Hizmet ve Siyaset – Ahmet Kurucan

AHMET KURUCAN
Akademik kaygılarla bu yazıyı kalem alıyor değilim. Basit, sade, anlaşılabilir bir dille ve genelde “Hizmet-Siyaset” bağlamında “paralel devletten hükümete darbe yapmaya, ulü’l emre itaatsizlikten devlete karşı koymaya, ihanetten ajanlığa” uzanan algılara inanan kitlelere onların yabancısı olmadığı argümanlarla bir iki hususun altını çizeceğim.
Öncelikle “din ve devlet, devlet ve din, din devleti, devlet dini, devlet ve hilafet, hilafet ve siyaset, hilafet ve saltanat, imamet ve hilafet, emirü’l müminin ve itaat, biat ve muhalefet” gibi kavramlar İslam’ın kurucu metinleri, Kur’an ayetleri, Peygamber Efendimizin (sas) beyan ve tatbikatları ile Hulefa-i Raşidin başta hicri ilk asırlarda siyasi hayatta yerini alan halife ve sultanların uygulamalarına dayandırılarak izaha çalışılır. Çalışılır ama ne bahsi geçen dönemlere ne de sonraki asırlara yönelik bir model ya da en yukarıda zikrettiğimiz kavramlarla alakalı genel ilke, prensip ve kaideleri belirleyen bir siyaset teorisi ortaya konamamıştır. Başka bir ifadeyle İslami değerlerle birebir örtüşen bir iktidar teorisi ya da muhalefet teorisi yoktur. Var olanlar siyasi, sosyal, kültürel, askeri, ekonomik şartlara bağlı olarak gelişen verili durumun teorikleştirilmesinden ibarettir. Böyle olunca birbirine muhalif onlarca iktidar ve muhalefet teorisinden söz etmek mümkündür. Nitekim Emevilerden başlayıp Osmanlı’ya kadar uzanan süreçte ortaya konan teori ve pratikler bunun göstergesidir.
Risalet-imamet ayrımı
Pekala durum gerçekten bu kadar vahim midir? Yukarıda zikri geçen kavramların içi boş mudur? Benim bu önemli soruya vereceğim cevap hem evet hem de hayırdır. Evet; çünkü mezkur kavramların hemen hepsinin içi doludur ama bunlar bazıları itibariyle teoriden uzaklaşmış pratikleri yansıtan, kurucu metinlere muhalif ve mugayir, Peygamber Efendimizin (sas) beyan ve tatbikatlarından uzak, daha insaflı bir dil kullanacak olursam yanlış yorumlamalara konu olan kavramlardır. Ve ne yazık ki ilerleyen asırlarda tatbik edilen sistemin yanlışlığı uygulamalarla açığa çıkmış olmasına rağmen aynı çizgide yol alınmış, istisnalar hariç kulvar değişikliklerine gidilmemiştir.
İkinci cevabım hayır. Hayır, çünkü burada sahabe, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’de gördüğümüz üzere Peygamber Efendimizin (sas) Risalet ve İmamet, ya da Peygamberlik ve Devlet Başkanlığı kimliği arasındaki ayrım çokları tarafından gözetilmemiştir. Bunun tabii sonucu olarak da Peygamber Efendimize ait (sas) her şey “daimi ve ebedi sünnet” kategorisi içine alınarak tabir caizse tarih adeta dondurulmuştur.
‘Vahiy mi yoksa sizin kararınız mı?’
