimse bakmayacak yüzlerine. “Karnımızı doyuruyor” zannedip taptıkları tiranları da kendi derdine düşecek. Ne uğruna ahiretlerini feda ettikleri paraları, ne perestiş ettikleri menfaatleri orada bir işe yarayacak! Çaresizliğin pençesinde kıvranırken onları en çok vuran da bu dünyada gurbete terk ettikleri kudsilerin mazhar oldukları güzellikler olacak!