[Nazif Apak]
AKP’nin dış politikasına en ağır darbeyi içerden biri vurdu: Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş. Ne dedi geçenlerde sözcü Bakan: “Baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğuna inananlardanım…” Günaydın mı desek tünaydın mı!
Ne demek istiyor Numan Bey? AKP’nin Suriye politikası iflas etti.
İflas etmeyen ne kaldı ki! Mavi Marmara gemisine insanları toplayıp İsrail’e göz dağı vereceklerini ve oy devşireceklerini hesaplayanlar, işler reel politikaya dönünce orada hayatını kaybeden vatandaşlarını satıverdi. Yazık! Bir zaman Mavi Marmara’nın arkasına durup onların kulağına kırmızı bülten masalları fısıldayanlar, siyasi menfaat gereği ters bir dönüş yaparak pohpohladıkları kişileri hain ilan etti.
Fatura, Davutoğlu’nun masasına bırakılıyor
Ya ‘açılım süreci’ndeki yalan dolanlar? Açılım deyip kutsamalar yapılırken “Aman dikkat terör patlayabilir!” diyenleri hain ilan ediyorlar, örgütün silahlanmasına, adam toplamasına, haraç kesmesine göz yumuyorlardı. Başkanlık yolunda köle gibi çalıştırmak istedikleri kişiler bayat Ortadoğu diktasına karşı çıkınca ‘süreç’ hepsini tutuklamaya, köylerini başlarına yıkmaya, partilerini hak ile yeksan etmeye dönüşüverdi…
Dönelim Suriye politikasına. Numan Bey kurnaz ve kıvrak bir cümle ile faturayı Ahmet Davutoğlu’nun masasına bırakıyor. Tabi Davutoğlu ortada yok. O yüzden atış serbest. Adama sormazlar mı “Madem Suriye politikanız baştan beri yanlışlarla doluydu niye vaktinde uyarmadınız adamınızı” diye?
Maceraperestler kimseye kulak vermedi
Kaldı ki bu uyarıyı vaktinde yapanlar oldu; samimiyetle, titizlikle. Hatırlayın lütfen: 15 Ağustos 2013’te The Atlantic’e röportaj veren Fethullah Gülen Hocaefendi nazik bir dille uyarıda bulunuyor, Ortadoğu politikamızdaki hatalara işaret ediyordu.
Bu, basına yansıyan kısmı. Bir de yansımayan yanları var. Mesela Suriye krizi daha iç savaş boyutuna gelmeden Suriyeli alim Ramazan El Buti, Hocaefendi’ye mektup yazmış, Suriye yönetimini silah zoruyla dize getirmenin mümkün olmadığını, çözümün karşılıklı diyalogla yapılacak değişim ve dönüşümde olacağını söylemişti. Hocaefendi oradaki tavsiyeleri muhataplarına iletti ama dış politikaya engin bir ufuktan bakma yerine anahtar deliğinden seyreden maceraperestler kimseye kulak vermedi.
Davutoğlu’nun Hocaefendi’yi ziyaret ettiği ortaya çıkınca çeşitli tartışmalar oldu. Açığa çıkana kadar Davutoğlu ve ekibi tarafından gizli tutulan o görüşmenin tanıkları sohbetin ağırlıklı olarak Suriye politikası üzerine olduğunu aktardı. İki saate yakın “Suriye’de yaptıkları harika işleri” anlatan Ahmet Bey’e, Hocaefendi ‘demokrasiye geçişte Suriye’ye yardımcı olmak gerektiği’ni söylemiş. Davutoğlu ise biraz daha ileri giderek Cemaat’e yakın gazete ve televizyonlarda dile getirilen Suriye eleştirilerinden şikayetçi olmuş.
Davutoğlu bu; kimi dinler ki!
Evet, aslında kritik soru bu: Davutoğlu kimi dinler? Bir başka ifadeyle kimin sözünden bir santim bile dışarı çıkmaz? Tabii ki Reis’in. Tarih şahit. Korkudan mı, sevgiden mi, çaresizlikten mi… Bilinmez.
Peki Suriye politikası sadece Ahmet Davutoğlu’nun Enver Paşa sendromuna mı kurban gitti? Kesinlikle hayır!