Bu girişten sonra başa döneyim ve ilk paragrafta belirttiğim çerçevede sadece Peygamber Efendimizin (sas) dönemini esas alarak sahabenin hem Risalet ve İmamet (Peygamberlik ve Devlet Başkanlığı) ayrımını nasıl yaptığını hem de yönetime nasıl katkıda bulunarak siyaset yaptığını gösterelim. İlki Bedir savaşı öncesinde ordunun konuşlandırılması. Peygamber Efendimizin (sas) orduyu kendi şahsi ve beşeri bilgi ve tecrübesi üzerine bir yere konuşlandırıyor. Hubab b. Münzir isimli sahabi bunu kendi bilgi ve askeri tecrübesine uygun bulmaz. Fakat Efendimize (sas) bu kanaatini izhar etmeden önce bir hususu öğrenmesi gerekmektedir; zira karşısında bir Peygamber vardır. Der ki: “Ordunun bu şekliyle konuşlandırılması Allah’ın vahyi mi yoksa sizin kararınız mı?” Bu soru ele aldığımız Risalet ve İmamet (Peygamberlik ve Devlet Başkanlığı) ekseninde sahabenin bakış acısını göstermesi açısından çok ama çok önemli bir sorudur. Efendimiz (sas) bu soruya” şahsi kararım” cevabını verince Hubab kanaatini söyler ve ordu onun gösterdiği istikamette yer değiştirerek yeniden konuşlandırılır. Eğer Allah Resulü “Vahy” deseydi ihtimal Hubab sadece susacak, Allah ve Resulünün emrine tabi olacaktı.
Hz. Ömer’in kararı
İkinci örnek; Hz Ömer’in Sevad-ı Irak denilen verimli Irak arazilerini fetih sonrası savaşan askerlere ganimet olarak taksim etmemesidir. Halbuki Efendimizin (sas) bir çok savaştaki uygulaması ve buna bağlı olarak ordunun beklentisi arazinin kendilerine ganimet olarak dağıtılacağı istikametindedir. Nitekim Hz. Ömer bu hususta günlerce düşünür, sahabilerle bir dizi istişarelerde bulunur. Kendisinin görüşüne muhalif nice düşünceler ortaya konur ve neticede Hz. Ömer’in tarafı olduğu görüş uygulamaya konur. Karar; toprakların orduya dağıtılmayıp mülkiyetinin devlette kalması, oraya yerleşmek isteyenlere ve eski sahiplerine kiralanmasıdır. Onun bu konudaki en büyük dayanakları Haşir suresi 7. ayet ile  Efendimizin (sas) Mekke fethi sonrası araziyi Mekke fethine katılan insanlara dağıtmamasıdır.
Şimdi; aynı istikamette sunabileceğim yüzlerce örnek arasından seçtiğimiz bu iki örnekten çıkarttığımız ders şudur; Efendimizin (sas) davranışları Peygamberlik ve Devlet Başkanlığı vasıflarına göre farklılık arz etmekte, Peygamberlik bağlamında konuştuğu her söz, yaptığı her davranış Müslümanlar için kıyamete kadar bağlayıcı bir değer iken, Devlet Başkanlığı vasfıyla konuştuğu sözler ve yaptığı davranışlar literal bir bağlayıcılık vasfı ihtiva etmezler.
Sahabenin yönetime katkısı
İkinci ders; bu ayırımı çok net yapan sahabenin yönetime sağlamış olduğu katkıdır. Sahabe günümüzdeki ‘katılımcı demokrasi’ kapsamı içine girecek bir davranış sergilemiş ve neticesi itibariyle kendisini de ilgilendirecek siyasi kararlara, karar alım süreci içinde kanaatini izhar ederek katılmıştır. Bunun karşısında yerini alan başta Efendimiz (sas) olmak üzere devlet yöneticileri de ne “Sen de kim oluyorsun? Ben Peygamberim” demiş, “Bana darbe yapıyorsun” ithamında bulunmuş, ne de “Konuşacaksan siyasete gir” itirazında bulunmuştur.
Hizmet bu ülkenin bir gerçeğidir. Toplumsal bir tabanı vardır. Siyasi mekanizmaların vermiş olduğu kararlar neticeleri itibariyle bütün toplumu etkilediği gibi Hizmeti de, hizmette yer alan insanları da etkilemektedir. Hizmette yerini alan insanlar birer fert olarak bu ülkenin vatandaşıdır. Demokratik sosyal hukuk devletlerinde vatandaşın siyasetle ve siyasilerle münasebeti sadece oy kullanmaktan ibaret değil; aksine karar alma sürecinde kanaatlerini izhardan meşru, hukuki ve kanuni çerçevede olmak şartıyla gerektiğinde muhalefet etmeyi de içine almaktadır.