Türkçe Olimpiyatları’nda Kurulan Tuzak

[NAZİF APAK]
Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazabilmek için yıllarca sırasını bekleyen, sonra amacına zar zor ulaşabilen Aydın Ünal geçenlerde ne demişti, hatırlayalım: “2013’te Türkçe Olimpiyatları’nda sarf edilen Bitsin bu hasret çağrısı neyin nesidir? Siz bakmayın on binlerce ahmağın bu çağrıyı ayakta alkışlamalarına… 2010 yılında başlayan çatışmayı görenler, bu çağrının zerre kadar muhabbet taşımadığını, bu çağrının Fethullah Gülen’i çok fena köşeye sıkıştırdığını, ve çatışmayı daha da alevlendirdiğini, bu çağrının siyasi dehanın manevrası olduğunu bilirler.”
Uzun süre üçüncü sınıf bir bürokrat adayı muamelesi gören ancak göze girebilmek için yaptığı atraksiyonlar sayesinde milletvekilliğine yükseltilen Aydın Ünal’a göre o gün orada bulunan on binler ‘ahmak’, ‘zerre kadar muhabbet taşımayan’ kişi de ‘deha’ imiş. Aydın Bey sanıyor ki o gün dönen fırıldaktan kimsenin haberi yoktu. Asıl ahmaklık kendini çok zeki başkasını aptal görmek değildir de nedir…
Cemaat düşmanlığı eskiye dayanır
Olayın aslını birazcık anlatacağım ama önce şu sonradan vekil arkadaşa dair bir iki not: Aydın Ünal’ın Cemaat düşmanlığı çok eskilere dayanır. Öteden beri bir haset taşıdığını yakın arkadaşları da bilir. Cemaatle AKP arasında diyaloglar gayet iyi iken bile Aydın Bey kendini tutamaz; attığı tweet’lerle ya da yaptığı konuşmalarla çatışmacı bir görüntü verirdi. Hatta (yanlış hatırlamıyorsam) Cemaat’ten bir işadamı Aydın Ünal’ın iflah olmaz ve akılla izah edilemez düşmanlığını Erdoğan’a söyleyince iftar sofrasında fırçayı yemişti. Herkesin içinde Patron’dan “Sen neler çeviriyorsun?” tarzında şiddetli azar işiten Aydın Ünal ne yapacağını şaşırmış, ağlak bir halde çevirdiği fırıldakları tevil etmenin telaşına kapılmıştı.
Ramazan günü yediği fırçanın ardından ona akıl veren ağabeyi “Git gazetedeki arkadaşlarla da konuş” demeyi ihmal etmemişti. O ne yapmıştı o zaman? Her kesimin sempati ile karşıladığı bir gazete temsilcisine ulaşmış, çok eski yıllarda kendisinin de Cemaat’le irtibatlı olduğunu, Cemaat içinde çok arkadaşının bulunduğunu, Cemaat’in yaptığı hizmetleri çok takdir ettiğini söyleme, bu düşünceleri ilgili kişilere duyurma gayretine kapılmıştı. Aydın Ünal’ı yıllar boyunca kanatları altında tutan ve onun palazlanmasına katkıda bulunan Yalçın Akdoğan da o gün devreye girip kendisini uyarmıştı.
Tiyatro konusunda haklı
Aydın Ünal bu. Ancak Türkçe Olimpiyatları konusunda oynanan tiyatro ile ilgili doğru söylüyor. O gün Hocaefendi’ye destansı bir dille dön çağrısı yapmanın amacı farklıydı. Daha o tören devam ederken Erdoğan ve çevresindeki rahatsızlık hat safhadaydı. Erdoğan, Olimpiyat Stadı’na girerken on binlerce insanın akın akın geldiğini görmüş ve herkesin duyacağı şekilde isyan etmiş ve şöyle demişti: “Nereden buluyorlar bu kadar adamı!”
Yüz binin üzerinde insanın Olimpiyat Stadı’na gelmesi, on binlerce insanın içeriye giremediği için etkinliği dışarıdaki dev ekranlarda seyretmesi kızgınlığın zirve yapmasına neden oldu. Hâlbuki programın planlaması Erdoğan’ın çalışma takvimine bakılarak yapılmıştı. Bu duruma rağmen Erdoğan, Olimpiyatları allak bullak edecek bir yola başvurmuştu. Nasıl mı?