İşte size iki hatıra; ikisi de birinci elden, ikisi de gerçek…
Olay 1: En az 10 medya yöneticisinin bulunduğu bir ortamda Erdoğan’a güncel sorular soruldu. Hemen bütün sorulara cevap verdi. Daha Suriye’de iç savaş çıkmamıştı ama o sıralar “Suriye bizim iç meselemizdir” denerek nutuklar atıyordu. Medya yöneticileri eften püften konuları konuşmaktan yorulmuştu ki birisi şu soruyu yöneltti: “Suriye iç işlerimizdir” diyorsunuz; Suriye’ye müdahale etmeyi mi düşünüyorsunuz?
Tanıklardan birinin bana (sadece bana değil, bir grup Ankaralı gazeteciye) anlattığına göre o sorudan sonra Erdoğan durakalmış öylece. Yutkunmuş önce. Ardından kayıt cihazlarını kapatırsanız ve söylediklerimi ‘off the record’ sayarsanız bir-iki şey söylerim demiş. Cihazlar kapatılmış, not tutulmamış. Erdoğan “Suriye’ye girsek no’lur?” diyerek niyetini açık etmiş.
Şimdi o yöneticilerin ismini tek tek sayarım ama hepsi de inkar eder. Korku dağları aşmış, yasaları tanıyan, anayasaya kulak veren yok. O yüzden suskun yöneticileri yadırgamıyorum bugün. Ama biliyorum ki onlardan birkaçı bu olayı hatıra kitaplarına geçirmek için klavyenin başına çoktan oturdu bile…
Olay 2: Erdoğan birkaç iş adamı ile otururken içeriye telaşla giren bir bürokrat acil telefon görüşmesi talebini dile getirir. İş adamları dışarı çıkmak isteyince Erdoğan kalabileceklerini söyler ve onları mecbur bırakır. İstihbarat tarafından yapılan aramada Suriye’ye silah sevki sorulmaktadır. Ne kadar uygun bir dille konuşulursa konuşulsun, o günkü sıcak gündemden ve seçilen kelimelerden anlaşılan, konunun Suriye’ye silah gönderilmesi ve Esad’ın devrilme planları olduğu anlaşılır.
İş adamları sıkılmıştır, pişman kalmıştır bu tanıklığa ama yapacak şey de yoktur. Üstelik bazı yatırımları o coğrafyada olan kişiler, sert politika izlenmesinin karşısındadır ama söylemekten çekinmektedir. Neyse.. Patron sonunda gürler: “O adamın yıkılıp gitmesi için ne gerekiyorsa onu yapın!”
MİT tırları diye tarihe geçen davanın Reis’i neden yakından ilgilendirdiğini, öfkelendirdiğini şimdi anladınız mı?
Abdullah Gül de dahil!
Muhalefet liderinin “Yanlış Suriye politikası yüzünden gönderdiğiniz silahlar, şimdi Türkiye’ye karşı kullanılıyor!” anlamına gelen sözlerinin altında Reis’in pek çok kişi tarafından bilinen bu pervasız tutumu var. “Esed yıkılsın da ne olursa olsun” mantığını Erdoğan kabinesinde görev yapan herkes biliyor. O kabine(ler)de Suriye politikasının yanlış olduğunu düşünen o kadar çok bakan vardı ki! Abdullah Gül de dahil! Korku belasına gıkları çıkmadı. Şimdi hazır Davutoğlu devrik Başbakan günlerini yaşarken her hatayı onun üzerine yıkarak aklanmak paklanmak istiyorlar…
Doğru! Suriye politikası baştan beri yanlıştı; ancak yanlışın baş sorumlusu belliydi. Bugün de aynı şahıs memleketi bir uçuruma doğru sürüklüyor. Bunu da görüyor pek çok yakını. Ancak herkes karnından konuşuyor. Bu kara günler geçince Numan Bey gibi pek çok ürkek siyasetçi “Aslında ben daha o günlerde de bu politikanın yanlış olduğunu düşünüyordum…” gibi kırılgan ve kıvrak cümlelerle hataların içinden sıyrılmayı deneyecek.
