MUSTAFA ÜNAL
Ne alaka?’ diyenler olabilir belki ama ben Bülent Ersoy’un Saray fotoğraflarını görünce Bülent Arınç’ı hatırladım. Yanlış anlaşılmasın, Ersoy’a devlet kapılarının açılmasına bir itirazım yok. En üst düzeyde ağırlanması da benim meselem değil. Taraflar memnun olduktan sonra bize laf düşmez. Baksanıza iftar sofrasındaki fotoğrafta herkes çok keyifli. Ayrıca bu, ilk de değil. Ersoy, daha önce devlet resepsiyonlarında da boy gösterdi.
Neden mi Arınç’ı hatırladım? Son röportajında söyledikleri önemliydi Arınç’ın. “AK Parti Tayyip’in partisi değil. Kutsal biri değil.” dedi. Geç kaldı. Doğru. Yine de konuşması kıymetli. Bugünkü tabloda onun da sorumluluğu var. Doğru. Zararın neresinden dönersen de kâr.
Arınç’ı neden hatırladığımı fazla kırıp dökmeden, zülfü yâre pek az dokunarak izah etmeye çalışacağım. Kitabın ortasından konuşmayı, sözün tamamını söylemeyi elbette isterdim. Ama içinden geçtiğimiz şu nazik dönemde dokuz boğumlu boğazın her bölümünü filtrelemek şart.
Saray’da acaba Bülent Arınç’la böyle bir fotoğraf mümkün mü? Bir masada gülen yüzler, samimi ve derin bir sohbet görüntüsü düşünülebilir mi? Biraz zor. Hatta epey zor. Bülent Ersoy’a açılan o kapılar Bülent Arınç’a kapandı. Arınç, kurucusu olduğu partisinin kongresine gitmedi. Ya da gidemedi. Dün vicdanı olduğu partide bugün bir yabancı gibi. Önce ‘özgül ağırlığı’ gitti sonra ruhuyla, vicdanıyla kendisi.
Değişen kim? Arınç ve arkadaşları mı, yoksa AK Parti mi? Bu sorunun zor bir cevabı yok aslında. Her şey halkın gözleri önünde yaşandı. AK Parti sadece eski kadroları değil, misyonu tasfiye etti. Köklerinden o kadar uzaklaştı ki, kendini inkâr edecek noktaya geldi. Kuruluş felsefesi kalmadı.
Tam demokrasi vaat etti. Adaleti partinin ismi yaptı. En iddialı sözüydü ‘gerçek adalet’. Avrupa Birliği rüyasını gerçeğe dönüştürecekti. Hemen her alanda evrensel kriterler ölçü alınacaktı. Başta komşular, herkesle dostluk köprüleri kurulacaktı. Ermenistan dahil.
Sonuç ortada. Avrupa rüyası kâbusa döndü. Adalet en ağır darbeyi yedi. Yerini zulüm aldı. Demokrasi 2002’nin çok gerisine gitti. Siyasi, sosyal bütün muhalifler risk ve tehlike altında. Ya biat ya ölüm. Ara seçenek yok. Uluslararası ilişkilerin en kötü dönemi yaşadığını söylemeye gerek yok herhalde. Herkesle kavgalı. Katar istisna.
Yabancı liderler Türkiye ile fotoğraf çektirmekten kaçıyor. Bırakın evrensel kriterleri Ankara kriterlerinin bile çok gerisine düştü AKP Türkiye’si. Güneydoğu yangın yeri. Terör azdı. Hiç olmadığı kadar tablo ağır. Toplumun nefes almakta zorlandığını söylemek abartı olmaz.
Bu muydu AK Parti’nin vaadi? Hedeflediği Türkiye bu muydu? 14 yılın sonunda gelinen nokta bu mu olacaktı? Kesinlikle hayır. AKP değiştikçe kadrolarını da değiştirdi. Her şey biz yaşarken oldu. Bugün kurucuların çok azı partide. Partiye vücut vermiş kadroların çoğu dışarıda. AK Parti, AKP oldu. Parti görünümlü biraz çete, biraz şirket görüntüsüne büründü.
AKP daha Davutoğlu’nun niye derdest edildiğini izah edemedi. Ne kendi iç kamuoyuna anlatabildi ne de dışarıya karşı. Arınç, ‘Davutoğlu meselesini anlamadık’ diyor. Hiç kimse çözemedi. Saray istemedi, gitti. Bu kadar mı? Bir parti böyle mi yönetilir? Yenilikçi hareket niye doğdu? AK Parti’nin kurucuları Erbakan Hoca’ya niye isyan etti? AK Parti niye kuruldu?
Bülent Arınç’a kapanan kapıların Bülent Ersoy’a açılması bile çok şey anlatıyor aslında. Ne alaka olur mu? Tam alaka. AK Parti tabanı bunu da mı görmeyecek? Bu tabloyu da mı içine sindirecek? Öyleyse söz biter…