Erdoğan sabote etmek istemişti
Olimpiyat komitesinde çalışan ve AKP vekilliği yapan kişilerin de bulunduğu bir heyet, Türkiye çapındaki bütün etkinliğin takvimini aylar önce Erdoğan’a gösterdi. Bunun sebebi bir acı tecrübeye dayanıyordu. Önceki yıllarda bir sıkıntı yaşanmıştı. Neydi o sıkıntı? Olimpiyat programlarından birine -söz vermesine rağmen- Erdoğan son dakika kararıyla gelmemişti. Sebebini gözlerindeki rahatsızlığa bağlamıştı ama asıl gerçek sonra anlaşılmıştı. Meğer konu başkaymış Erdoğan için.
İstanbul’daki programa gelmeye karar veren ve her türlü hazırlığın yapılmasına; hatta onlarca güvenlik görevlisinin yerinde inceleme yaparak salonun programa hazır hale getirilmesine rağmen son dakikada vazgeçmesinin asıl gerekçesi Meclis Başkanı’nın katılacağını son anda öğrenmiş olmasıydı. TBMM Başkanlığı görevini ifa eden Köksal Toptan, protokolde daha üst bir makamda olduğu için Erdoğan gelmekten vazgeçmişti. Olimpiyat Heyeti bu tecrübeye dayanarak her sene etkinlik takvimini Erdoğan’a gösteriyordu ki bir daha protokol krizi çıkmasın. Erdoğan’a gösterilen takvime göre İstanbul Olimpiyat Stadının dışında da çok yoğun katılımlar bekleniyordu. Mesela İzmir ve Ankara çok cazipti. Erdoğan İstanbul’u tercih etti.
Bizzat kendisinin tercihine göre hazırlık yapan Türkçe Olimpiyat Komitesi son anda şoke oldu. Çünkü Erdoğan olimpiyatların yapılacağı aynı günün öğle vaktine Kazlıçeşme’de miting düzenledi. Hatırlanacağı gibi, Gezi eylemleri devam ederken Erdoğan büyük mitingler yaparak saflarını sıklaştırmaya çalışıyordu. Cumartesi Ankara’da, Pazar günü İstanbul’da miting yapması anlaşılır bir tutum değildi aslında. Kazlıçeşme’ye gelecek kitle ile Olimpiyat programına gelecek insanların önü kesilmek isteniyordu. O sıcak havada öğleyin Zeytinburnu’na, akşam da Olimpiyat Stadına gitmek (yoğun trafikte o stadyuma gidip gelmenin zorluğunu da hesap etmek gerekiyor) hiç de akıl işi değildi. Üstelik Taksim’de tetikte bekleyen güvenlik güçlerinin aynı gün iki ayrı kitlesel programa daha önlem alması çok zordu. Maksat Türkçe Olimpiyatlarına katılımı azaltmak idi. İşte Erdoğan’ın programa girerken sarf ettiği “Nereden geldi bu kadar adam!” lafının asıl nedeni buydu.
Tiyatroyu kim yazdı?
Gelelim ‘Hasret bitsin’ edebiyatına. Aydın Ünal’ın da itiraf ettiği gibi çağrı samimi değildi. Maksat Hocaefendi hakkında kumpas davalarının yolunu açmaktı. Bu senaryoda iki adam etkin rol aldı: Biri Yalçın Akdoğan, diğeri Hüseyin Gülerce. Akdoğan’ın ‘kumpas’ merakı ve söylemi Ergenekon örgütünün aklanıp paklanmasına kapı aralamak olduğu kadar, Cemaat için de karalama ve yok etme sürecinin planlamasına yol açtı. ‘Hasret bitsin’ mesajını bu ikili beraber geliştirdi, metni beraber yazdılar. Hocaefendi’nin Türkiye’ye dönmeyeceğini söylemesi boşuna değildi.
Neden Gülerce ve Akdoğan? İkisinin de derin devletle ilişkisine bakmak gerekiyor. Akdoğan’ın 28 Şubat’taki fişlemelerin takibi ile ilgili resmi görev icra etmesi de Gülerce’nin Ergenekon şemasında yer alması da tesadüf değildi. Bu sırrın hicabını indirme ve yeşil Ergenekon’u daha derin bir şekilde deşifre etme zamanı geldi geçiyor belki de.