Yok öyle yağma! Bütün yanlış politikalardan hepiniz sorumlusunuz!
Ne demek istiyor Numan Bey? AKP’nin Suriye politikası iflas etti.
İflas etmeyen ne kaldı ki! Mavi Marmara gemisine insanları toplayıp İsrail’e göz dağı vereceklerini ve oy devşireceklerini hesaplayanlar, işler reel politikaya dönünce orada hayatını kaybeden vatandaşlarını satıverdi. Yazık! Bir zaman Mavi Marmara’nın arkasına durup onların kulağına kırmızı bülten masalları fısıldayanlar, siyasi menfaat gereği ters bir dönüş yaparak pohpohladıkları kişileri hain ilan etti.
Fatura, Davutoğlu’nun masasına bırakılıyor
Ya ‘açılım süreci’ndeki yalan dolanlar? Açılım deyip kutsamalar yapılırken “Aman dikkat terör patlayabilir!” diyenleri hain ilan ediyorlar, örgütün silahlanmasına, adam toplamasına, haraç kesmesine göz yumuyorlardı. Başkanlık yolunda köle gibi çalıştırmak istedikleri kişiler bayat Ortadoğu diktasına karşı çıkınca ‘süreç’ hepsini tutuklamaya, köylerini başlarına yıkmaya, partilerini hak ile yeksan etmeye dönüşüverdi…
Dönelim Suriye politikasına. Numan Bey kurnaz ve kıvrak bir cümle ile faturayı Ahmet Davutoğlu’nun masasına bırakıyor. Tabi Davutoğlu ortada yok. O yüzden atış serbest. Adama sormazlar mı “Madem Suriye politikanız baştan beri yanlışlarla doluydu niye vaktinde uyarmadınız adamınızı” diye?
Maceraperestler kimseye kulak vermedi
Kaldı ki bu uyarıyı vaktinde yapanlar oldu; samimiyetle, titizlikle. Hatırlayın lütfen: 15 Ağustos 2013’te The Atlantic’e röportaj veren Fethullah Gülen Hocaefendi nazik bir dille uyarıda bulunuyor, Ortadoğu politikamızdaki hatalara işaret ediyordu.
Bu, basına yansıyan kısmı. Bir de yansımayan yanları var. Mesela Suriye krizi daha iç savaş boyutuna gelmeden Suriyeli alim Ramazan El Buti, Hocaefendi’ye mektup yazmış, Suriye yönetimini silah zoruyla dize getirmenin mümkün olmadığını, çözümün karşılıklı diyalogla yapılacak değişim ve dönüşümde olacağını söylemişti. Hocaefendi oradaki tavsiyeleri muhataplarına iletti ama dış politikaya engin bir ufuktan bakma yerine anahtar deliğinden seyreden maceraperestler kimseye kulak vermedi.
Davutoğlu’nun Hocaefendi’yi ziyaret ettiği ortaya çıkınca çeşitli tartışmalar oldu. Açığa çıkana kadar Davutoğlu ve ekibi tarafından gizli tutulan o görüşmenin tanıkları sohbetin ağırlıklı olarak Suriye politikası üzerine olduğunu aktardı. İki saate yakın “Suriye’de yaptıkları harika işleri” anlatan Ahmet Bey’e, Hocaefendi ‘demokrasiye geçişte Suriye’ye yardımcı olmak gerektiği’ni söylemiş. Davutoğlu ise biraz daha ileri giderek Cemaat’e yakın gazete ve televizyonlarda dile getirilen Suriye eleştirilerinden şikayetçi olmuş.
Davutoğlu bu; kimi dinler ki!
Evet, aslında kritik soru bu: Davutoğlu kimi dinler? Bir başka ifadeyle kimin sözünden bir santim bile dışarı çıkmaz? Tabii ki Reis’in. Tarih şahit. Korkudan mı, sevgiden mi, çaresizlikten mi… Bilinmez.
Peki Suriye politikası sadece Ahmet Davutoğlu’nun Enver Paşa sendromuna mı kurban gitti? Kesinlikle hayır!
