[Handan Yiğiter]
Türkiye’ye baktığımızda görünen bu tablodan hiç farksız değil. Neredeyse tüm ülke ‘F…’ denen yaftaya tutunmuş, kendisini uçuruma doğru sürüklüyor. Cemaati terör örgütü ilan etme planının yeni olmadığı biliniyor. MGK belgelerine yansıyan geçmişi 2004’e uzanıyor, ama derin devletin cemaat gibi hem eğitimli hem de dindar (aslında iyi ahlaklı demeli artık bunun yerine) insanlar yetişmesinden rahatsız olduğu, bu nedenle de ‘devleti ele geçirecekler’ paranoyasını yıllardır yaydığı ortada.
Nefret kusma ayinlerinin bir örneği mecliste kurulan darbeyi araştırmama komisyonu. Darbeye dair gerçekleri bilen Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Genelkurmay’dan çıktıktan sonra nedense Diyanet İşleri Başkanlığı’na giden MİT müsteşarı Hakan Fidan ya da Erdoğan’ın güya darbeyi haber veren Ziya eniştesi dinlenmezken, alakası olmayan herkes komisyona gidip cemaati linç ayinlerine katılıyor..
Bir yalan bu kadar çok tekrar edilince
Cemaati terörist ilan etme utancı ise sözde dindar bir iktidara düştü. Diktatör de olsa bu konuda Erdoğan’ın siyasi kabiliyetini takdir etmek lazım. Başkası olsa, bir halka bunca devasa yalanı bu kadar çok söylemek ayıp oluyor, insanları bu kadar aptal yerine koymayalım diyebilirdi, ama o yılmadı, usanmadı. Üç yıl boyunca bıkmadan aynı yalanları tekrarladı, 15 Temmuz sonrası üstüne kuyruklu versiyonlarını ekledi ve herkese delirten sudan içirmeyi başardı.
Her diktatörlükte olduğu gibi insanların bir kısmı gerçek fikirlerini söylemeye korksa ve iktidardan yana gözükmeyi konforunu korumanın gereği olarak yapsa da maalesef bu ‘F…’ damgası pek çok kesimin işine gelmiş gibi gözüküyor. İçinde din olan her şeyden nefret eden Kemalistler, cemaatin şeriat gibi bir amacı olmadığını bile ayırt edemeyecek kadar cahil, ama cehaletinin farkında bile olmayan solcular ve hırsızlıklarının ortaya çıkmasından cemaati sorumlu tutan siyasal İslamcılar ‘feto’ saçmalığının üstüne atladılar.
Siyasal İslamcılar ve Kemalistler
Doğrusu siyasal İslamcıların cemaat nefretinin Kemalistleri aratır bir tarafı yok. Aklı başında bir din sosyologu kaldıysa bu nefretin temellerini araştırsa ne iyi olur. Özetle, cemaat her kesim için kullanışlı bir günah keçisi haline geldi. Azıcık vicdanı olanlar da korkudan sustuğu için ortalık cemaate nefret kusma ayinlerinden geçilmiyor. Haberlerde terör (!) delili olarak okullar, üniversiteler, kitaplar gösteriliyor da bir insan evladı çıkıp bu insanlar nasıl terörist olabilir demiyor.
Nefret kusma ayinleri
Bu nefret kusma ayinlerinin bir örneği mecliste kurulan darbeyi araştırmama komisyonu. Darbeye dair gerçekleri bilen Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Genelkurmay’dan çıktıktan sonra nedense Diyanet İşleri Başkanlığı’na giden MİT müsteşarı Hakan Fidan ya da Erdoğan’ın güya darbeyi haber veren Ziya eniştesi dinlenmezken, alakası olmayan herkes komisyona gidip anılarını anlatıyor, ‘ben zaten bu cemaatin ne kadar kötü olduğunu biliyordum’ minvalinde bir şeyler diyor, bir iki istisna hariç komisyon üyeleri onları onaylıyor ve cemaati şeytanlaştırma ayini büyük bir vecd içinde son buluyor.
Öyle ki adı faili meçhullerle anılır hale gelmiş, derin devletin Rayban gözlüklü simgesi olan Mehmet Ağar bile darbe komisyonunda emniyetin belki de en karanlık dönemini övebilecek hale geliyor. Öte yandan, başörtüsü mücadelesinin neden kavga ile çözülemeyeceğini, diyalogun önemini anlayamamış, üstelik ABD gibi bir yerde büyüdüğü halde, Kavakçı kardeşlerden biri, komisyonda cemaatin itikadını sorguluyor. Elbet herkes istediğini düşünmekte serbest de kimse de çıkıp ‘yahu sizin bu düşmanlığınızın darbeyle ne alakası var’ diye soramıyor.
Görünen o ki kimsenin gerçekleri öğrenmek gibi bir niyeti yok. Tam aksine, zaten daha ilk saatlerden bir suçlu ilan edilmişken, gerçek suçluları bulmak kimsenin işine gelmiyor. Onun yerine masal dinler gibi çelişkili demeçleri, anıları duymayı ve –mış gibi yapmayı tercih ediyor koca bir ülke.
Darbe ile ilgili sis perdesi duruyor
Darbe ile ilgili sis perdesi belli ki görünür gelecekte kalkmayacak. Kimin cunta ekibinde olduğu, kimin darbeyi erken haber aldığı halde durdurmadığı, kimin darbeden caydığı, kendisini cemaate yakın hissedenlerden gerçekten kimsenin bu plana dâhil olup olmadığı hala bir muamma. Türk ordusunun sicili düşünüldüğünde darbe bir tiyatroydu demek mantıklı gözükmese de “Böyle darbe mi olur?” dedirtecek çok soru işareti var. Eğer darbeye kendisini cemaate yakın hisseden isimler bulaştıysa da Fethullah Gülen’in dediği gibi onun düşüncelerine ihanet etmişlerdir. Böyle birileri varsa, milyonlarca insanın vebali de üstlerinde kalacaktır.
Kimse gerçeği öğrenmek istemiyor
Görünen o ki kimsenin gerçekleri öğrenmek gibi bir niyeti yok. Tam aksine, zaten daha ilk saatlerden bir suçlu ilan edilmişken, gerçek suçluları bulmak kimsenin işine gelmiyor. Onun yerine masal dinler gibi çelişkili demeçleri, anıları duymayı ve –mış gibi yapmayı tercih ediyor koca bir ülke. Böyle bir atmosferde, terör örgütü olduğuna kimsenin şüphesi olmayan PKK’nın (Kürtler’in maruz kaldıkları zulümler ve meşru talepleri ayrı mesele) siyasi kanadı olan HDP’nin eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bile cemaate yardım ettikleri için asıl Kadir Topbaş ve Melih Gökçek teröre yardım etmiştir deme cüretini kendinde bulabiliyor.
Küçük bir azınlık hariç herkesin delirten suya maruz kaldığı bir memleketten de başkası beklenemezdi zaten.