İşte size iki hatıra; ikisi de birinci elden, ikisi de gerçek…
Olay 1: En az 10 medya yöneticisinin bulunduğu bir ortamda Erdoğan’a güncel sorular soruldu. Hemen bütün sorulara cevap verdi. Daha Suriye’de iç savaş çıkmamıştı ama o sıralar “Suriye bizim iç meselemizdir” denerek nutuklar atıyordu. Medya yöneticileri eften püften konuları konuşmaktan yorulmuştu ki birisi şu soruyu yöneltti: “Suriye iç işlerimizdir” diyorsunuz; Suriye’ye müdahale etmeyi mi düşünüyorsunuz?
Tanıklardan birinin bana (sadece bana değil, bir grup Ankaralı gazeteciye) anlattığına göre o sorudan sonra Erdoğan durakalmış öylece. Yutkunmuş önce. Ardından kayıt cihazlarını kapatırsanız ve söylediklerimi ‘off the record’ sayarsanız bir-iki şey söylerim demiş. Cihazlar kapatılmış, not tutulmamış. Erdoğan “Suriye’ye girsek no’lur?” diyerek niyetini açık etmiş.
Şimdi o yöneticilerin ismini tek tek sayarım ama hepsi de inkar eder. Korku dağları aşmış, yasaları tanıyan, anayasaya kulak veren yok. O yüzden suskun yöneticileri yadırgamıyorum bugün. Ama biliyorum ki onlardan birkaçı bu olayı hatıra kitaplarına geçirmek için klavyenin başına çoktan oturdu bile…
Olay 2: Erdoğan birkaç iş adamı ile otururken içeriye telaşla giren bir bürokrat acil telefon görüşmesi talebini dile getirir. İş adamları dışarı çıkmak isteyince Erdoğan kalabileceklerini söyler ve onları mecbur bırakır. İstihbarat tarafından yapılan aramada Suriye’ye silah sevki sorulmaktadır. Ne kadar uygun bir dille konuşulursa konuşulsun, o günkü sıcak gündemden ve seçilen kelimelerden anlaşılan, konunun Suriye’ye silah gönderilmesi ve Esad’ın devrilme planları olduğu anlaşılır.
İş adamları sıkılmıştır, pişman kalmıştır bu tanıklığa ama yapacak şey de yoktur. Üstelik bazı yatırımları o coğrafyada olan kişiler, sert politika izlenmesinin karşısındadır ama söylemekten çekinmektedir. Neyse.. Patron sonunda gürler: “O adamın yıkılıp gitmesi için ne gerekiyorsa onu yapın!”
MİT tırları diye tarihe geçen davanın Reis’i neden yakından ilgilendirdiğini, öfkelendirdiğini şimdi anladınız mı?
Abdullah Gül de dahil!
Muhalefet liderinin “Yanlış Suriye politikası yüzünden gönderdiğiniz silahlar, şimdi Türkiye’ye karşı kullanılıyor!” anlamına gelen sözlerinin altında Reis’in pek çok kişi tarafından bilinen bu pervasız tutumu var. “Esed yıkılsın da ne olursa olsun” mantığını Erdoğan kabinesinde görev yapan herkes biliyor. O kabine(ler)de Suriye politikasının yanlış olduğunu düşünen o kadar çok bakan vardı ki! Abdullah Gül de dahil! Korku belasına gıkları çıkmadı. Şimdi hazır Davutoğlu devrik Başbakan günlerini yaşarken her hatayı onun üzerine yıkarak aklanmak paklanmak istiyorlar…
Doğru! Suriye politikası baştan beri yanlıştı; ancak yanlışın baş sorumlusu belliydi. Bugün de aynı şahıs memleketi bir uçuruma doğru sürüklüyor. Bunu da görüyor pek çok yakını. Ancak herkes karnından konuşuyor. Bu kara günler geçince Numan Bey gibi pek çok ürkek siyasetçi “Aslında ben daha o günlerde de bu politikanın yanlış olduğunu düşünüyordum…” gibi kırılgan ve kıvrak cümlelerle hataların içinden sıyrılmayı deneyecek.
Yok öyle yağma! Bütün yanlış politikalardan hepiniz sorumlusunuz!